Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Aralık '11

 
Kategori
İnançlar
 

Hayatınızın ikramiyesi Piyangoda değil sizin elinizde !...

Hayatınızın ikramiyesi Piyangoda değil sizin elinizde !...
 

İçinde bulunduğumuz günler 2011 yılının sona ererken 2012 yılına başladığımız günler. Bugünlerde sonuna yaklaştığımız ömrümüzün kalan günlerinin plan ve ümitlerini hesaplarken geçmişte dünyada bulunma gayemize uygun bir hayat geçirip geçirmediğimizi, geçmiş hayatımızın ahretimizde bize sonsuz bir  “hüsran”  hayatı mı  yoksa  sonsuz bir “ödül ve mutluluk”  hayatı mı kazandırabileceğini düşünmemiz gerekmez mi?

Dünya insanlar için Allah’ın eliyle kurulmuş ve bin bir nakışla süslenmiş, her bir insan için ömür denilen bir süreliğine onun kullanımına sunulmuş geçici bir ikametgahtır. Kainatta hiçbir şey gayesiz yaratılmamıştır. ”O ki, hanginizin daha güzel davranacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratmıştır.” (Mülk  Suresi, 2. Ayet), “.. Bir imtihan olarak sizi hayırla da şerle de deniyoruz…” (Enbiya Suresi, 35. Ayet), “Bizim sizi boş yere, bir oyun ve eğlence olarak yarattığımızı ve sizin bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” (Müminin Suresi, 115. Ayet)

İnsanoğlu için dünya hayatının gayesi, ahiret saadetini elde edebilmektir. Bu sebeple Rabbimiz, biz kullarını şöyle ikaz buyuruyor: “ Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa öylece sakının  ve ancak Müslümanlar olarak ölün!"  (Al-i İmran Suresi, 102. Ayet)

Her hayat sahibi ölüm gerçeği ile mutlaka karşılaşacaktır. Ölüm, insanı her an pusuda beklemektedir

Aslında bizler, doğduğumuz günden beri her gün bir parça ölüyoruz, farkında olmadan her gün ölüme doğru yol almaktayız

Gerçekten her gün şu geçici hayattan bir gün daha uzaklaşırken ölüm anımıza bir adım daha yaklaşmıyor muyuz?  Her gün ömür takvimimizden bir sayfa kopmakta değil midir?

Her insan; gidişatına ve nereye hazırlandığına dikkat etmek mecburiyetindedir. “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun...”  (Tahrim Suresi, 6. Ayet), “Cehennem tutuşturulduğunda ve cennet yaklaştırıldığında, kişi neler getirdiğini öğrenmiş olacaktır.”  (Tekvir Suresi, 12-14. Ayet),  “Hal böyle iken nereye gidiyorsunuz?”  (Tekvir Suresi, 26. Ayet)

Hayatın sel misali akışı karşısında alık bir tavır ile dünyanın süsleriyle kısacık bir zaman diliminde eğlenip ebedi hayatımızı sonsuz bir pişmanlığa ve eziyete mahkum etmek akıl sahibi insanın yapacağı iş midir?  

Dünya hayatı insana ebedi hayatını mutluluğa çevirebilmesi için bir mühlet bir fırsattır.

Ahirette verilmeyecek olan mühlet ve fırsatı, bu dünyada tekrar tekrar almasına rağmen insan, büyük bir teyakkuz içinde bulunması gerekirken, maalesef bin bir gaflet içinde ömür takviminden yaprakların birer-ikişer düşüşünü, ekseriyetle hissiz bir şekilde seyrediyor.  Tıpkı kayalar üzerinden boşa akıp giden yağmur damlaları gibi...

Hepimiz, Allah’ın bize verdiği sayılı nefesleri harcayarak, son nefesi verdiğimiz gün dünya ve içindeki bütün bağlantılarımızla ya vedalaşarak ya da vedalaşama fırsatı bulamadan ölümle buluşacağız.

Ölüm anımızın pişmanlık ve eziyetlerin başlangıcı yerine Mevlana’nın ifadesiyle şeb-i arus(düğün günü), bir diriliş ebedi bir mutluluk hayatına açılan bir kapı olabilmesi için ne yapmamız gerekir?

Hz. Muhammed  “Ölmeden önce ölünüz!” ihtarını yaparken,  Hz. Ali “İnsanlar uykudadır.  Ölümle uyanırlar...”  derken Mevlana “Dirilmek için ölünüz!..” diyor.

Bu itibarla nefsani duygularımıza ve dünyevi isteklerimize mağlup olmayıp, asıl yaşayışın, “hayvani ruhla” değil, bize Allah tarafından üfürülen “ilahi ruh” ile olduğunu bilmemiz gerekir. Nasıl yaşayıp nasıl ölmemiz icap ettiğini idrak etmeli ve imandan ihsana ulaşabilmeliyiz.

En feci ölüm,  Allah’tan gafil olmak, onun rızasını kaybetmektir...

Hz Muhammed, Hz. Ömer’in iki omzunu tutmuş ve şöyle buyurmuştur: “Dünyada sanki bir garip veya bir yolcu gibi ol!..”… Bu şuurla Hz. Ömer de, sohbetlerinde daima şu nasihatte bulunurdu: “Akşama ulaştığında sabahı gözetme, sabaha kavuştuğunda da akşamı bekleme.  Sağlıklı anlarında hastalık zamanın için, hayatın boyunca da ölümün için tedbir al.”

Ölüm için tedbir almak ne demek?

İnsan bu fani dünyaya bir imtihan için gönderilmiştir. Dolayısıyla onun en büyük gayesi,  Allah’ın rızasını kazanıp saadet evi olan cennete ulaşmaya çalışmak olmalıdır.  Bunun da yolu: “O gün ne mal fayda verir, ne evlat!.. Ancak kalb-i selim ile gelenler müstesna!..”  (Şuara Suresi, 88-89. Ayet) hakikatinin muhtevasına girebilmektir.

Dünya hayatımızı gerçek hayat olan ahret hayatına istikametlendirmek...  Bir ömür Allah ile beraber olma şuurunda yaşayabilmek…

 Kulluğun en yüce zirvesi ve zarureti her an Allah ile birlikte olduğunu idrak ederek, bir an bile Allah’tan ayrılmadan yaşamaktır. Ancak o zaman ömür ve nefesler zayi edilmemiş olacaktır.
 

Mesut bir ahiret hayatı için amel-i salihlerle süslenmiş , güzel, verimli, huzurlu ve istikamet üzere bir dünya hayatı elzemdir. Hz. Muhammed der ki: “Kişi yaşadığı hâl üzere ölür ve öldüğü hâl üzere haşrolunur.

Son nefese en güzel biçimde hazırlanmak öncelikle,  nefis terbiyesi ile mümkündür. Nefis terbiyesinin özü de, Hz. Muhammed’e tam teslimiyet, bağlılık ve itaattir. Hz. Muhammed’in bütün ibadet, söz, davranış ve muamelatı, Kuran-ı Kerim’in tefsiri mahiyetindedir.  Bu hakikatler çerçevesinde Hz. Muhammed’in kalp aleminden layıkıyla nasip almak için, onu candan, maldan ve sair her şeyden daha çok sevmek şarttır. Bu muhabbet kulu, Cenab-ı Hakk’ın muhabbetiyle yoğurur. Yani ona muhabbet,  Allah’a muhabbet,  Allah’a muhabbet de ona muhabbettir. İşte vuslat için gönlün, bu kıvama ulaşması zaruridir.

Bütün mesele, ömrümüzü, son nefes ile sevinç ve huzurla Allah’a teslim edebilmek,  yani herkesin korkulu rüyası olan ölüm anında sevinç duyarak: "Rabbim, sana geliyorum!.." diyebilmektir...

Ölümün soğuk ürpertilerinden kurtulmanın yegane çaresi, ancak İslam’ın ilkelerine uygun Kuran ahlakı ile donatılmış bir ömür yaşamaya gayret etmektir. Çünkü ölüme hazırlıklı olanlar, ölümden korku duymak yerine onu ebedî bir kavuşma fırsatı olarak telakki ederler. Bunlar, ölümü güzelleştirebilmenin huzuruna ermiş mesut kullardır. Fakat gafilane bir hayat yaşayarak ahiretini mahvedenler ise, ölümün korkunç karanlığının girdabı karşısında soğuk ürpertiler duymaktan kurtulamazlar.”(Osman Nuri Topbaş-Son Nefes)

Mevlana ne güzel söyler: “Oğul, herkesin ölümü kendi rengindedir, insanı  Allah’a kavuşturduğunu düşünmeden ölümden nefret edenlere, ölüme düşman olanlara, ölüm korkunç bir düşman gibi görünür. Ölüme dost olanların karşısına da dost gibi çıkar.”

Ölümü bu güzellikte karşılayabilmek için benlik ve ihtiraslardan kurtularak ilahi emirler doğrultusunda bir hayat yaşamak ve son nefese hazırlıklı olmak gerekir.

Sana yakin (ölüm) gelinceye kadar Rabbine kulluk et!”  (Hicr Suresi, 99. Ayet)  “(İnsanlar) kıyameti gördükleri gün dünyada ancak bir akşam yahut bir kuşluk vakti kadar kalmış olduklarını sanırlar...” (Naziat Suresi,  46. Ayet)

Görüyorsanız ya ebedi bir saadeti kazanmak için bütün yapacağımız bir akşam vakti yahut bir kuşluk vakti kadar kulluk ve ibadettir…

Her akıl sahibi,  Allah’ın kendisine emanet ettiği hayatı daima sırat-ı müstakim(Allah’ın çizdiği sınırlar içinde bir hayat) üzere bir kulluk ve ibadet ile donatarak, süsleyerek  Rabbine bir kulluk bedeli olan “kalb-i selim” götürmenin gayreti içinde olmalıdır.

2012 yılbaşı günü hepimize bu kulluk ve ibadet için büyük bir fırsatı yakalayabildiğimiz bir başlangıç olmasını dilerim. Hayatımızda yakalayabileceğimiz en büyük ikramiye bu olacaktır.
 

 
Toplam blog
: 178
: 1496
Kayıt tarihi
: 01.10.07
 
 

Balıkesir doğumlu.1990 İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mezunu. Balıkesirspor Kulüp Yöneticili..