Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Gülüm Çamlısoy

http://blog.milliyet.com.tr/

23 Şubat '18

 
Kategori
Deneme
 

Hazan Mahsulü

Hazan Mahsulü
 

Kuşluk vakti acılar örüyor zaman, öteleşen duyguların Tanrısı her sitem kendi kanında boğuluyor.

Örtülü hayatların kayıp yüzünde bazense ayıp addedilen neşriyatın aykırı doğasında önsözü kayıp siciller.

Pervasız dokunuşlar.

Yeknesak kelam.

Zaman fukarası yalan.

Haczedilmiş benlikler…

Muğlâk sancıların yaftalanan türküsü, kayıp ritmi neşenin, bağnaz gölgelerin de istila ettiği insan ve masumiyet.

Ansızın verilen bir molada ve yürek sofrasında yine kıyamet öncesi sinen vicdanların yokluk-tokluk dalaşı.

Mağlup her kıta, aciz her yürek…

Korunaklı dünyalarının öbür yüzü yine insan ırkından ayrık bir günce ve altında Tanrının imzası.

Olup olacak kayıt altında.

Fıtratın coşkusuna yenik düşense zulüm.

Korkak ve titrek oynayışları yine nefsin doyumsuzluğu; yine hırkası üzüncün belli belirsiz bir tını.

Arpa boyu yol almakla kalmıyor titrek bir ışığın da üzerini örtüyor yüreğin sisi.

Nemli caddelerinde aşkın heba olan.

Yeknesak sorgularında mahremin, bir zerre kadar anlamsız belki de muğlâk mahkûmiyetin toleransı.

Adım atmadığımız hangi şehirse istila edilmiş…

Hangi sitemse yanık türkülerin bağrında koyu bir leke.

Kandan bağımsız bir sıvı yine ömrün nemini silen bazense mağduriyet yüklü bir müfreze tanımında neyse delalet olan cesarete ve neyse anlam olan yüreksizliğine mahrem kaygıları ile saf tutan teyakkuzunda bilinmezin.

Bir zar atıp da her seferinde düşeş demenin coşkusu belli ki düşlerle örtülüyüz; belki ki bağımsızız gerçeklerden ve kanıksıyoruz hidayeti de kaderi de.

Şimdilerin coğrafyasında dolduruşa gelen istikametler…

Şimdilerin yalnızlığında, şehir tüten şiirler ve şiirle beslenen az sayıda adam ve kadın.

Adam gibi seven kaç kişi kaldıysa ya da yüreğini rehin veren aşk meleğine: belki de azap ve korku ikilemidir iklimlerin devrildiği, saçakların kırıldığı hele ki aşk da özgürlük de henüz rüştünü ispatlamamışken…

Nifak sokan aşka hep hasret.

Belirsizlik imleci takılı yine şiirin doğurganlığında, hazan mahsülü gözyaşı ne de olsa haram olmayan bir acı bizimki ve şehrinki: tıpkı kıyılarında şiirin süzgün acılarla batıl kazanımların derya olduğu varlık ve yoksunluğun zikrine çalım atan son turfanda bir aşk yine nemalandığımız bazense körelen aslında sona ramak kala başa alma olasılığımız olsa keşke, dediğimiz yüreğin sarnıcı ve sarkacı.

Diyalektik bir tanımlama; kayıtsız bir soru tufanı sonra da şıkları eleyip ölümü avuçladığımız aslında hayatın eleminde toz tutan mazinin bir zikrine sahip olmak, derviş misali arşınladığımız satırlarda; Kerem misali bağdaş kurduğumuz aşklarda.

Sözcükler sivrildikçe, dikenler battıkça kanayan ne gülün yaprakları ne de bülbülün olmayan kanatlarına nazire yapan bir çiçeğe sitemi de özlemle eşleştiren doğurgan tabiat.

Hüzün gibi doğurgan.

Gök gibi engin.

Yaratıcı kadar ulvi.

Nem kadar kaygan.

Kaftan kadar sıcak tutan yüreği de ruhu da ve tümden gelen bir eylem yokluk aslında varlık kadar da kutsal ve yeknesak.

Şimdilerin şerrine öykünen ibliste saklı onca kehanet zira dünden arda kalan sadece mazlum ve mağdur bir kaygı tıpkı üstü örtülü zihniyetlerin korumacı tutumuna şapka çıkartırken medeniyet.

Eşrafın dilinde gıybet.

Gıybetin hükmünde aciz kullar.

Kul hakkı yemeden yaşamaksa vicdanın zaruri seçimi belki de ölçüsüzlüğün sunumunda limitleri zorlamadan ve yüklenmeden hayata, dirayeti sınanan bir hâkimiyet kadar da kuralcı ve yükümlülüklerin bilincinde.

Bir zaafı örten bazense zarfının yokluğuna alışmış bir mektuba özenen kalem.

Arda kalan hep hazan mahsulü.                 

Sondan başa sayarken kayıpları.

Görünmezin gücüne vakıf hele ki ayrımcılığın gölgesine tapan zalimlerden de uzak kalmak adına.

Hayatın sınadığı belki sınanmanın doğasında saklı tutulası umutlar.

Umutsuz ve bakir acılardan alıp da nasibini ta ki ölümün bir gafına tanıklık yapıp sanık koltuğuna oturan Kara Melek.

Zanlardan sıyrılmak adına hele ki zaruri hedeflerden uzaklaşıp kendi içinde devinen bir ritmi güne ve hayata yaymak.

Zorların baş tacı.

Kayıpların hüsranı mimlediği.

Yine de vazgeçmeden umut beslemek hele ki hayallerin ölçeğine galip gelen bir mağduriyeti bile sindirip kuytusunda şehrin bir kalesinde mahsur kalmak yitilmişliğin.

Ne zamanki güneş doğacak belki de sunumu ışığın en elzemi…

Ne zamanki karanlık kayıplara karışacak ne de olsa umut yüreğin kıblesinde aralıksız nöbette.

Ve ne zamanki kıracağız zincirlerimizi…

Tanımsızlığın tanımına ayak uyduran bir tebaa.

Aşkı reşit bilen bir yüreği de sonlandırmadan.

Belki demenin mahiyeti ne zamanki belirgin bir nota.

Belli demenin bedeli ne zamanki bir seçim.

Hadi, kap gel tüm duyularını ve at yüreğin karasını ki çeperinde saklı tuttuklarından da utanma…

Ne gaflet.

Ne de zaruriyet.                 

Asaletin yongası hep bekleyişlerin sabra bandığı bir de gönül gözünde uçuşan perdelerin yine aydınlığa çıkmakla eşdeğer olduğu.

 

 
Toplam blog
: 216
: 117
Kayıt tarihi
: 22.08.13
 
 

Yazmaya gönülden sevdalı, kendini her daim geliştirmeye çalışan, öğrenci ruhlu biriyim. Mesleğim ..