Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ağustos '11

 
Kategori
Öykü
 

Hayatın ta kendisi 21. Bölüm

Hayatın ta kendisi  21. Bölüm
 

resim alıntıdır. "Tut ellerimden, hayallerim hayal oldu."


“Babacığım... hemen gidelim buradan. Bu insanların yanında daha fazla kalmak istemiyorum ben...” diye tekrarladı Handan öfkeyle. 

“Handan kızım “ diyerek inledi Ayşe gözyaşları içinde. 

“Hadi anne gidelim.” dedi Handan içeri gidip valizleri salona getirerek herkesin şaşkın bakışları arasında. Anne sözü içine öyle bir saplandı ki Ayşe’nin.“Artık biliyorsun “diye haykırdı “Annen kim biliyorsun. Neden hala seni doğurmayan bir kadına anne diye sesleniyorsun. Ben taşıdım seni dokuz ay karnımda. Ben inledim, doğum sancısı çektim. Züleyha ise hazır çocuğa kondu.” 

Hiç beklemediği bu cümleler karşısında derinden sarsıldı Züleyha. Sol tarafına çöreklenen kuvvetli bir acı hissetti. Yusuf elini tuttu karısının sımsıkı. 

Handan yanına koştu annesinin. 

“Evet. Belki doğurmadı beni ama hasta yatağımın baş ucunda sabahlara kadar bekleyen oydu. Okula götürüp getiren, ödevlerime yardım eden, seven. Saçlarımı okşayan…” deyince gözleri yaşlara bulanık bir parıldamayla aydınlandı Züleyha’nın. 

“Şimdi annenim diyorsun. Ne kadar da yabancısınız bana. Sen Bekri Bey… Sen Şadan… Zaten yok sayan Renan… Kimsiniz siz? Ben tanımıyorum asıl sizi. Uzaktan akrabam bile olamazsınız benim…” diyerek döndü Yusuf’a. 

“Hadi babacığım…” diyerek kavradı iki valizi ve çıktı hiç birinin yüzlerine bakmadan. 

Züleyha durdu Ayşe’nin yatağının önünde bir süre. Bir şeyler söylemek istedi ama söyleyecek, kadını teskin edecek hiçbir şey bulamadı. Hasta kadını daha fazla üzmek istemedi belki de ne de olsa Handan söylenecek ne varsa söylemişti. 

“Hadi yavru ceylanım “dedi elini karısının beline dolayarak. 

“Abi.”dedi cılız sesiyle Bekri. 

“Abin yok senin.” dedi sert bir ifadeyle Yusuf. Çıktılar beraberce. Arabadaki şoför koltuğundaki yerini aldı Yusuf. Bir tek Şadan fırladı arkalarından dışarıya… Elinde bir sürahi su vardı. İnanışa göre gidenin arkasından su dökülürse çabuk geri dönere işaretti bu. Çabuk gelmesini diliyordu kardeşinin. Anlayabiliyordu onu. Öğrendikleri yenilir yutulur cinsten değildi zira. Yaklaştı Handan’ın oturduğu arka koltuğa. Cam yarım aralıktı. 

“Handan. Kardeşim.” diye fısıldadı. Bakmadı yüzüne Handan. 

“Biliyorum çok kızgınsın bize. Ama benim suçum ne? Çok küçüktüm ben de seni verdiklerinde. Elimden hiçbir şey gelemezdi. İlkokulu zor bitirdim ben. Kendime halim yok. Hasta anneme bakmak boynumun borcu oldu. En güzel yıllarımı, gençliğimi bu eve gömdüler. En azından sen kendini kurtardın. İnan bana bu ev nefes alınacak yer değil. Ben de çok yoruldum.” 

Handan döndü usulca. Bir şey söylemek istercesine kımıldadı dudakları. Vazgeçti. Kelimeleri dondu dudaklarında. 

“Bizi, beni unutma Handan… Beni ara. “dedi Şadan umutsuzca. 

“Gidelim baba. “dedi Handan gözyaşları içerisinde. 

“Seni çok sevdim kardeşim” diyen sesi yankılandı arabadakilerin kulaklarında. Elindeki sürahiyi savurdu arkalarından.”Geri dön kardeşim “diyerek Şadan. 

Sessizce ilerliyordu araba. Hiç birinin ağzını bıçak açmıyordu. Ne söyleyeceklerini bilmez hal delerdi. Öyle ya söylenecek her şey söylenmişti. Şimdi dengeler bozulmuş, yürekler hassaslaşmıştı. Kesik hıçkırık seslerini işitiyorlardı ön tarafta. Gizlice birbirlerine bakıyor, akıllarından aynı şeylerin geçip geçmediğini kontrol ediyorlardı sanki. 


Daha fazla dayanamamıştı vücudunu esir alan virüse Haydar. Yetkililere derdini anlatıp İstanbul’a dönmek için yola çıkmıştı. Lakin eve geldiğinde kapı duvardı. Oysa telefonda ne kadar hastalandığını, iyi olmadığını ve döneceğini söylemişti Tijane’e. Neden onu karşılamak için evde değildi bu kadın. İki büklüm kıvrıldı olduğu yerde Haydar. 

“Sorma Kemal. Bugün dönüyor. Rahatlık yok bu dünyada bana. Tam da kurtuldum on gün olsun derken. Hastalanmış beyimiz. Zaten ufacık burnu aksa, aksırsa tıksırsa yatak yorgan yatar. Hastalık hastasıdır Haydar. “ 

“Tamam üzülme ama aşkım. Geliyorsa geliyor ne yapalım başka zaman buluşuruz bizde.” 

“Ama sözleşmiştik hafta sonunu Polonez Köyde geçirelim diye.” 

“Bazen… İstediğimiz şeyler, istediğimiz gibi gelişmiyor ne yazık ki… “ 

“Üzülmedin mi yani... Ben de sen üzüleceksin diye…” 

“Üzüldüm tabii. Seninle olmayı, şehrin stresinden biraz olsun kurtulup nefes almayı her şeyden çok istiyordum ama derler ya her işte bir hayır vardır. Bu aralar Türkan da zırıldayıp duruyor. Saçmalıyor... Sanki bir şeylerin farkına vardı. “ 

“Ne yapacağız Kemal. Daha ne kadar devam edebiliriz ki böyle. Ben… Konuşacağım Haydar ile. Boşanmak istediğimi söyleyeceğim. Daha fazla katlanacak gücüm kalmadı benim.” 

“Sana boşan diyemiyorum Tijen … Seninle ne kadar çok beraber olmak istesem de … vaatte bulunamıyorum... Mesleğim gereği sağlam bir aile portresi çizmek zorundayım. Biliyorsun emekliliğime az kaldı ve siyasete soyunmayı düşünüyorum.” 

“Biliyorum “ dedi bozulmuş bir ses tonuyla Tijen. 

“Kalkalım artık. Haydar gelmek üzeredir. 

"Hep senin yüzünden Bekri " diye haykırdı Ayşe son bir kuvvetle.. 

"Kız haklı yerden göğe. Bakalım bunun vebalini nasıl ödeyeceksin?" diyerek bırakıverdi güçsüz bedenini yatağına. Renan umursamamıştı olanları çıkıp gitmişti bile çoktan. Mutfaktan koştu geldi Şadan annesinin sesine. Babasına baktı nemli, öfkeli gözlerle. 

"Su... Biraz su ver Şadan "diye inledi Ayşe. 


Koştu bardağa su koydu geldi Şadan. Başını kaldırdı annesinin. Bir yudum içti içmedi Ayşe. Kelime-i Şahadet getirdi yarım yamalak ve can verdi Şadan'ın kollarında. 

"Anne... Anneciğim.... ""diyerek babasını aradı gözleri. 


"Öldü… Annem öldü "diye mırıldandı donuk bakışlarıyla. 

Düşünmekten kafayı yiyecekti Türkan. Doluya koysa boşalmıyor, boşa koysa dolmuyordu. Çekip gitmek, terk etmek geliyordu içinden Kemal’i. Ama nereye? Gidecek yeri yoktu ki… Anne babası çoktan terki diyar etmişlerdi bu dünyadan. Ankara’da kendisinden üç beş yaş büyük bir kız kardeşi vardı hepsi buydu. Onun yanına da gidemezdi. Gitse kaç gün barınabilirdi ki… Eniştesi çok huysuzdu. Kök söktürürdü ablasına. Derin bir sıkıntıyla kalktı yerinden. Ah keşke vaktiyle bir işe girip çalışsaydı da elinden parası olsaydı. Koca eline bakmasaydı. Nereden bilebilirdi ki başına bunların gelebileceğini. Haklıydı Kemal. İşe yaramaz bir asalaktı O. Hazır yiyiciydi. Ev işlerinden başka ne gelirdi ki elinden. Bir oğlu, Özgür’ü vardı bu dünyada. Geride ne varsa yalandı hepsi. her şeye rağmen birkaç gün oldun gitse miydi Ankara’ya, Şükran’a. Bir yanı hadi pılını pırtını topla git, kafanı dinle biraz derken öte yanı nereye gidiyorsun, varlığında o kadınla gezip tozan kocan yokluğunda ne yapmaz, kalıp savaş diyordu. Savaşacak gücü var mıydı? Yıllar ne çok hırpalamıştı Türkan’ı. Katlı ayağa. Ne yapmalıydı. Ne yapmalıydı da bu işi kökünden halletmeliydi. 

Israrla çalan telefon bozdu arabadaki sessizliği.”Kızım telefonun çalıyor” sesiyle irkildi Hnadan. Babası söylemeseydi duymamıştı telefonunun sesini.Titrek bir sesle açtı “ alo “dedi. 

“Canım benim Özgür.” 

“Merhaba Özgür.” 

“Kaç gündür görüşemedik. Dün de aradım ama ulaşılamıyordu sana. Görüşelim mi bu öğlen diye sormak için aradım seni.” 

“Özgür biz… Keşan’daydık. Şimdi dönüş yolundayız. Seni sonra arasam.” 

Bu cümleyle sarsıldı Özgür. Evlenme teklif ettiği, neredeyse nişanlısı gibi gördüğü kız ona haber vermeden şehir dışına çıkmıştı ve onu bir kez olsun arama zahmetinde bulunmamıştı. Şu an kendisi aramasaydı yine de haberi olmayacaktı. Çok bozulmuştu Özgür ama belli etmemeye çalıştı. 

“Bugün yoldayız dediğim gibi, buluşabileceğimizi sanmıyorum. Hatta birkaç gün içinde görüşebileceğimizi de sanmıyorum. “ cümlesi ile başından aşağı kaynar sular döküldü Özgür’ün. 

“Peki o zaman senin aramanı bekleyeceğim “diyerek kapadı telefonu. Aklı oldukça karışmıştı. Emel’in kendisine seslenen sesi ile sıyrıldı düşüncelerinden. 

“Öğlen birlikte çıkalım mı yemeğe. Çok ünlü bir yer keşfettim. Salaş ama temiz bir yer. Çok güzel mantı yapıyorlar. “ 

Nasıl bir dünyaydı bu böyle. Az önce birlikte olmak istediği kızdan ret cevabı alırken hem de önlerindeki birkaç gün için. Şimdi başka bir kız onu yemeğe davet ediyordu. Oysa yanında olmak istediği kişi Emle değil Handan ‘dı. Acaba Handan onunla olmak istemiyor, ondan kaçıyor muydu. 

………………… 

Giyindi üzerini, aldı çantasını. Kocasının iç çamaşırını yerleştirdi çantasının içine. Bir de ruj izinin olduğu gömleğini ve çıktı evden Türkan, Arap Bacı’ya gitmek için. Bir tek O, O yol gösterebilirdi Ona. 

………………………… 

Anahtarının kapının kilidinde döndüğünü duydu yattığı yerden Haydar. 

“Tijen.”diye seslendi. 

Tüyleri tek tek oldu kadının “Gelmiş, Kahrolasıca” diye sessizce söylendi. 

“Erken gelmişsin. Bu kadar çabuk geleceğini düşünmemiştim.” 

“İlk uçakla geldim. Sen neden evde değildin?Hasta olduğumu söylemiştim.” 

“Almam gereken şeyler vardı marketten.” 

“Bir şey almamışsın ama.” 

Bilemedi ne söyleyeceğini Tijen. 

“Aradıklarımı bulamadım.” dedi umarsızca. 

“Neyin var peki?” diye de sordu akabinde. 

“Ateş, terleme” diyerek fanilasını kaldırdı Haydar. Karnındaki döküntüleri işaret ederek. 

“Bir de bu.” 

Şaşkın gözlerle baktı Tijen. Kocasının gerçekte hasta olmadığını her zaman ki gibi abarttığını düşünüyordu. 

“Küçükken kızamık geçirdin mi sen?” 

“Evet”dercesine salladı başını Haydar. 

“Yediğin bir şey dokundu belki de. Alerji olabilir…” 

“Bilmiyorum ama kendimi çok halsiz hissediyorum.” 

“Hadi kalk. Hastaneye gidelim.” 

………………… 

Odasına çekildi Handan. Tek kelime etmedi yol boyunca ne annesiyle ne de babasıyla. 

Üzerine gitmek istemiyordu Yusuf ve Züleyha. Çok hırpalanmıştı kızları. 

Karmakarışık olmuştu Handan ‘ın hayatı. Her şey normal giderken bir anda öğrenmişti yıllardır anne baba dediği kişilerin aslında amcası ve yengesi olduklarını. Merak ettiği ailesinin ise beş para etmeyen insanlar olduğunu. Kendini derin bir boşlukta hissetti. Evet aynı soyadı taşıyordu “ Aydın”. Ama hepsi bundan ibaretti. Kimdi gerçekte O. Kimliksiz hissediyordu kendini. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı her şey bu kadar peş peşe çorap söküğü gibi üst üste gelmişken. 

……………………… 

“Duydun mu Güler? “ dedi Sibel. 

“Neyi?” 

“Bizim sapık çok hastaymış. Semineri yarıda kesip dönmüş.” 

“Beter olsun.” 

“Nesi var acaba çok merak ettim.” 

“Olsa olsa domuz gribi olmuştur. Domuz gibi adam .” deyince Güler iki arkadaş bir birine bakarak kahkahalar atmaya başladılar. 

…………………. 

“Çok hırpalandı Yusuf’um. Nasıl toparlanacak bu kız.” 

“Güçlüdür bizim kızımız … Bunu da atlatacak yavru ceylanım. Det etme sen. Hadi sen de uzan, istirahat et biraz. Yol yorgunuyuz hepimiz.” 

“Eh.. İyi bari…”dedi Züleyha. 

………………….. 

İç çamaşırını eline aldı Arap Bacı. Evirdi çevirdi. 

“Tırnakları getiremedin demek. Ya saç teli.” 

“Eve uğradığı yok ki Arap Bacı. Üzerini değişip gidiyor.” 

“Ama bu ruj izinin olduğu gömleği getirmekle iyi yapmışsın…” 

Gözleri ışıldadı Türkan’ın. 

“Erkekliğini bağlayacağım kocanın.” 

“Ne?” 

“Ne oldu? İrkildin. Sana da faydası olmaz mı diye korktun yoksa “diyerek şen bir kahkaha attı. Bir dudağı yere, diğeri göğe değdi sanki. Kırmızı boyalı tırnakları çarptı gözüne Türkan’ın. İşaret parmağını salladı kadına doğru. 

“Tamam. Korkma vazgeçtim. Uçkurunu bağlamayacağım ama ona öyle bir büyü yapacağım ki… 

“Ne yapacaksın Arap Bacı?” 

“Soğukluk büyüsü yapacağım kocana. O kadından buz gibi soğuyacak…” 

“İyi… İşte bu iyi… Hemen yap.” 

“Önce bir yüzlük at bakayım masanın üzerine.” 

by PAPATYA 

 

 
Toplam blog
: 71
: 569
Kayıt tarihi
: 25.11.08
 
 

1969 doğumluyum. evliyim, iki çocuğum var. Kitap okumayı ve şiiri severim. ..