Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Haziran '11

 
Kategori
Öykü
 

Hayatın ta kendisi 14. Bölüm

Hayatın ta kendisi 14. Bölüm
 

resim alıntıdır. " Aklım başımda değil...Sebebini bilmiyorum..."


“Soylu aile geçmişimiz… Ya da… Benim yüksek okul mezunu olmam neyi değiştirir ki anne. Sen… Benim mutlu olmamı mı istemiyorsun yoksa...” 

“Anayım ben. Oğlumun mutluluğunu nasıl istemem? “ diyerek ayağa kalktı Türkan. 

“Ben… Senin mutlu olman için tepki veriyorum zaten. O kızla asla mutlu olamazsın. Çünkü…” diye duraladı Kemal ile gözgöze gelince. 

“Çünkü… Aile yapılarımız öylesine ters ki… Senin baban koskoca Emniyet Müdürü. Yusuf Bey makinistlikten emekli. Züleyha desen ona buna dikiş diker.” 

“Pes anne. Onlar namuslarıyla geçimini kazanan insanlar” 

O zamana kadar sessiz sedasız dinleyen Kemal “ Kadıncağız fena bir şey mi yapıyormuş, dikiş dikiyor aile bütçesine katkı sağlamak için. Ya sen Türkan… Sen hayatın boyunca çalıştın mı hiç?” 

Hiç beklemediği bu cümle karşısında tepeden tırnağa kızardığını hissetti Türkan. 

“Ben… Ben de evde çalışıyorum ama…” 

“Sadece sen mi evde çalşıyorsun. Her kadın yapıyor senin yaptıklarını… Hazır yiyici değilsin de nesin?” 

“Ama Kemal.” 

“ Sus be kadın. Yıllardır bana zindan ettin hayatı. Bırak da Özgür istediği gibi yaşasın. Hiçbirimizin yularları senin elinde değil. Benim hayatımı mahfettin ama oğluma bunu yapmana izin vermeyeceğim. “ diyerek oğluna döndü. Elini babacan bir şekilde omzuna koydu. 

“Handan iyi kız. Aileside saygıdeğer. Kararın ne olursa olsun yanındayım oğlum.” 

Şaşkındı Özgür. Babasının, annesine bu şekilde sert çıkışına ilk defa tanık oluyordu. Söylediklerine sevineceğini sandığı annesinden gelmişti darbe. Ama şimdi derin bir üzüntü hissetti yüreğinde. Anne ve babası bunca yıldan sonra onun yüzünden kavga etmişlerdi. Babası yanındayım derken annesinin gözlerinden yaşlar boşanıyordu sel gibi. Daha fazla orada duramadı Türkan. Öfkeli bir bakış fırlatıp kocasına hırsla yatak odasına gitti. Kapıyı da kitledi üzerinden. 

“Baba… Biraz sert çıkmadın mı? Annem çok üzüldü. Gönlünü alsan. “ 

“Sen kafanı takma Özgür. O çoktan hak etmişti bunu. Yıllarımı zehir etti. Bir gün yüzü göstermedi. Hep şikâyet, memnuniyetsizlik… Gözü hep yükseklerdeydi annenin. Beni asla beğenmedi. Sevmedi. Küçümsedi. Babasının evindeki lüks yaşantısını kafama kaktı durdu. Okulu bırakıp benimle evlendiği için hırsını benden çıkardı. Ben de pişman oldum evliliğimizin birinci yılından sonra ama iş işten geçmişti işte. Sen gelmiştin dünyaya.” 

İlk defa duyduğu bu itiraflar allak bullak etmişti Özgür’ü. Demek bu kadar mutsuzdu ailesi. 

“Handan… Kızım bir şey mi oldu?” diye yeniledi sorusunu Yusuf. 

“Yok babacığım. Yorgunum biraz hepsi bu. Son günlerde yaşadıklarımız… Çok yordu beni. Hem biraz dinlenmek hem de annemle, seninle daha çok vakit geçirebilmek için senelik izne ayrıldım bir süre.” 

“İyi düşünmüşsün güzel kızım. Hepimiz çok yorgunuz aslına bakarsan.” 

Babasının söylediklerine inanması ve başkaca bir şey sormaması rahatlatmıştı Handan’ı. 

“Ben sofrayı kurayım yavaş yavaş.” diyerek kalktı yerinden. 

Hop oturup hop kalkıyordu Türkan. Kocasının söylediklerini hazmedemiyordu bir türlü. 

“Hazır yiyiciyim ben demek ki… Hımm. Aptallık bende baba evimdeki şaşalı yaşamı, okulumu bırakıp senin gibi züğürt bir memura evet dedim yıllar önce. Saçımı süpürge ettim mesleğinde yükselmen için. Elim böğrümde, kucağımda küçücük bebekle silahlı çatışmalara gittiğin o geceler dualar ederek bekledim seni. Kendimden verdim. Demek mükâfatı bu iki cümleymiş…” diyerek silmeye çalıştı gözyaşlarını. 

Sözler değil de kocasının hakkında düşündükleri yakmıştı canını daha çok. Yıllardır onun ağzından duyacağı birkaç güzel cümleyi, romantik bir iki sözcüğü beklemiş, ummuş durmuştu ama Kemal bunu bile çok görmüştü ona. Sevgi deposu bomboştu. Bu yüzdan Yusuf’un Züleyha’ya olan tutkusunu, sevgi dolu bakışlarını hep kıskanmıştı. Hele hele bir iki kere tanık olduğu “yavru ceylanım” sözü ne çok hoşuna gitmişti. Kemal hiç böyle sözler söylemezdi. Oysa babasının nazlı prensesi değil miydi Türkan. Babasınından başka hiç kimse ona sevgi dolu bir lakapla seslenmemişti bugüne kadar. 

Züleyha ile Yusuf 'a bol köpüklü, orta şekerli kahvelerini yapıp odasına çekilmişti erkenden Handan. Gün içinde yaşadıklarını beynini tırmalıyor. Haydar’ın kollarını vücudunda hissediyordu. Midesinin bulandığını duyumsadı. Bu iğrenç adamın yüzünü sildi gözlerinin önünden. Özgür’ü yerleştirdi. Öğle yemeğinde konuştukları birbir geçti gözlerinin önünde. Az önceki hırsın, öfkenin yerine kocaman bir tebessüm yayıldı gözlerine. Bir kaç zamandır hayatında ne çok ani değişiklikler yaşamıştı Handan. Biraz soluklanmak için açtı bilgisayarını. Mesaj kutusunda Poyraz’dan gelen yirmibir tane mesajı tek tek okudu. Bir âlemdi bu çocuk. Neler neler yazmıştı böyle. Bir ilanı aşk etmediği kalmıştı. Geçirdiği bu gergin günün üzerine iyi geldi okuduğu cümleler Handan’a. Tam çıkacakken maillerinden Poyraz’ın çevrimiçi olduğunu gösterir yeşil ışık yanıverdi ve anında ekranında beliren” Merhaba Alize… Seni öyle çok düşündüm ki… Sonunda geldin.” yazıverdi. 

Gülümsedi Handan kendi kendine. 

“Merhaba.” 

“Mesajlarımı okudun mu?” 

“Evet. Nereden buldun o cümleleri. Gören de bana…” 

“Ben… Sana âşık oldum Alize.” 

“Ne… “ 

“Âşık oldum.” 

“Bu çok komik… Birbirimizi hiç tanımıyoruz…” 

“Tanıştık ya… Hiç aklımdan çıkmıyorsun.” 

“Sana iyi akşamlar ben çıkıyorum Poyraz. Bir daha bana mesaj falan yazma.” 

“Dur ne olur çıkma. Kaç gündür bu anı bekliyorum ben.” 

“Ben… Senin bildiğin o kızlardan değilim… Başka birini bul gönül eğlendirecek…” 

“ Gönül eğlendirmiyorum ki… Çok ciddiyim. Seni görmek istiyorum..” 

“İyi geceler Poyraz.” 

“Alize. Ne olur… Ne olur hayrı deme bana. Yarın saat 14:00 de Bebek Parkında bekleyeceğim seni. Üzerimde yeşil keten pantolon ve aynı renkte bir gömlek olacak. Telefonum da 0 532 000 000 ” 

Cevap yazmadı Handan. Hiç beklemediği bu yazışma karşısında şaşkındı sadece. Gündüz Haydar gece Poyraz. “Acaba ben de mi bir gariplik var. Erkekleri çekiyor muyum bir mıknatıs gibi kendime.” diye düşündü. 

“Bana hayır deme Alize. Çok yalnızım. Sana ihtiyacım var.” oldu Poyraz’ın son sözleri. 

Cevap yazmadan çıktı Handan msn.dan. 

Bir sağa bir sola döndü Yusuf yatağın içinde. Ne yapacaktı. Nasıl bulacaktı o parayı. Hem bulsa bile Bekri 'yi iyi tanırdı bununla yetinmez dahasını isterdi. “Hele sabah olsun “dedi kendi kendine. “ Bağlar hakkında bir konuşalım bakalım.” 

Kemal yatak odasının kapısına geldiğinde kapının kilitli olduğunu gördü. Yıllardır ilk defa böyle bir manzarayla karşılaşıyordu. Geri döndü. Yüklükten bir battaniye aldı ve salondaki kanapenin üzerine kıvrıldı. 

Türkan’ın öfkesi geçmemişti. “Bir yolu olmalı “diyordu. “ Oğlumu bu kızdan vazgeçirmenin bir yolu olmalı. “ 

Bir anda sinsice parladı gözleri. Arap Bacı gelmişti aklına. Başı her sıkıştığında koşa koşa gittiği büyülerinde, muskalarında derman aradığı Arap Bacısı. 

“Halletse halletse Arap Bacı halleder bu işi. Handan olacak o ne idüğü belirsiz kızı oğlumun gönlünden çekip alabilir.” 

Aklına gelen bu düşünceyle rahatlayan Türkan yorganın altına girdi ve huzurla kapadı gözlerini geceye. 

Gün doğuyordu İstanbul’a. 

Kahvaltı sofrasını dışarıya kurmuştu Handan, çardağın altına. Evdeki ilk izin gününü keyfini anne babasıyla doyasına yaşamak istiyordu. Çekirdek ailenin neşesi yüzlerinden okunabiliyordu. Eski mutlu günlerine döndüğünü düşündü Handan. Anne ve babasının yüreklerine çöreklenen sıkıntıdan habersiz. 

Erkenden kalktı Türkan yolu uzuncaydı çünkü. Ta karşıya geçecek. Beylerbeyi’ne gidecekti. Sabırsızlanıyordu Arap Bacıya gidip derdine derman aramak için. 

“Ben dolanıp geleyim “demişti kahvaltıdan hemen sonra Yusuf. Ses etmemişti Züleyha. Handan ‘dan gizledikleri son durum hakkında çözüm aramaya gittiğini biliyordu kocasının. Dikiş makinesinin başına oturdu. Handan ‘da annesine yardım etmek için sülfilelerini yapıyordu elindeki jilenin. 

Bahçe içindeki tek kat evin bahçesinden girdi Türkan. Bahçesinde sayamayacağı kadar çok kedi vardı. Siyah, beyaz, sarı tüylü. Kedileri oldum olası sevmezdi Türkan ama biliyordu Arap Bacı cinlerle bu kediler sayesinde temas kurabiliyordu. Belki de bu yüzden çekinir, korkardı bu hayvanlardan. “ Pist… Piistt… “diye iteledi yanına sokulup ayaklarına sürünen kedilerden birini. Soluk soluğa çaldı Arap Bacı’nın kapısını. 

“Saat 12:30 u gösteriyordu. Saat 14:00 de Bebek Parkında bekleyeceğim demişti Poyraz. Gitmesinin doğru olmadığını biliyordu Hadan ama bir yandan da gidip görmek için içinde engel olamadığı büyük bir istek duyuyordu. Poyraz’ın birbirinden sevgi dolu mesajları, bugüne kadar işitmediği sevgi sözcüklerinden etkilenmişti. İçinden bir ses “git” diyordu. “ hem seni tanımıyor ki… Görüp gelirsin gizlice..Gitmezsin yanına olur biter…” 

“Anneciğim… Ben biraz çıksam dışarıya… Sıkılır mısın?” 

“Yok, canım kızım. Sen çık, hava al biraz. “ 

Annesinin boynuna doladı ellerini Handan sevgiyle, yanağını küçük bir öpücük kondurdu. 

“Hala çocuk” diye düşündü kızının arkasından bakarken Züleyha.” 

Sirkeci’ye çoktan varmıştı Yusuf. Trenleri, vagonları tek tek izlemişti oturduğu banktan. Yılları geçmişti bu garda. Ama şimdi ne kadar da uzaktı çok sevdiği bu demir yığınlarından. Tek tesellisi tavanarasında oyalandığı maket vagonlarıydı artık. Arkadaşlarının pek çoğu da kendisi gibi emekli olmuştu. Bir gar amiri vardı eskilerden. Ondan isteyecekti borç para. Alışkın olmadığı bu durum çok ama çok zor geliyordu Yusuf’a.
Dolabın önünde durdu Handan bir süre ne giyeceğine karar vermek için. Sarı benekli beyaz elbisesinde karar kıldı. Dudağına uçuk pembe rujunu sürerek, kirpiklerini mavi rimeli ile renklendirdi. Gri gözleri daha da belirginleşmişti. Kumral, kıvırcık saçları omuzlarına dalga dalga dökülmüştü. Aynadaki görüntüsü hoşuna gitmişti. Gelin gibi olmuştu Handan. 

Gözlerini ayıramadı kızından Züleyha. 

“Çok güzel olmuşsun Handan. Allah nazarlardan saklasın. “ 

“Teşekkür ederim anneciğim. Çok gecikmem. “derken kapı sesi ile irkildi ana kız. 

“Ben bakarım.” diyerek kapıya koştu Handan. 

Kapıda duran adam gözlerini ayıramadı kızdan. 

“Buyurun kimi aramıştınız?” 

Kızının arkasında belireni görünce Züleyha’nın gözleri fal taşı gibi açıldı. Beklenmeyen misafirdi Bekri. Dün ki konuşmadan sonra bir süre ortalıkta gözükmeyeceğini düşünerek ne kadar yanıldığını duyumsadı Züleyha. Aksi gibi Yusuf da yoktu eve. Ne yapacaktı şimdi. 

“Bu bey kim anneciğim.” 

“Eski bir ahbabımız kızım” dedi Bekri’nin ağzını açmasına olanak vermeyerek. 

“ Hadi güzel kızım sen çık, gecikme “dedi kızı evden bir an önce uzaklaştırmak için. 

“ Hoş geldin Bekri “dedi isteksizce. Handan’ın uzaklaşmasını bekleyerek. 

“Seni beklemiyordum.” 

“Ben de Handan’ı görmeyi beklemiyordum. İşte demiştiniz bu saatte.” 

“Öyleydi. İzin almış bugün.” 

“ Pek güzelleşmiş, serpilmiş kızım. Ayşe ‘ye de ne kadar çok benzemiş.” 

“Ne istiyorsun Bekri? 

“İçeri buyur etmek yok mu yenge?” 

“Söyledim abin evde değil. İstediğin parayı bulmaya gitti.” 

“İyi o zaman ben yine gelirim ama söyle ağabeyime elini çabuk tutsun.” 

Kalın perdelerin kapalı olması, mumların yanması odanın dört bir yanında tuhaf bir loşluk katıyordu odaya. Karanfil kokusu yayılıyordu yanan tütsüden. Yer minderlerinin üzerine ilişti Türkan. 

Simsiyah boyamıştı dudaklarını Arap Bacı. Zaten siyaha yakın teni, siyah rujun etkisiyle korkunç bir hale bürünmüştü. Uzun tırnaklarının üzeride simsiyah ojeyle kaplıydı. Çingene pembesi bir eşarbı katlayarak bant şeklinde dolandırmıştı kıvır kıvır saçlarına. 

“Eee… Türkan Kadın. Hangi rüzgâr attı seni Beylerbeyi'ne.” 

“Sorma Arap Bacı derdim çok büyük.” 

“Hıımmm. Anladım. Getirdin mi kahve?” 

Çantasından kahve paketini çıkararak uzattı Arap Bacıya. 

“Edibe… “diye seslendi. 

“Orta iki kahve yap bize. Yap da anlayalım Türkan kadının derdini.” 

Bebek Parkından içeri adım attığında yüreği yerinden çıkacak gibiydi Handan’ın. Neden bu kadar heyecanlanmıştı bilemiyordu. Yavaş adımlarla ilerliyordu, etrafında Poyraz’ın söylediği kıyafetleri giymiş birini arıyordu gözleri 

“Evet… Görüyorum.” dedi parmaklarının arasında tuttuğu fincana dikkatli dikkatli bakarak Arap Bacı. 

“Ne görüyorsun?” 

“Bir kız var. Musallat olmuş hanenize. Huzursuz etmiş sizi.” 

“Doğru valla. Bildin, bildin.” 

“Oğlunun gözleri kör olmuş. Başka birini görmüyor.” 

“Evet… Ne yap ne et oğlumu kurtar bu kızın pençesinden Arap Bacı.” 

“O kolay… “ diyerek dikkatle baktı fincana. 

“Başka biri daha var. Bir kadın.” 

“Ne…” 

“T…. J…. N… harfleri görüyorum… Çok uzakta değil….” 


“Eeee….” 

“Adı…. “ 


“Evet.” 

“Tijen… “ 

Dolandırdı bu ismi kafasında Türkan. Bu isimde bir kadın tanımıyordu. 

“Yanlışın olmasın Arap Bacı. Bu isimde birini tanımıyorum.” 

“Sen bana nasıl “yanlış “ kelimesini kullanırsın. “diye sesini yükseltti Arap Bacı. 

“Sen tanımıyorsun ama kocan… Kocan tanıyor. Hem de çok yakından.” 

“Ne… Kemal mi? 

“Tombalak bir kadın. Böyle kızıl saçları var. Koca memeleri.” 

“Aman Allah’ım… Ne yapacağım ben şimdi?” 

“İşte orada” diye mırıldandı Handan. 

“Tanrım ne kadar da yakışıklı… Ne kadar da Dudaktan Kalbe'deki Cemil’e benziyor. Masmavi gözleri.” 

Delikanlıyı incelemeye o kadar koyulmuştu ki Handan. Onun da kendisini fark ettiğini anlayamamıştı. 

“Endişelenme Türkan Kadın. Hallederiz. Önce oğlunun işini halledelim… “ 

Meraklı gözlerle baktı kadına Türkan. Sessizce bekledi. Onu yeniden kızdırmak istediği en son şeydi. 

“Evet… Biraz mısır püskülü, bir tutam civanperçemi, zencefil, soğan, sarımsak kabukları… Tamamdır. “ 

Otları bir kağıdın içine sardı… Sonra bir avazı yerde bir avazı gökte kalın siyah dudaklarıyla anlamını Türkan’ın anlayamadığı cümleler kurdu. Temiz beyaz bir beze muska şeklinde sardı ve uzattı. 

“Oğlunun ceketinin içine dik bu muskayı.” 

“Tamam” diyerek aldı Türkan. 

“O kızdan soğutma büyüsü yaptım.” 

“Ya öbür kadın… Adı Tijen olan.” 

“Sen öce bir yüz lira ver bakalım oğlun için yaptığım büyüye.” 

“Tabii. Tabii. “diyerek elini sütyeninden içeri soktu ve mendilini aralayarak mor bir banknot çıkararak bıraktı Arap Bacı’nın önüne. 

“Şimdi… Kocanın iki tel saçını ve tırmağını getireceksin bana bir de iç çamaşırını.” 

“Alize.” Sesiyle irkildi kız. 

“Geleceğini biliyordum… Ben Poyraz… Yani Anıl.” diyerek elini uzattı. 

Nasıl bu kadar emindi aradığı, beklediği kişinin bu kız olduğundan. 

“Çok güzelsin Alize. Gerçek adını söylemeyecek misin bana? 

“Ben… Şey… Handan.” 

“Memnun oldum Handan ama ben sana Alize demek istiyorum. İleride bir çay bahçesi var. Oturalım mı?” 

Olur, anlamında başını salladı kız. 

Şaşkındı Handan. Düşündüğünün aksi şekilde hareket ettiğine inanamıyordu. Ama… Kendini de daha yeni tanıdığı bu adamın peşi sıra gitmekten alıkoyamıyordu. 

by PAPATYA 

 

 

 
Toplam blog
: 71
: 569
Kayıt tarihi
: 25.11.08
 
 

1969 doğumluyum. evliyim, iki çocuğum var. Kitap okumayı ve şiiri severim. ..