Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Aralık '15

 
Kategori
Deneme
 

Hayatta kalmak ya da hayatla kalmak...

Hayatta kalmak ya da hayatla kalmak...
 

Hep aranır dururuz. O "gizli özne"nin peşinde...


Bir yılın daha sonu yaklaşmaktaydı. Kendi doğası gibi takvimlerin diliyle de yitip giden zamanın hüznü bir yanda, isli, puslu sabahların oldukça kasvetli, içine hiç bir eylemin tam olarak sığmadığı kısa günlerin yetersizliği ise öte yanda... Bu yetersizlik, uzun ve soğuk kış akşamları ile birleştikçe bile -o güzelim bahar ve yaz günleri gibi- kendisini bir türlü tamamlayamayıp eksik kalıyor gibiydi. Duyarlı bir Metin Altıok tanımlamasıyla "...Kanadı kırık akşamlar zonkluyordu durmadan dışarda". Ülkenin ve bölgenin -2015 yılı boyunca artarak süren- sosyo/ ekonomik ve siyasi bunalım durumu ise daha koyu bir kasvet ve (kolu-bacağı kesiklik gibi) daha koyu bir eksiklik duygusunu yaymaktaydı etrafa...  

İşte zaman böylesi bir atmosferde daha çileli bir hale gelmekteydi. O uzun gecelerin hakkını vermek  için okuma yazma uğraşılarına daha bir ağırlık verdiğinde dilbilgisi kurallarına da (İsimler, sıfatlar, zarflar, yüklemler...) ister istemez giriyor, kendini "ses bayrağı" güzel Türkçe'sinin (1) ılıman limanlarında demirlemiş halde buluyordu. Bu fiziksel ve duygusal konum içinde ister istemez döküldü dizeler dudaklarından; 

                  "Çileli bir zaman zarfıyım..."

Bu çileli hal, mevsimlik ve dönemsel (geçici) bir etkiyle tam olarak açıklanamazdı. İnsanın doğuşundan gelen sonlu olma, mükemmel olamama, eksik olma halinin varoluş çabalarına yüklediği amansız bir baskı kaynağından da besleniyor olmalıydı... Hep egemenlerin buyrukları gölgesinde biteviye çaba, refleks ve ezberlerin izleğinde sürüp giden hayatın başka türlü de olabileceği umudunun sekteye uğradığı, iç dünyasındaki fırtınaların kolayca dindirilemediği dönemlerde daha çok ortaya çıkıyordu. Yaşadıklarının anlamının -ve yarına dair umutlarının- sandığından çok daha farklı, çok daha zengin ve derinlikli olabileceği düşüncesinden uzaklaşıp kendini kapattıkça, böylece dünyası daraldıkça daha da bir  beliriyordu. Oysa hayat içinde her zaman için müthiş rastlantılar, karşılaşmalar, fırsatlar barındıran, üstüne gidildikçe, morallendikçe açıldıkça açılan, çoğaldıkça çoğalan, zenginleştikçe daha da zenginleşen bir süreçti. Bunu unuttuğunda "o çile" daha bir belirginleşiyordu.

                 "Yüklemine bakınan..."

Hayat başlangıcından sonuna kadar hiç bir zaman eylemsiz geçirilen bir süreç değil... Bir kısmı biyolojik-organik, bir kısmı bilinçli, diğer bir kısmı da bilinçsiz/rastlantısal olan bir eylemler bütünü... Bu eylemler bir zincirin halkaları gibi uç uca eklendiğinde insanı getirdiği, getirip bıraktığı -ya da sürüklediği- yerler var... "Neden böyle oldu?", " Bu durum nedir böyle?" diye düşündüğümüzde dönüp o eylemler bütününe (yüklemlerimize) bakarız.

                "Sıfatsız bir suretten taşınıp..."

Aile yaşamımızda olsun, iş ve sosyal yaşamlarımızda olsun yaşam boyu çalışıp didinerek  elde ettiğimiz -ya da kendiliğinden oluşan- çeşitli sıfatlarımız vardır (Baba, anne, müdür, genç, yaşlı, entelektüel, fakir/zengin vb...) Bunların etkin bir şekilde hüküm sürdüğü dönemlerimiz olur. Tadını da sıkıntılarını da derinden hissedip yaşadığımız dönemler...Ama zamanla önemleri de, etkileri de azalır hatta yok olmaya yüz tutarlar! Var olmak için kendisinden başka hiç bir şeye ihtiyacı olmayan bir duygu, bir oluş bütünlüğüne doğru yol alırız.  İşte gelinen bu noktada "sıfatsızdır" artık suretlerimiz...

                "Gizli öznesini arayan..."

Nasıl olmuşsa olmuş kendimiz olmuşuzdur. Kişiden kişiye, zamandan zamana, mekâ ndan  mekâ na değişebilen mücadele, çaba ve rastlantılarla...Ve çoğunlukla bunlara eşlik eden şeylerle (öznelerle) birlikte... Bu "Açık öznelerle"  iç içe, "mutlak bir özgürlük arayışı ile yola çıktığımız yaşam oyununda, 50 tür maske ile" (2) dolaşıp durmuşuzdur. Ama asıl gerçek nedir, "gizli özne" olan hakikat nedir? Ona giden yol nerelerden geçer? Kaçımız "Zümrüt'ü Anka kuşuyuz ki? (3) Hep aranır dururuz. O "gizli özne"nin peşinde...

  "Çileli bir zaman zarfıyım,

  Yüklemine bakınan 

  Sıfatsız bir suretten taşınıp

  Gizli öznesini arayan"

                             (Anonim)

Koşullar ne olursa olsun esas olan belki de hayatla kalarak hayatta olmak olsa gerek...

İ. Ersin KABAOĞLU,

23 Aralık 2015, Ankara

Dipnotlar:

(1) "Seslenir seni bana 'ova'm, 'Dağ'ım/ Nereye gitsem bulur beni arınmış/ Bir çağ ki akar ötelere, / Bir ak...ki yüce atalar.../ Türkçem, benim ses bayrağım." Fazıl Hüsnü Dağlarca.

(2) J.P. Sartre'a ait bir ifadedir. 

(3) Farscası 'Simurg' olan, 'Otuz kus' efsanesi. Batı'da 'Phoenix', Orta-Dogu'da 'Anka', 'Zümrüt-ü Anka' da denilen ve bilinen bir efsane. Bu efsaneye göre, kuşlar ülkesinin bütün kuşları Kaf Dağı'nın ardında kaybolan bilge önderleri, padişahları Simurg'u bulmak için yola çıkarlar. Yolculuk hem çok uzun hem de çok zorludur. İsteği, sabrı ve direnme gücü az olanlarla dünyevi nimetlere takılanlar yolda birer birer vazgeçip ayrılırlar. Kafdağı'na varanların önünde ise hepsi birbirinden çetin yedi vadi uzanmaktadır. Bunlar; istek, aşk, marifet, kanaatkarlık, tevhid (birlik)-yalnızlık, hayret ve yokluk vadileridir. Yedi vadiyi de aşabilen otuz kuşu ise Simurg yerine büyük bir süpriz beklemektedir. Simurg kendileridir! (Eser: 'Mantıkut-Tayr', Ferüdüddin Attar,1120, Nişabur.  

 

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..