- Kategori
- Siyaset
Hayvan mezarlığından çıkan “demokrasi” hortlağı
Lice’de bir hayvan mezarlığı yapılmış.
Çoluk çocuğa vahşice saldıran, en aşağılık işlerden gelen kapkara parayla “vatan” satın almaya çalışan, bir takım insanlık dışı yaratıklar, için burada “namaz” bile kılınmış.
İnsanın en yakın dostu köpektir derler. Doğrudur. Bir köpeğe bir kere iyilik ettiğinizde defalarca kızsanız bile size bağlı kalır.
Demek ki köpeklerde de ilkel bir “değer yargısı” var.
Demek ki aslolan, nasıl yaratıldığımız da değil, hangi değerlere ulaşabildiğimiz. Yani insanlık insan bir andan doğmakla kazanılıyor belki ama her zaman öylece, emeksizce korunamıyor.
Demek ki insan olarak doğanlar insan olarak ölemeyebiliyor. İnsanlık korunması her zaman, an be an korunması gereken bir değerler manzumesi.
Bu vatan üzerinde herkesin ayrımsız şekilde temel haklarının tanındığı bir devlet kurmuşuz. Demişiz ki : “Bu devleti kuranlar, tarihleri binlerce yılı bulan, hâlâ içine yeni kavimlerin yeni toplulukların, yeni bireylerin katılabildiği büyük Türk Milletidir. Türk denen büyük tarihi ismin içinde hepimiz kanun önünde eşitlik idealini paylaşalım.”
Böylece etnik köken vs gibi insanlık dışı basitlikleri bir kenara iterek uluslaşmışız.
Dünyada bütün gelişmiş demokrasilerde olduğu gibi demokratikleşmeyi ulus çatısı latında gerçekleştirmişiz.
Demokrasiyi geliştirirken tartışmasız “ulusal egemenlik” kabulü üzerinde hareket etmişiz.
Dünyada hiçbir gelişmiş demokraside demokrasi ulsal egemenliği ve ulusun bölünmez bütünlüğünü yok etmek için kullanılamaz.
İşte ulusal egemenliğin siyasal ve hukuksal sorumluluğu altında uluslaşırken aynı zamanda hukuku oluşturan temel haklar dizgesiyle de insanlığımızı korumuşuz. İnsanlığımızı aşiret, akrabalık, ağalık, gibi ilkel mensubiyetin ötesine taşıyıp siyasal ve hukuksal sorumluluğu taşıyabilen ırklar üstü ulus kimliğine bağlamışız.
Ve bazıları bizim insanlığımızı beğenmeyip kafamıza silâh dayamaya kalkmış.
Kimse kusura bakmasın, bu topraklarda, insanlığı sürdürmemizi sağlayan temel haklar dizgesinin sahibi ve “kanun önünde eşitlik” ilkesi gereği devlet leşmiş Türk Milleti’ne silâh çeken hiç kimse, bu objektif sebeplerden dolayı “insan” olarak kabul edilemez.
Demek ki önemli olan iki ayak üzerinde yürüyüp konuşabilmek değil.
Önemli olan bunları yaparken temel haklara ve bu hakları koruyan insanlara nasıl yaklaştığınız.
Bir ülkede egemen ulusun kendi evini düzenlemesine karşı çıkıyorsanız elinize silâhı alır savaşırsınız. Ama unutmamalısınız ki o zaman da egemen ulus için artık “haklarının korunması gerektiği” bir “insan” olmaktan çıkarsınız. Çünkü vatan düşmanın barınamadığı yerdir.
Bugün böyle mi oluyor? Hayır! Göz göre göre insanlık düşmanlarının kuburları, vatanımızı işgal ediyor.
“Kanun önünde eşitliği” kendi ülkesinde kuran Türk Ulusu yedi düvelden görmediği bir tehditle ülkesinden ediliyor.
İnsanlığını kaybetmiş yaratıkların leşlerin hayaletleriyle korkutuluyoruz. Ve aşiretçi etnik ırkçılık ancak silâhla konuşabilen yaratıklarıyla hortlaklarını üzerimize salıyor.
Olan bu!