Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Ağustos '11

 
Kategori
Öykü
 

Hayatın ta kendisi 19. bölüm

Hayatın ta kendisi 19. bölüm
 

Resim alıntıdır. "Hayatın içinde bir damla umuttu yüreğime serpilen."


Hayat bir kovalamaca gibiydi. İnsanlar zamanın peşinde, onu yakalamak ister gibi koşup duruyordu. Zaman ise kendini teslim etmemeye kararlı. Yakalanmaya asla razı gelmezdi. Kimi zaman durgun akardı. Yorulanlara mola vermek istercesine. Kimi zaman hüzün dağıtırdı. Gözyaşları akıp gitsin, dertleri de beraberinde sürüklesin diye. Bazen de hoyrat bir sevgili gibi, intikam almak isteyen kindar biri gibi. Nasıl geçtiği anlaşılmasın diye elleriyle kapatıverirdi gözleri. İlaç olurdu en ihtiyaç duyulan vakitte. Zaman her acının ilacıdır sözünü kanıtlarcasına. Peşinden sürüklediği hayatların etrafında ördüğü ağları bazen daraltıp, bazen gevşeterek, adım adım ilerliyordu işte. 

Tam dört yere gitmişti Handan. Her girdiği kapıda önüne uzatılan başvuru formunu imzalayıp bırakmıştı sadece. Kimseyle görüşememişti. Gazetede ki ilan için geldim dediğinde şöyle bir yüzüne bakıp, şunu doldurun diyerek uzattıkları form onlar için yeterliydi sanki. Klişe haline gelen “biz sizi ararız” sözüyle ayrılmıştı her birinden. Ümitsiz bir halde evin yolunu tutmuştu nihayet. Emirgan’da otobüsten indiğinde sabahki neşeden eser kalmamıştı. Küskün, kırgın ve hüzünlü gözlerle denizi seyretti bir müddet. Martılar kanatlarını alabildiğine açmış, keyifli sesler çıkartarak süzülüyorlardı gökyüzünde. Gözlerine kestirdikleri balığı bulunca hızla dalışa geçip avını yakalıyordu kimi. Birkaç adam oltalarını atmış martıların avlanışına ortak oluyorlardı. Satıcılar dizi dizi sıralanmışlardı sahil boyunca. Haşlanmış mısır ne de güzel kokuyordu, ya şu gevrek gevrek duran simitler. Pamuk helvacı bile vardı bugün. Pembe bir bulut yığını gibi duruyordu her biri. Bir tanesi de el arabasını tazecik salatalıklarla doldurmuş, bir yandan soyarak tuzladıklarını müşterilerine uzatırken, bir yandan da “bademe geeeel, taze badem bunlar” diye bağırmaktan geri kalmıyordu. 

Bu tatlı cümbüşün içine dalıp gitmişti Handan. Telefonu çalmaya başlayınca boş bulunup olduğu yerde sıçrayıverdi genç kız. Merakla baktı arayanın ismine. Poyraz yazıyordu ekranda. Bir sevinç kapladı yine yüzünü. Hevesle basıverdi evet tuşuna. 

_ Alo, Poyraz? 

_ Alize…merhaba. Nasılsın? 

_ İyiyim ama canım sıkkın. İyi ki aradın, biriyle konuşmaya o kadar ihtiyacım vardı ki şu anda. 

_ İçime doğmuş demekki. Keşke daha önce arayabilseydim. Malum gece çalışıyorum. Geç yatınca sabahta kalkması zor oluyor tabii. 

_ Haklısın, işin zor senin. 

_ Evet. Madem canın sıkkın, buluşalım bir yerde. Bu can sıkıntısına bir çözüm buluruz belki. Ne dersin? 

_ Harika… 

_ O zaman geçen buluştuğumuz yerde, tamam mı? Yarım saatte orda olurum ben. 

_ Tamam, bekliyorum seni. 

Yüzünde büyük bir gülümseme ile kapattı telefonu. Poyraz’ın neşe dolu sesi iyi gelmişti. Ne tuhaf diye düşündü. En zor zamanlarında Poyraz yani Anıl hep ilaç gibi gelmişti ona. Daha önce işyerinde bunaldığı anlarda konuşmuştu onunla, şimdi iş bulamamanın karamsarlığını yaşarken yine çıkıvermişti ortaya. 

_ Benim ilacım da Poyraz demekki….deyiverdi seslice. 

Bir duyan oldumu diye mahcup etrafına baktı eliyle ağzını kapayarak. İnsanlar güzel günün zevkini çıkarmaktan onun farkında bile değillerdi neyse ki. 

**** 

Hiç bu kadar bunalmamıştı Özgür. İş yerinin telaşlı koşturmacasın da hiç bu kadar sıkılmamıştı. Yoğun bir günün içindeydi ama kalbi ondan da yoğundu sanki. Çarpıntı içinde neredeyse günü akşam etmişti. Şantiyeye gitmek için tam çıkarken adının çağıran sesle geriye döndü. Emel ona el sallıyordu uzaktan. Durup kızın gelişini beklemeye başladı. Emel uzun sarı saçlı, gece mavisi gözleri ve beyaz teniyle çok hoş, çok duru bir kızdı. Özgür İstanbul’a geldiğinden beri yanından ayrılmamıştı. Genç adama olan ilgisini hiç saklamıyordu zaten. Türkan Hanım’a da bu yüzden yakınlık göstermişti. Özünde iyi niyetli, güler yüzlü, çalışkan ve yetenekliydi aslında. Özgür’den şimdiye kadar karşılık görememişti ama hiç yılmıyordu. Nefes nefese kalmıştı onun yanına geldiğinde: 

_ O kadar seslendim, dönüp bakmadın bana. Bugün ne kadar dalgınsın böyle Özgür? 

_ Afedersin Emel. Pek iyi değilim bugün. Sabahtan beri içim sıkılıyor nedense. 

_ Farkındayım. Çok yoruluyorsun son günlerde. Bugünde epey sıcak hava. Üstüne ceket giymişin birde. Çıkarsana şunu üstünden. Rahatlarsın biraz. 

_ Annem sabah hava serin diye giydirdi ısrarla. Sıkıntıdan ne yaptığımı bilmiyorum ki. 

Özgür ceketini çıkarıp yakasından tutarak omzuna atıverdi. Hafif bir rüzgâr esiyordu. Saçları uçuşuverdi esintiden. Emel hayranlıkla bakıyordu genç adama. Ne kadar da yakışıklıydı. Gözleri ne kadar da güzeldi. 

_ Şantiyeye mi gidiyorsun? 

_ Evet, niye sordun? 

_ Hiç…öylesine. Kahve içeriz diye gelmiştim ben sana ama… çıkıyorsun sen. 

_ Yani…aslında kahve fikri fena değil. Kantine gidelim o zaman. Biraz daha vaktim var nasılsa. 

Emel sevinçle baktı Özgür’e. Yerinde zıplamak geliyordu içinden. Ne güzel bir gün diye düşündü. Sevdiği adam yanındaydı. Belki o da bana aynı şeyleri hissediyor dedi içinden. Mutlulukla gülümsedi tekrar Özgür’e bakarak. Kantine doğru yan yana yürümeye başladılar. 

 

**** 

Handan Poyraz’la geçirdiği bir saatin heyecanını hala yaşıyordu. Evin kapısına geldiğinde ayakları yere değmiyordu sanki. Poyraz ne kadar hayat dolu, ne kadar içten ve güven verici duruyordu. Sürekli şakalar yapıyor, kızı güldürmek için hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. İş arama macerasını anlatırken bile neşelendirmişti Handan’ı. Haydar’ın nasıl biri olduğunu, kıza neler yaptığını öğrenince de şimşekler çakmıştı gözlerinde. Handan bile ürkmüştü o bakışlardan. Bir an sonra gözleri yeniden ışıldamış, çocuksu bir muzipliğe bürünüvermişti. Söz vermişti. Poyraz’da iş araştıracaktı genç kız için. 

Bahçeye girdiğinde annesi ile babasını çardak altında otururlarken buldu. Sevinçle el salladı onlara. Züleyha’nın yüzü aydınlanmıştı kızını görünce. Handan yanlarına gidip ikisini de öptü yanaklarından. 

_ Kumrularım benim…oh, bahçede çay keyfi ha. Bensiz hem de… 

_ Asıl kumru sensin kızım. Bizim kumrumuzsun. Hadi bardağını al gel de, sende katıl bize. 

Handan koşarak girdi içeriye. Çiçekli fincanını alıp geriye döndü telaşla. Yusuf gülüyordu kızın bu haline. 

_ Kızım kovalayan mı var arkandan. Arı gibisin maşallah…. 

_ Evet…vızzzzz….vızzzzzz….hangi çiçekten bal alsam acaba? Anne çiçekten mi yoksa? 

Mutlu kahkahalar yükseldi gökyüzüne. Handan’ın neşesi karı kocaya da bulaşıvermişti bir anda. 

_ Bak sana güzel bir haber verecektim bende. 

_ Ne haberi babacığım? 

_ Sen izindesin nasılsa. Annen de iyileşti gibi. Hepimize moral olsun diye düşündüm. Yarın Keşan’a gidelim diyorum. 

_ Keşan’mı? Ne yapacağız biz orda? 

_ Niye kızım? Her ne kadar senelerdir gitmesek de, biz Keşan’lıyız biliyorsun. Merak etmiyor musun hiç? 

_ Aslında merak ediyorum tabii. Gidelim tabii, hepimize iyi gelir değilmi? 

Yusuf rahatlamıştı kızın cevabından. Handan istemez diye çok tedirgin olmuştu ilk başta ama korktuğu gibi karşı çıkmamıştı kız. 

_ İyi gelir. Hem Bekri Amca’nın eşi de hastaymış. Ona da geçmiş olsun ziyareti olur bir anlamda. 

_ Bekri Bey amcam mı benim? Yani senin kardeşin mi o? 

_ Evet, ama pek sıcak olmadı bizim aramız hiç. Ayşe yani karısını hasta deyince içim elvermedi yine. Çoktandır görmek istiyordum bende memleketi. Bahane oldu aslında. 

O gece karı koca birbirlerine sarılmış yatarlarken düşüncelere dalıp gitmişlerdi yine. İkisi de aynı korkuyu taşıyordu yüreklerinde. Ya orda ters bir şey olursa. Ya Handan gerçeği öğrenirse. Bekri bir fenalık yaparsa? Ayşe kızını nasıl karşılayacaktı? Şadan ve Renan nasıl davranacaktı? Bin bir sorunun içinde kaygılarıyla uyku tutmuyordu onları. 

Handan ise yatağında mutlu mesut Poyraz ile geçirdiği zamanı yaşıyordu tekrar. Şu birkaç gün uzak kalacaktı buralardan. Göremeyecekti onu ama telefonu vardı nasılsa. En azından sesini duyabilirdi. Özgür geldi aklına sonra. Dün geceki bozgundan sonra bugün hiç aramamıştı onu. Handan’ında aklına hiç gelmemişti. Yine aynı suçluluğu hissetti kız bir an. Acaba yokluğunda Özgür ararmıydı onu. Fırsat bulunca telefon edip gönlünü almayı düşündü. Ne de olsa senelerdir kalbi onun için çarpmış, onun özlemiyle yanmıştı. Hala seviyordu ama Poyraz aklını karıştırmıştı. Zamanla her şey yoluna girerdi belki. 

**** 

Ertesi sabah yavaş yavaş hazırlandılar. Yan komşuları Zehra ve Erol çok ısrar edip arabalarını vermişlerdi bu yolculuk için. Otobüslerle uğraşmayın, rahat rahat gidip gelirsiniz demişlerdi. Yusuf başta karşı çıkmıştı ama Züleyha için daha iyi olur diyerek sonunda kabul etmişti çaresiz. Komşularıyla vedalaşıp ağır ağır çıktılar yola. Üç saatlik yolculuk sonunda ineceklerdi Keşan’a. Handan ilk defa gördüğü için geçtikleri yerlere çok dikkatli bakınıyordu arabadan. 

Tekirdağ’a geldiklerinde mola verdi Yusuf Bey. Tekirdağ’a gelipte köfte yemeden olmaz dedi onlara. Köfteyi de yiyince Özcanlar’da yiyeceksin demişti peşinden. Tekirdağ’ın merkezinde ara sokakta buldular Özcanlar’ı. Tabaklarda mis gibi kokusuyla köfteler, yanında turşu, ince kıyılmış soğan kondu önlerine. Nefis ayranlarını aldılar yanına. Ortaya piyazda söyleyince lezzetine doyamadılar bu yemeğin. Finali dondurmalı peynir helvasıyla yaptılar hep birlikte.Karınlarını doyurunca tekrar düştüler yola. Malkara’yı geçince de bir peynir satış yerine girdi Yusuf Bey. 

_ Yamanlar Peynircilik… buranın en iyi peynir fabrikası. Boş elle gitmeyelim, biraz peynir alalım diye düşündüm… 

Küçük satış dükkânına girdiklerinde çeşit çeşit peynirler göze çarpıyordu. Keçi, inek ve koyun sütünden yapılmış beyaz peynirler, sade, biberli kaşar peynirleri, tulum peynirleri, sepet peynirleri ve tereyağ gibi birçok farklı tat görünüyordu. Ayrıca yörede yapılan zeytinyağları, taş fırın ekmekleri ve zeytin çeşitleri de vardı. Seçtikleri peynirleri ve zeytinleri aldıktan sonra yola devam ettiler. 

Keşan’ın girişine doğru uzanan göl boyunca restoranlar, yeni açılmış büyük market-alışveriş merkezi sıralanmıştı. İlçeye girdiklerinde sol tarafta büyük bir park vardı. Handan tabelada yazan “Cennet Bahçesi” ismini görünce hak verdi. Bu park gerçekten cennet gibiydi. Her tarafı yemyeşil ağaçlarla çevrilmiş, rengârenk çiçeklerle bezenmiş, küçük havuzlar ve çocuklar için oyun alanları yapılmıştı. Büyükler için gölgelik yerlerde banklar ve çardaklar duruyordu. 

Caddeler fazla geniş değildi. Parktan sonra askeri birlik komutanlığı ve lojmanları geliyordu. Tenha olan yerler ilerledikçe kalabalıklaşıyordu. Modern giyimli insanlar olduğu kadar halen yörenin özelliğine göre giyinmiş insanlar da görünüyordu. At arabaları fazlaca dikkat çekiyordu. İlçenin meydanına geldiklerinde trafik oldukça yoğunlaşmıştı. 

_ Bugün cumartesi. Pazarı vardır buranın. O yüzden kalabalık olur, dedi Yusuf Bey. 

Sol yanda köy arabalarının toplandığı küçük bir otogar, sağ yanda Belediye binası duruyordu. Tam ortada gölgelik kavakların arasında büyükçe bir çay bahçesi vardı. 

_ Buranın dondurması çok meşhurdur, hele limonatasının tadına doyamazsın, diye açıkladı bu kez Yusuf Bey. 

İlerledikçe sokaklar daha da daralmaya başlıyordu. Handan’ın dikkatini mağazalar çekmişti. Son moda giysiler, gelinlikler, sünnet kıyafetleri ve kuyumcular oldukça fazlaydı. 

_ Baba, burası İstanbul’dan bile renkli. Şu dükkânlara bak, ne kadar zengin çeşitler var. 

_ Evet Handan. Burada düğünler, sünnetler çok gösterişli olur. Yöre adetleri çok takip edilir. Bu yüzden alışverişleri de çok ayrıntılı olur. Mağazalar da ona göre hazırlıyor tabii. 

_ Demek ki burada evlenmek lazım. Buranın ne yemeği ünlü peki? 

_ Şurada ileride Zeko köftecisi var. Çok lezzetli olur köftesi. Ayrıca satır eti çok meşhurdur ama şehir içinde iyi yapan yer yok. Keşan’a girmeden önünden geçtiğimiz Yeni Macur köyde var bir restoran. Orda yemek lazım. Peynir helvası da çok güzeldir. Bak, şu küçük, daracık sokağı görüyormusun? 

_ Evet, ne var orda? 

_ Orda helvacılar, lokumcular ve şekerciler var. İmalat yerlerini görebilirsin. Hem yapıyorlar, hem satıyorlar. Taze taze yani. 

_ Bir gün gelip alırız değilmi baba? 

_ Alırız tabii kızım. Her yeri gezeriz beraber. Bir günde Erikli sahiline gideriz. Harika denizi vardır. 

Biraz daha ilerledikçe yollar tekrar tenhalaşmaya başlamıştı. Keşan Devlet Hastanesi’ni geçince evler de azalmıştı. Yine dar bir sokağa girdi Yusuf Bey. Bahçeli, iki katlı bir evin önünde durdu. Sanki onları beklermiş gibi evin kapısı açılıverdi. Kapıda genç bir kadın duruyordu. Kumral saçlarını arkada toplamış, zayıf, orta boyluydu. Yüzü kederliydi, vaktinden önce yıpranmıştı sanki. Dikkatle onlara bakıyordu. Yusuf onu görünce gülümsedi. 

_ Şadan…tanımadın mı yoksa amcanı? 

Kadının yüzü aydınlandı bu sesli. Koşarak geldi yanlarına. 

_ Yusuf Amca…hoş geldin. Yenge hoş geldin. 

Yusuf ve Züleyha’nın ellerini öptükten sonra Handan’a döndü Şadan. Bir süre dalgın dalgın baktı ona. Sanki bir benzerlik bulmak ister gibiydi gözleri. Sonra toparlandı, yüzündeki gülümseme ile elini uzattı. 

_ Sende Handan olmalısın, hoş geldin. 

Uzanıp sarıldı ona Handan. Kadının yumuşacık yüzü çekmişti onu. İçeriye girdiler sonra. Salona girdiklerinde divanda yatan hasta oldu ilk gördükleri. Beyaz çarşafların arasında iyice küçülmüş bir gölge gibiydi. Ayşe'nin ilk baktığı sadece Handan oldu. Bir damla yaş süzüldü gözlerinden. Dudakları titriyordu, yavaş bir hareketle kolunu uzattı ona: 

_ Handan...kızım!! 

 

by SELVA 

 
Toplam blog
: 71
: 569
Kayıt tarihi
: 25.11.08
 
 

1969 doğumluyum. evliyim, iki çocuğum var. Kitap okumayı ve şiiri severim. ..