Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Kasım '10

 
Kategori
Güncel
 

Haymana'da güneş iki kere doğar

Haymana'da güneş iki kere doğar
 

-insanların görevleri-

Başlığı görür görmez saymaya başladınız. Okumak, çalışmak, iyi adam olmak, tutumlu olmak, insanlara iyi davranmak, çoluk çocuğunu büyütmek, ev ocak sahibi olmak… Say babam say. Sizler nasılsa görevlerinizi biliyorsunuz zaten. Bu yazıyı niye yazıyorum ki?

Korkut’u tanıyanlar bilineni tekrar etmediğini bilirler.

Örneğin yaygın olarak hemen bütün insanların görevi olduğu düşünülen okumak. Gözlerimiz bozuluyor. Kitaplar pahalı. Bizi hayalperest yapıyor. Adama demişler ki okursan bilgin kültürün artar. O da almış eline dokuz kat tat Don kıyısında Şolov, ıhılıya tısılıya okuyor. Aslında hava atıyor.”Ben Rus edebiyatını okuyorum” Yesinler senin karizmanı!

Okumak biz insanlara fayda sağladığı düşünülerek yapmamız istenilen bir görev midir? Ayrıca yapmamız öğütlenmiş ise o da görev sayılır.

Bir konuyu öğrenip araştırmak ve o konuda uzman olmak için bile kucaklar dolusu kitap okumanız gerekli değildir.

Yoksa zevk midir? Zevk aldığımız için mi okuruz?

Okuyup yazabilmeyi ve hesap yapmayı mutlaka öğrenmelisiniz. Zevk alıyorsanız, okumaktan hoşlanıyorsanız Don kıyısında Şolov da okuyabilirsiniz. Bunun dışında okumaya bir dakikanızı bile ayırmayın. Size okumanın faziletlerinden bahsedenler anguttur. Tanrı”İkra!” derken kim bilir nasıl bir okumayı kastetti.

Okumak neden görev? Neden okumadığımız zaman adam yerine konulmuyoruz? Türkiye’de okumamış olanlar, okumayanlar okumuş insanların yanında hiç ama hiç değeriniz yok, bilesiniz. Okuduğum zaman memur oluyorum. Devletten iki milyar maaş alıyor ensemi kaşıyıp oturuyorum. Okumak bu nedenle önemli olmalı. Köylüler, taşrada, kenar semtlerde yaşayanlar okumadıkları için değil gezip dolaşmadıkları, hayatın içine girmedikleri için bilgisizler. Failin, failatün… Divan edebiyatı zırvası, öğrensem nolur, öğrenmesem nolur?

Buradan çocuklarımıza ve gençlerimize sesleniyorum: İlkokul 1’den lise sona kadar tam 12 yılınız bilgisiz yöneticiler tarafından hayatınızdan çalınıyor. Bu süre içinde 15 milyon çocuğa boncuk dizdirsek köşeyi dönerdik.

Korkut evliya gibi adam. Siz onu dinleyin. Okumak söylendiği gibi önemli değil. Hele de görev hiç değil. Hangi salak vermiş bu görevi? Dediğim gibi sadece okumayı ve yazmayı, dilimizi ve konuşmayı, bir de hesabı çok iyi öğrenin. Okumaktan bir kadınla beraber olmak ya da karpuz, baklava yemek şeklinde zevk alıyor, hoşlanıyorsanız, zevk kaçırılmaz, okuyun. Bunun dışında okul eğitimi için anne babanıza ve yetkililere rest çekin. Okula mokula gitmeyin. Sevdiğiniz bir iş, meslek ya da sanata yönelin. 6 ay okuma yazma, 3 ay da hesap, hepsi bu. 12 yıl da ne oluyor? Hapis cezası falan mı? Korkut’un eğitim sistemi okumak değil. Bununla karıştırmayalım lütfen.

Hayatımızda görev olarak yapmamız istenilen okumak, aynı zamanda mecburiyetlerimizden birisi. Yaşamak için bazı şeyleri yapmaya mecbursun. Böyle şey olur mu ya? Özgür insanlar için mecburiyet yoktur. Mecburiyet köleler için vardır.

”Okumadan hiçbir şeyi öğrenemezsin.” Çıtır Seval’e kitap okuyup öyle mi gidiyorsun? Aslında yazımızın konusu okumak değil. İki laf edelim dedik koca sayfayı yedi hınzır. Antoni Kuinin manyak bir filmi var. Gıcık babam” dersine çalıştın mı?” demez mi? Ben de laptopumla tuvalette seyrederim. Ders dediği de Türkiye’nin dağları. Öğrenip de napcan. Gidip birini görsem gam yemeyeceğim. Yok yok. Ne yapıp etmeli Korkut’u bu ülkenin başına geçirmeli. Yoksa çilemiz bitmeyecek.

Bugün hayatımızı dolduran gerçekten ama gerçekten hiçbir faydası olmayan üstelik sanki yapmak-olmak zorunda olduğumuz görevleri anlatmaya devam ediyoruz. Sıra “adam olmak” da. Gerçi okumayla bağlantılı ama biz yine de ayrı anlatacağız.

Öncelikle söyleyim, okuma yazma bilmeyenler, bilse de okumayanlar, sizler adam değilsiniz. Çoban, elinde sopa çoban kılığınla bir üniversitenin kapısından gir, sonra gel yüzüme tükür. Bu ülkenin rektörü bir çobanla görüşemez. Çünkü o okumuş adam olmuştur; sen ise davar çobanı. Ama rektör efendi çobanın güttüğü kuzuların dönerini pek sever. Aslında çobanı da sever. Ama muhatap olarak karşısına almaz. Karizması çizilir sonra. Size yemin ediyorum. Çalıştığım yerde yetmişe yakın eleman var. Üç tanesi temizlikçi falan. Diğerleri bu üçü ile konuşmuyorlar. Selam vermiyorlar. Yemekte aynı masaya oturmuyorlar. Tıpkı beyaz adam köle düzeni. Sadece burası değil, bütün Türkiye böyle. İsteyene gösteririm.

Daha aklınız yetmeye başladığı andan itibaren “adam olmak” adlı piyesin provalarını yapmaya başlıyorsunuz. Kerim Korkut söylüyor işte: Anne babanızın, büyüklerin ve toplumun yapmanızı istediği şeyleri hayatınızdan çıkarın. İşte ancak o zaman adam olursunuz. Adam olmanın içinde neler var? Saygılı, dürüst, aklı başında, büyüklerini sayan küçüklerini seven, oturup kalkmasını bilen, burnunu silen, eş dost akrabayı tanıyan falan da filan. Bunlara bakarsak ben hiç adam değilim. İşte bu işe yaramayan saçmalıklarla çocukların gençlerin kafalarını, yüreklerini ve hayatlarını dolduruyoruz. Bir gencimiz sevgilisiyle konuşurken dinleyin. Muhabbetin yüzde doksanı bu adamlık üzerine. Oysa gülden, gül yanaktan söz edilmesi gerekmez mi? Kart ıstakozlar, erdem tacirleri bizi zehirliyorlar.

İnsanın ilk görevi kendini tanımaktır. Kaç kilosun? Boyun şeyin ne kadar? Ağzında kaç dişin var? Otuz iki. Saydın mı? Öyle diyorlar. O, normal insana göre. Belki sen dünyalı değilsin. Uzaydan geldin. Bir baba marifetiyle bir anneden olduğun bile kesin değil. Öyle diyorlar. Doğduğunu gördün mü? Hem niye bize göstermiyorlar? Kameraya alsınlar; sonra bakalım. Valla arada bir içime şüphe giriyor. İnsan olmayabilirim.

Okumak ve adam olmaktan sonra bize dayatılan beş kuruş etmez saçma sapan hayat görevlerini, meşgalelerini anlatmaya devam ediyoruz. Sıra ana babayı tanımakta. Söylentiye göre Kümbetlinin kızı Safiye annem, Köygöçüren Mal âli’nin oğlu İriza’da babam olurmuş. Yanımdan hiç gitmediklerine göre doğru olmalı. Elin salak çocuğunu bunca yıl niye beklesinler? Kafa kâğıtları var. Orada da yazıyor zaten. Diyelim ki kafa kâğıdını yırttım attım. Nüfus idaresi de yandı. Kim, nasıl ispat edecek varlığımızı? Kişilerin mutlaka bir anne babanın adına kaydedilmesi saçma. Babam katil, annem o…pu. Ve ben belki onların çocuğu olmak istemiyorum. Be nedenle isteyene bağımsız kimlik hakkı tanınmalı.

Ama kastedilen ana babayı tanımak bu değil tabii ki. Onlar seni büyüttüler ya. Sen de onları büyüteceksin. Çocukken sana bez bağladılar. Yaşlandıklarında sen de onlara bez bağlayacaksın. Atan onlar senin. Onlarsız bir hiçsin. Hayır, dualarını almadan değil cennete, cehenneme bile gidemezsin. Yandım ben! Kümbetlinin kızının en iyi duası “Allah iki yakanı bir araya getirmesin” di. Şimdi kravat takıyorum. Gömleğin yakası bir araya gelmiyor. Acaba ondan mı?

İkinci görevin yaşadığın yeri öğrenmek. Öyle fazla detaya girme. Alaska’nın ayıları, Patagonya dayıları; nene gerek karınca sayları? O kadar zamanın yok. Salaklık etme. Ama işte nerde yaşadığımızı da bilmemiz lazım. Sana baba nasihati, işine yarayanı al; yaramayanı salla gitsin. Bu dünyaya çöplük temizlemeye mi geldik? Ceylanlar nerde? Gül bahçeleri nerde? Hatunlar, beyler nerde? Müzik, coşku, adrenalin nerde? Safari, Metalika, Antoni Benderes, Korkut, Ceylan gözlü Afrika kızları… Nasılsa cennete gideceğin garanti değil. Zaten sakallıdan yer kalır mı ki? İşte senin hayat coğrafyan.

Ve iyi insan olmak. Yapmanız gerekenler bellidir. Herkes bilir. Ama daha siz emeklerken tekkeye gidip gelmeler başlar. Hayat okulu derler adına. Her şeyi bilip öğrenmen gerekiyormuş. O kadar da çok şey var ki. Yoruldum saymaktan. Saygı, sevgi, merhamet, rezalet pardon fazilet, sadakat, vefa, Balat affedersiniz yine şaşırdım, hayırseverlik, yardım, âlicenap Cenap Şahabettin misketimi nettin, görgü bir elinde şiş bir elinde örgü… Bunlar olmadan hayat olmazmış.

Üçüncü adım nasıl yaşayacağına karar vermek. Nasıl yaşayacaksın, işte al bir hatun ağzında dökülmüş dişler, gözlerinde yaşlar, belin bükük, çorabın sökük, hanım tuz dedi, arkan cız dedi, ömür boyu bir yastıkta koca. Cenazeni belediye kaldırsın. İmam efendi dört kolluyla musalladan aldırsın. Tanrı bile der ki” Ne salak adamsın!”

Çoluk çocuğunu büyütmek. Bir insanın hayatı nasıl sadece çoluk çocuğunu büyütmek olabilir ya? Ne kadar üzülüyorum anlatamam. Acınacak bir durum. Cahillik mahillik olmuş işte tamı tamına yirmi dört kızan. Bağıra bağıra doğur. Sütü, maması, bezi. Okut, askere yolla, evlendir. İşi yok iş ara. Adam altmışaltı yaşında iki göz iki çeşme ağlıyor: “Hala çocuklarıma ben bakıyorum” Hiç kusura bakmasın Allah dedem. Böyle olmaz. Bu işler için bize birer yedek anne baba vermeliydi. Ama Allah dede ne yapsın? “Sana akıl verdim işte kulum” diyor.

Sizler sadece, öyle davar sürüsü gibi yirmi dört değil, bir iki tane çocuğunuzu sağlıklı bir şekilde dünyaya getirmekle mükellefsiniz. Onları büyütmek, yetiştirmek için devletinizin sistemleri olması gerekiyor. Ama nasıl olacak bu? Önünüzde dağ gibi Korkut dururken kaldırım hükümetlerini, kılıç kalkan devletlerini seçiyorsunuz hala.

Hayatta zevkleriniz ön planda olmalıdır. Keyif ehli olmalısınız. Bir tat bir lezzet almayacaksam niye yaşayım ki bu hayatı? Mecburiyetlerin yerini istekler almalı. Ama ağzınızı sulandıran kaymaklı şöbiyet için alnınızın da terlemesi gerek. İşte işin sırrı burada. Şirini alabilmek için Ferhat’ın kayaları yarması gibi. Herkesin bir Şirin’i var ve Türkiye’de yarılacak kaya çok. Arzu ve isteklerinizin gerçekleşeceğini bilirseniz çabanız artar. Hayatın motoru budur. Tekkedeki dedem istediği kadar bağırsın fazilet diye, ha gayret diye.

 
Toplam blog
: 6332
: 653
Kayıt tarihi
: 21.09.08
 
 

Sadece sayfalarda kalan yazılar şaheser olsalar bile önemsiz ve anlamsızdır. İnsanlara ulaşan ve ..