Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Şubat '12

 
Kategori
Öykü
 

Hayırdır inşallah

Hayırdır inşallah
 

-“Yattım sağıma, döndüm soluma.

Akşam yattım, sabah kalkarım inşallah.

Kalkamazsam La ilahe illallah Muhammedin Resulallah, eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammedin abdühü ve resulühü.” hadi oku bakalım.

- Ama babaanne daha akşam olmadı ki.

- Olsun sen oku, akşam yatarken bir daha okursun.

Küçük kız biraz titrek biraz isteksiz bir sesle babaannesinin buyruğunu yerine getirdi.

- Aferin öğrendin iyice.

- Babaanne, sabah kalkamazsak ne olur?

- Ölmüş oluruz. İnsan ölmemişse sabah kalkar yatağından. Kalkamazsa ölmüştür.

- Ölmeyelim babaanne, biz hiç ölmeyelim. Annem, babam, sen, ben hep yaşayalım.

- Olur mu hiç öyle şey? Cenabı Allah hepimize ömür vermiş, ama bir gün bitirecek.

- Ne zaman?

- Cenabı Allah istediği zaman.

- Her şeye o mu karar veriyor babaanne?

- Tövbe, başka kim karar verecek, tabi o karar veriyor.

- Ama yazık değil mi babaanne, annem babam ölürse ben ne yaparım? Ben ölürsem de onlar üzülmez mi?

- Üzülür tabi, Allah korusun. Ama korkma, her gün dualarını okursan cennete gidersin. Hem daha senin vaktin vardır, sıra bizde.

- Ama geçen gün annem teyzemle konuşurken diyordu ki: “hiç belli olmuyor, yaşlılar dururken gençler ölüyor.”

- Bazen olur öyle, ama en çok yaşlılar ölür, bir de hastalar. Kırk yılda bir gençler ölür, onlar da cennete gider zaten.

- Sen ne zaman öleceksin babaanne?

- Ölmemi mi istiyorsun cadı? Daha vaktim var benim.

- Nerden biliyorsun?

- Ben çocukken köyde bir falcı vardı, o söyledi. Seksen yaşıma kadar yaşayacakmışım. Daha yetmişime gelmedim, hele dur.

- Peki gençler cennete gidince yaşlılar nereye gidiyor?

- Cenabı Allah’a ibadetlerini yaparlarsa onlar da gider tabi.

- Cennette ne yapılır babaanne?

- Ne yapılmaz ki? Bir kere orada hiçbir kötülük olmaz. Canının istediği her şeyi yer içersin. Şeker mi çekti canın, hoop önüne gelir. Daha sen düşünürken hem de. Elbisenden mi sıkıldın, hoop hemen daha güzel bir elbise sırtına geçiverir.

- Aaa ne güzel.

- Güzel tabi ya. Sen benim öğrettiğim duaları okursan hep cennete gidiverirsin.

- Annemler de olur değil mi orada?

- Kimbilir? Ona da cenabı Allah karar verir.

- Ama onlar olmazsa benim canım sıkılır, özlerim ben onları.

- Özlemezsin, orada senin yakışıklı bir kocan olur, annenle babanı aramazsın bile.

- Ben koca istemiyorum, ben annemleri istiyorum.

- Sus, Allah’ın gücüne gider.

- Gitsin babaanne. Niye beni annemden babamdan ayırıyor?

- Hele bak, neler de diyor bu kız? Çarpılacağız yarabbim.

- Sen çarpıl, yalan söylüyorsun. Ben dua ederim Allah’ıma annemleri yanıma koyar.

- Hey Allah’ım bu kıza kızıp günah yazma bize. Hadi yat zıbar. Annen işten gelene kadar uyu da kafamı dinleyeyim biraz.

- Yatmıyorum işte, hani saati öğretecektin bana? Ben saati öğrenmek istiyorum. Paraları sayacaktık hani?

Ah babaanneciğim, falcının söylediği doğru çıkmadı. Seksenden de fazla yaşadın, doksanına yakındın gittiğinde, o çok istediğin, anlata anlata bitiremediğin cennetine. Gerçi son yıllarında yaşayıp yaşamadığın bile belli değildi. O hiçbir ayrıntıyı unutmayan müthiş hafızan yok olmuştu. Ne yazık ki artık bizim evde kalmıyordun. Seni bu halinle hiç görmedim. İyi ki görmedim. Sana hiç söylemedim, ama seni çok severdim babaanne. Duyuyorsan cennetten beni, şimdi söylüyorum işte. Bütün torunlarına öyle uzak dururdun ki, hiç kucağına alıp sevmedin ki bizi. Ben anneme de söyleyemedim sevgimi biliyor musun? O da uzaktı çocuklarına. Duymadık hiç ağzından: “Canım kızım, canım oğlum” sözcüklerini. Ama bilirdim ben, severdi bizi. Seni ise bilemedim, tanıyamadım. Oysa bütün çocukluğum, genç kızlığım yanında geçmişti. O gün öğretmediğin saati başka bir gün öğrettin, para saymayı, hesap yapmayı da. Bir tek okuma yazmayı bilmiyordun, bilseydin okula başlamadan onu bile öğretirdin eminim. Çok da iyi öğretirdin. Hiç kimseye hiçbir şeyini vermeye kıyamayan sen, bildiklerini bana bir bir aktarırdın. Şaştım yıllar sonra buna. Odandaki sandığında sakladığın meyveler çürürdü de bir tekini bile vermezdin kimseye. Bir konuk geleceğini haber aldığında buzdolabındaki meyvelerden birer ikişer alır saklardın o sandığa. Bitecek diye korkundan olmalı. Oysa yemezdin ki onları, çürütürdün.  Kokular yayılmaya başlayınca da annem duruma el koyar, kavga gürültü atardı çöpe. Halam, savaş yıllarından kalma olduğunu söylerdi bu alışkanlığının. Yoksa bilirdin elbette yiyecekleri çöpe atmanın dinen ne büyük günah olduğunu.

Uzun yıllar oldu, yüzünü bile göremedim. Yetmişinde de hâlâ kırışmayan, sağlıkla ışıldayan güzel yüzünü. Anneme kızdın, gittin bir daha gelmedin. Ne çok kavga ederdiniz annemle. Tartışma demiyorum bak, basbayağı kavga ederdiniz. Nedense oğlunu senin elinden aldığını düşündüğün kadını hiç sevemedin. Ne yapsa kabahat olurdu. İşe girdi, yeni ayakkabı aldı, kaçırıp sakladın. Radyomuz olsun istedi, zar zor bir tane aldı, daha taksiti bitmeden onu da kaçırdın, bir de üstüne üstlük amcamın çocuklarına oyuncak diye verip bozdurdun. Bunlar olurken ben daha okula gitmiyordum, eğlence gibi gelirdi kavgalarınız bana. Hele en kızdığın, söyleyecek söz bulamadığın bir an olurdu ki, çok eğlenirdim. Oturduğun yerden fırladığın gibi giydiğin uzun basma etekliği ellerinle yukarıya çeker, kıvıra kıvıra Pinokyo’nun uzayan burnu gibi uzatıp iki elinle onu sallaya sallaya hem bağırır hem de salonda dört dönerdin. Ben gülerken annem de çılgına dönerdi. “Erkeksizlik başına vurdu gene” derdi. Çok genç dul kalmışsın, ondanmış.

Bizim evden ayrıldıktan sonra bir kez köyde gördüm seni o kadar. Nişanlımın söylediği bir söze kızmıştın da elindeki bastonu nasıl da üzerimize doğru kaldırmıştın. Elinle kocaman bir daire çizdin, “bizim buralar, hepsi bizim. Kimse alamaz elimizden” diyerek bağırdın. Ailemizin arazi davaları bitmemişti henüz. Bir daha da görmedim seni.

Bakma sen o gün, “sen çarpıl, yalan söylüyorsun” dediğime. Senin öleceğini düşünmek irkiltirdi beni. Belki biraz çocuk bencilliği, yalnız kalma korkusu. En çok da sevgi, severdim seni. Bu kadar sevgiden söz ettikten sonra tuhaf gelecek sana; öldüğünü duyduğumda hiç üzülmedim. Bugün cenazede bir tek gözyaşı bile akıtmadım. Nasıl bu hale geldim? Çocukken, seni yitirme korkusuyla başa çıkmaya çalışan ben nasıl oldu da bugünü böyle yaşadım? Ne oldu bana, ne oluyor bize? Kalplerimiz mi katılaşıyor büyüyünce?

Az önce rüyamda gördüm seni babaanne. Hayır mıdır, şer midir, ona sen karar ver ha ne dersin?

Cenazendeymişiz ailece, tıpkı öğlendeki gibi. Camiden çıktık, mezarlığa gidiyoruz. Bilirsin Karacaahmet’in içi alçaklı yüksekli, eğri büğrüdür. Tabutunu taşıyanların ayakları bir taşa mı takıldı ne olduysa düşürdüler seni. Tabutun kapağı yarı aralandı, gördüm içini. Kefenin kıpkırmızıydı babaanne.

Hadi yorumla rüyamı, tıpkı çocukluğumda olduğu gibi. Gündüz gözüyle de. Hayırdır inşallah de, hayır olsun.

*

- Getirdin mi küçük kalıbı?

- Getirdim babaanne, çiviler de hazır, naylon ipler de. Ben çantamı kırmızı istiyorum. Bak, burada kırmızı ip var. Sapını ben öreyim ne olur?

- Aferin, sen bu işi öğreneceksin. Yalnız kırmızı olmasın, kırmızıyı hiç sevmem. Uğursuzluk getirir bana hep.

 

 

 
Toplam blog
: 314
: 1210
Kayıt tarihi
: 07.08.11
 
 

Üsküdar İstanbul doğumluyum ve halen burada yaşıyorum. Okumak, yazmak ve seyahat etmeyi çok seviyor..