Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ekim '11

 
Kategori
Öykü
 

Hayatın ta kendisi 24.Bölüm

Hayatın ta kendisi 24.Bölüm
 

resim alıntıdır. "Beni ayazlarda bırakıp gitme annem."


Yusuf Keşan’da Bekri’nin evine geldiğinde komşuların kalabalığı ile karşılaştı. Herkes sessiz bir mırıltı ile birbirleriyle konuşmaktaydı. Yusuf evin açık kapısından girdi içeriye. Şadan kanepede oturmuş hala gözyaşı döküyordu. Yanında yaşlıca bir kadın sırtını sıvazlıyordu kızın. Yavaş adımlarla Şadan’ın yanına gitti. Şadan başını kaldırıp amcasını görünce ayağa kalkıp ağlayarak sarıldığında küçük bir şaşkınlık yaşadı Yusuf. Şadan ile hiç yakın olmamışlardı. Gerçi Bekri ve ailesi her zaman uzak olmuştu şimdiye kadar. Kızın içindeki acı ile yaptığı bu hareket duygulandırmıştı onu. Oda sarıldı yeğenine destek olmak için. Şadan bu defa hıçkırıklarla sarsılmaya başlamıştı. Gözyaşları dinmek bilmiyordu.

_ Amca, gözümün nuru annem gitti... Ben bu hayatta onun için vardım… Her şeyimi anneme adamıştım… Şimdi ben ne yaparım… Onun yokluğunu nasıl doldururum… Nasıl?

_ Şadan… kızım… yapma böyle, harap etme kendini. Allahın takdiri böyleymiş, elimizden bir şey gelmez… hem isyan etmek günahtır, dua edelim annen için…

Şadan, bir süre sonra kendini amcasının kollarından çekti. Etrafına bakındı birini arıyormuşcasına.

_ Handan… nerede? Gelmedi mi yoksa?

_ Şadan… Handan gelmek istemedi. Mazur gör onu, her şeyi yeni öğrendi biliyorsun. Hala kendine gelemedi. O yüzden…

_  Haklı aslında amca… kızamıyorum ki ona. Ama…. öyle davranmasaydı… anneme öyle bağırmasaydı… belki…

_  Şşşşş…. sakın böyle düşünme…Handan’ın yerine koy kendini, sen ne yapardın böyle bir durumda? Ne yapsak boş, hiç kimsenin ömrünü tayin edemeyiz…kendimizinkini bile…

_ Özür dilerim, acıma ver amca… biliyorum aslında.

_ Bekri nerde? Göremedim onu…

Handan mendiliyle sildi gözlerini. Bıkkınlık dolu bir sesle cevap verdi:

_ Sorma, bir telefon geldi. Renan vurulmuş diye çıkıp gitti. Bu acının üstüne birde böyle bir şey… Perişan olduk hepimiz… haberde gelmedi ondan sonra.

_ O zaman ben gidip bakayım kızım. Hastanededirler herhalde.

****

Handan saatlerdir Emirgan parkındaydı. Anıl ile beraber bir ağacın altına oturmuş, dalıp gitmişlerdi. Genç kız derin bir uykudaydı sanki. Bulutların üstünde uçuyordu. Ne kadar da huzurluydu. Kuşlar gibi hafiflemişti, yüreği neşe içinde oyunlar oynuyordu sanki. Poyraz yine ilaç olmuştu ona. Her zaman olduğu gibi yine yanındaydı işte. El ele mavilerin, yeşillerin arasında koşuyorlardı özgürlük içinde. Gözlerini aralamaya çalıştı ama bu tatlı rüyadan uyanmak istemiyordu. Anıl kollarıyla sarıp sarmalamıştı kızı. Birlikte yaslandıkları ağacın gölgesinde o anın keyfini yaşıyorlardı. Handan biraz daha sokuldu Anıl’a. Hiç uyanmamak, hiç ayrılmamak için. Nasılsa her şey geride kalmamış mıydı?

*****

Yusuf Keşan Devlet Hastanesi’nin acil kısmına girdi koşarak. Danışmadaki güvenlik görevlisine anlattı derdini. Güvenlik görevlisi ameliyathanenin olduğu koridoru gösterdi eliyle. Oraya gittiğinde Bekri’yi bir sağa bir sola gezinirken buldu.

_ Bekri?

Bekri onu görünce önce şaşırdı ama arkasından koşarak geldi yanına.

_ Abi, iyi ki geldin. Ne yapacağımı bilmiyorum, şaşırdım kaldım... Renan…

_ Dur biraz… sakin ol önce. Renan’a ne olmuş?

_ Cenaze için para lazımdı. Şadan Ayşe’nin bileziklerini verdi bozdurmak için. Renan’da bozdurup para getirecekti. Birkaç kişi yolunu kesmiş, bilezikleri almışlar elinden. Sonra da ayağından vurmuşlar oğlumu…

_ Vah vah…d urumu nasıl peki?

_ Kurşunu çıkarmak için ameliyata aldılar… ne yaparım şimdi? Cenaze için para bulamazken, bir de hastane masrafları çıktı başıma…

Yusuf derin bir üzüntü duymuştu bu sözlerden. Yanına biraz para almıştı ama yeter miydi bilmiyordu. Önce cenazeyi kaldırmalıydı. Hastaneyi sonraya bırakmak daha iyiydi.

_ Tamam, Bekri, tamam. Renan bu kadarla atlatmış şükürler olsun. Daha beteri de olabilirdi.

_ İyi de abi, nerden para bulurum ben?

_ Oğlum, benim yanımda var biraz. Önce cenaze işini halledelim. Hastaneyi de sonra düşünürüz.

****

Kemal, ısrarla çalan telefonunu açtı sonunda. Tam da toplantı sırasında başlamıştı çalmaya. Birkaç defa kapatmıştı ama Tijen sürekli arıyordu onu. Nihayet toplantı sonrasında odasına döndüğünde aradı kadını. Tijen telefonunu açar açmaz konuşmaya başladı telaşla:

_ Kemal, çok kötü… çok kötü. Haydar’ı hastaneye kaldırdım. Bir sürü tahlil yaptılar. Hayvan herif, HIV virüsü kapmış. Duydun mu… AIDS olmuş. Kim bilir hangi kadınla yattı. Bendende şüpheleniyorlar. Ne yapacağım şimdi?

Kemal bu sözleri duydukça donup kalmıştı. Aklının ucundan geçmediği bir hastalıktı bu. Ya virüs Tijen’de de çıkarsa.? Ya kendisini de bulaştıysa? O anda Türkan geldi aklına. Arada bir de olsa karısı ile bir birliktelik yaşıyordu. Aklı karıştı birden. Tijen öbür taraftan sesleniyordu ona:

_ Kemal… beni duyuyor musun? Ne yapacağız şimdi?

_ Tijen… bilmiyorum… ben ne diyeceğimi bilmiyorum. Ama… kocanla bir ilgin olmadığını söylüyordun sen…

Tijen ağlıyordu karşı tarafta.

_ Kahretsin… sana söyleyemedim. Birkaç defa zorla beraber oldu benimle…tecavüz etti bana…

_ Of Allahım… offf…

_ Senin de test yaptırman lazım… bende de varsa, sana da bulaşmıştır bu illet…Allahım, ne kadar kötü…

_ Sadece ben mi Tijen… sadece ben mi… karımda var işin içinde. Ona nasıl söylerim ben?

****

Yusuf’un çabalarıyla cenaze işleri tamamlanmıştı. Camide kılınan cenaze namazından sonra mezarlığa gitti kalabalık. Ayşe son yolcuğuna uğurlanmak üzereydi. Bir tarafında Bekri, diğer tarafında Yusuf mezarlığa indirdiler kefenlenmiş bedeni. Tahtalarını dizdiler bir bir. Arkadan küreklerle toprak attılar üstüne. Acılar içinde geçen yaşam bir karış toprağın içinde kaybolmuş gibiydi. En son mezarın başucuna eğreti bir yazıyla yazılı isminin bulunduğu tahtayı dikiverdiler. Kalabalık yavaş yavaş dağılırken Şadan yaklaştı annesinin toprağına. Annesinin başucuna diz çöktü bitkinlik içinde. Sanki onun saçlarını okşar gibi okşadı toprağını. Elindeki şişeden su döktü gözyaşlarıyla birlikte.

_Annem… canımın parçası. Kara topraklar mı alacaktı seni… Bir avuç toprak mı saracaktı bedenini. Ben gözünde bir damla yaş görmeye dayanamazken, sen karanlık bir yere mi kapatacaktın gözlerini? Bir ben bilirim ne acılar çektiğini. Bir ben bilirim senelerce hasrettin yanıp kavrulduğunu. Keşke biraz daha güçlü olsaydın, biraz daha sözünü dinletebilseydin. Ne olurdu sesini çıkartabilseydin. Şimdi Handan’da burada olurdu belki… belki anam diye sarılırdı sana… ama yok… kimim var ki benim… ne babam, ne Renan… bir tek sen vardın benim için. Oysa şimdi ne kadar yalnız kaldım…. bir başıma… ah annem, duy beni… duy da kalk yerinden…

Mezarın üstüne kapandı Şadan, sarsılarak, boğulurcasına ağlıyordu kız. Yusuf onun bu haline daha fazla dayanamadı. Yanına gelip kaldırdı yeğenini. Elindeki şişeden aldığı su ile yüzünü yıkadı.

_ Şadan… yavrum. Ölenle ölünmez, yapma böyle. Perişan ettin kendini. Hadi kızım gidelim…

_ Amcaaa…. annemi yalnız mı bırakacağım burada… bir başına mı kalacak anam…

_ Evladım… Allahın yanında o, yalnız değil ki. Hem bak senelerdir acılar, ağrılar içindeydi. Hepsi bitti onun için. Dua edelim bizde… dua edelim ki yattığı yerde huzur bulsun…

Zoraki olarak Şadan’ı yürütmeye başladı. Onların halini gören Bekri’de gelip kızının koluna girdi. Sanki oda karısının ölümü ile daha bir yaşlanmış ve çökmüştü. Belli etmese de için için o da ağlıyordu. Bir taraftan da Renan’daydı aklı. Ameliyattan çıkmıştı ama hastanede kimse yoktu yanında. Bunca borç nasıl ödenirdi? Renan nasıl kurtulacaktı? Ya hastane masrafları? İçinden çıkamayınca iyice bocaladı Bekri.

Herkes eve dönmüştü. Şadan’ı komşulara emanet eden Yusuf ve Bekri hastaneye doğru yola çıktılar. İkisi de düşünceli bir sessizliğe gömülmüştü. Hastanenin bahçesine geldiklerinde Yusuf Bekri’ye döndü:

_ Bana bak Bekri, şurda oturalım biraz. Her şeyi anlat artık. Babamdan kaç tane bağ kaldı, kaç tane tarla kaldı. Bunların hesabını hiç sormadım sana. İstanbul’da kıt kanaat geçinmeye çalıştım. Senin çoluk çocuğun mağdur olmasın diye hiçbir şey istemedim. Bütün bu malı ne yaptın sen? Nasıl bu kadar parasız kaldın?

Bekri utanıyordu. Başını öne eğdi bu utançla. Ne söyleyebilirdi ki? Yusuf onun sustuğunu görünce ısrar etti:

_ Oğlum söylesene. Olan olmuş artık, anlat da bilelim. Ona göre bir çare yolu arayalım.

_ Abi…. nasıl söylesem. Gözü kör olsun şu kumarın. Buradan gittiğiniz gece de anlattım biraz… ben sen gittikten sonra sadece arada bir oynuyordum. Bir iki bahçeyi böyle kaybettim. Sonra Handan elden gidince bırakmıştım. Ayşe çok üzüldü, çok acı çekti. Onunla uğraşmaktan, avutmaktan oynamadım zaten ama burası küçük yer. Gençlerin fazla bir eğlencesi yok. Renan yetişkin bir delikanlı olmuştu. Arkadaşlarıyla sık sık buluşuyordu. Bende gençtir diye sesimi çıkarmadım. Bir gün öğrendim ki o da kumar oynuyormuş. Baştan çok kızdım, çok dövdüm ama olmadı. Bulaşmış bir kere. Zaten borç taktığı için peşini de bırakmıyorlar. Bizde ödemek için son kalanları sattık. Sadece bir tarla kaldı elimizde. Onun da geliri neye yeterki. İş yok, elde avuçta birikmiş yok… ne yaparım, neyle geçinirim bilmiyorum… sende vardır diye düşünmüştüm ama…

_ Ah Bekri ahhh, ne yaptın oğlum böyle? Nasıl bu kadar kör olabildin? Bende nerde olsun. Bir emekli maaşım var. Emekli olunca aldığım ikramiyeyle güç bela bir ev alabildim. Başka neyim olsun benim?

_ En azından Renan’ı hastaneden çıkartabilseydik..

_Şimdi bunu halletmek lazım… bilmiyorum ki ne yapsak.

Yusuf düşünmeye başladı ama bir yol gelmiyordu aklına. Zaten Bekri’nin daha önce istediği para için bile çözüm yolu bulamamıştı. Birden cüzdanındaki kredi kartı geldi aklına. Şimdiye kadar hiç kullanmamıştı ama şimdi mecburiyet vardı işin içinde.

_ Gidip önce masraf ne kadar öğrenelim Bekri. Hiç kullanmadığım bir kredi kartı var bende. Limiti yeterse ordan alırız parayı artık. Nasıl öderiz bilmiyorum ama Renan’ı da hastanede bırakamayız ki.

****

Hava kararmak üzereydi. Handan’ın telefonu sürekli çalıyordu. Anıl bunu fark ettiğinde gözlerini açtı. Kız hala derin bir uykuda gibiydi. Uzanıp hafifçe okşadı yüzünü. Ne kadar masumdu, ne kadar çocuktu. Kısık bir sesle seslendi sonra:

_ Handan… Handan…. hadi aç gözlerini. Ne zamandır çalışıyor telefonun… hadi güzelim, aç gözlerini…

Handan tonlarca ağırlık hissettiği göz kapaklarını araladı bu sesle. Sisler arkasında gördüğü Anıl’a baktı. Görmeyen gözlerle bir boşlukta gibiydi.

_Poyraz… uyanmak istemiyorum ben ama…

_ Hadi canım… bak akşam oldu nerdeyse. Birazdan hava kararır. Hem belki evden merak etmişlerdir seni… bir bak telefonuna..

Handan uykulu gözlerle eline aldı telefonunu. Evim yazıyordu ekranda. İsteksizce bastı tuşlara..

_ Alo…

_ Handan, yavrum…. nerdesin kızım. Meraktan çıldırıyorum burada. Saatlerdir sana ulaşmaya çalışıyorum. İyi misin kızım?

Handan şuursuzca gülümsedi, peltek bir dille cevap verdi:

_ Bir arkadaşımın yanındayım ben… iyi… iyiyim ben… gelirim birazdan merak etme…

Anıl bir eliyle belinden sarıldı Handan’a ve ayağı kaldırdı destek olarak. Cebinden küçük jelatinlere sarılı birkaç şeker çıkardı sonra.

_ At şunu ağzına… tatlı iyi gelir şimdi..

Gözleri yarı kapalı denileni yaptı Handan. Sonra yine sisler içinde yürümeye başladı. Anıl’ın eli hala belindeydi. Onun desteği ile ilerliyordu adımları. Bilinçsiz hareketlerle eve doğru ilerliyordu Handan. Yol üstünde bir çeşmenin önünde durdular sonra. Anıl musluğu açıp kızın yüzüne soğuk sular çarptı. Suyun yüzüne her değdiğinde elektrik çarpmış gibi oluyordu genç kız. Böylelikle biraz biraz açıldı arkadan. Gri gözleriyle baktı Anıl’a.

_ Anıl… ne ilacıydı o öyle… niye böyle oldum ben?

_ Güzelim, sakinleştirici dedim ya… vermeseydim keşke…

_ Hayır, çok güzeldi… rüya gibiydi… iyi ki verdin bana…

İyice açılan Handan gülümseyerek uzandı Anıl’ın yanağına. Kısa bir süre de olsa her şeyden uzaklaşmak iyi gelmişti sanki.

_ Teşekkür ederim… buradan giderim ben. Seni ararım sonra tamam mı?

_ Tamam canım… hoşçakal….

Onları uzaktan hüzünle izleyen bir çift ela gözün sahibini ikisi de fark etmemişti.

 

 
Toplam blog
: 71
: 569
Kayıt tarihi
: 25.11.08
 
 

1969 doğumluyum. evliyim, iki çocuğum var. Kitap okumayı ve şiiri severim. ..