- Kategori
- Felsefe
Hayatın zarları hileli...
Hayatla oynuyorsan; zar tutmayı bilmen gerek...
Kürede durduğu gibi durmuyor hayat!
İçine doğmaya gör!
…
Doğar doğmaz anlıyorsun da,
Unutuveriyorsun
Büyüme telaşından!
…
“Kuralları ben koyarım,
Kendi doğrularımı
Yaşarım” diyorsun!
“Vay ukala?
Demek öyle sanıyorsun ha?
Dur, göstereyim sana!”
Diyor hayat!
…
Bir tavla maçında buluyorsun kendini,
Dü se!
Hemen kapatıyorsun altı evini,
Maksat hayatı zorlamak,
Ama görmüyorsun, hayatın zar tutan elini!
Bir sallıyor zarları; dü-beş!
Arkasından düşeş!
Ve derken;
“Penç-ü se,
Severler güzeli genç ise”
Deyip;
Alıveriyor elinden
Genç yaşta sevdiklerini…
…
Önce çaresizlik,
Sonra umarsızlık alıyor seni
Sanıyorsun ki; bu bir ninni!
Hüzünlerle ahbap oluyorsun,
Nerede bir ağıt duysan,
Hayatın “hileli zarlarını” anımsıyorsun!
…
Derken…
Yeniden…
Yeniden başlıyorsun kendine güvenmeye…
Bu kez bir dama oyununda buluyorsun kendini!
Daha oyunun açılışında;
“Yemek mecburi”
Diyor hayat!
Nedense, yiyen hep kendisi!
Bakakalıyorsun,
Anlamadan, nasılını, niçinini…
…
Hırs bu ya,
Vazgeçmiyorsun!
Aslında vazgeç-e-miyorsun!
Yaşama olan tutkundan değil,
Verilmiş bir sözün!
Bir minik söz uğruna
“Yaşam oyununa”
Devam diyorsun!
…
Ve yeni bir oyun deniyorsun!
Satranç!
Zekana güveniyorsun,
Bıyık altı bir gülümseme ile,
Gözlerini kısmış hayatın karşısına çıkıyor
İlk piyonu ileri sürüyorsun.
“Dört hamlelik canın var”
Deyip sırıtıyor.
Anlamıyorsun!
Almak istiyorsun bu maçı,
Fakat daha dördüncü hamlede;
“Şah mat!”
Diyor karşısı,
İşte o an görüyorsun
Bu bir “çoban matı”!
…
Kürede durduğu gibi durmuyor hayat!
Hele bir oyuna başlamaya gör!
...