Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Mayıs '09

 
Kategori
İnançlar
 

Hazır mısınız?

Hazır mısınız?
 

Mezartaşları bir kültürdür.


“Öleceğimi bilsem mezarımı kazdırırım.” Diye bir söz vardır.
Kimse ne zaman öleceğini bilmiyor. 

Bilmediği içinde, büyük bir hırsla dünya işlerine dalıyor. Herşeyi elde etmek için durmadan didiniyor. Kazandıkları ile çevresine yardımda bulunuyorsa, kazandığını doğru harcıyorsa, mesele yok. Gönüllerde yerini alıyor.  

Eğer birde kirli çıkıysa, ”ben kazandım, size mi kazandım. Kimseye zırnık koklatmam.” düşüncesiyle yatıp kalkıyorsa… Vay haline. Bu Dünya’da yalnız yaşar insan. Öbür dünyaya da yalnız gider. 

Bir arkadaşım şöyle demişti. “Yalnız yiyen, yalnız gider. ” Çok hoşuma gitti, bu söz. Başka söze gerek var mı? 

Birlikte okul okuduğum birisi, (arkadaşım demiyorum) kalp krizi geçirdi öldü. Öldüğü yerde, on saat sonra buldular. Tuvalete girmiş, kapıyı kilitlemiş ölmüş. Diyorum ki, yanında bir arkadaşı olsaydı, böyle ölmeyebilirdi. Hiç mi arkadaşın yok. Tek başına maç izlemeye gidiyorsun? Birleriyle bir şeyleri paylaşmak o kadar zor mu? En çok arsa sende. Para var. Aman! Birisiyle bir şeyleri paylaşırsın. Ne oldu? Yalnız oturan, yalnız öldü. Dünya malı, Dünya’da kaldı. 

Paylaşmalıyız bu dünyada. Dostlarımız olmalı. Zor günler için. Bu Dünya’yı dar etmemeliyiz birbirimize.
Değiştirelim azıcık konuyu.
Hani derler ya; ”Boş mezar bulsa, içine girecek.”
Bu Dünya’da, “boş yaşayanlar, boş mezar” peşinde koşarlar. 

Bir insan tanımıştım. Adı Hasan’dı. Herkes ona, ”Kaçak Hasan” diyordu. Adam hayatı boyunca, hep ahlaksız işler yapmış. Hırsızlık, kız kaçırma, kumar… Ne ararsan var adamda. Hep kaçmış, hapse girmemek için. Kimse yanına oturmazdı. Hemen kavga çıkarırdı. Bir çay parası için, kahveci ile kavga ederdi. Evini ve tarlalarını hep kumarda harcamış. 

Öldü bu adam. Ölüsü, üç gün sonra bulundu. Yalnız başına yaşadığı kötü evde, pis bir yatak içinde. Ellerini bağladığı göğsünün üstünde, bir elinde, bıçak vardı bu adamın. 

Yaptığı haksızlıklardan, ahını aldığı insanlardan korkuyordu bu adam.
Kalabalık içinde yalnız yaşadı bu adam.
Ölürken de yalnızdı.
Elinde bir bıçak.
Sığındığı kimse yoktu.
Sahip çıkanda yoktu.
Cenazesinde birkaç kişi vardı. 

Oğlu bana dedi ki; ”Hocam babam çok kötü yaşadı. Çok kötü işler yaptı. Bak cenazesine kimse gelmedi. Ben bütün bunlardan ders almalıyım. Ben yalnız birisi olmak, böyle ölmek istemiyorum.” 

Müslümanlara ait mezarlar, genellikle yerleşim yerlerinin yakınlarına kurulurdu. Kentler büyüdü. En merkez yerlerde, mezarlıklar var şimdi. Şehirlerin orta yeri mezarlık.
Biz Müslümanların mezarları, diğer inanç sahibi milletlerin mezarlarından faklı bir yapıdadır. “İbret verici bir tablo” gibi hep gözümüzün önündedir mezarlıklarımız.
Mezarlıklar” bizim kimliğimizdir. Sahip çıkalım. Yok olmalarına, bozulmalarına izin vermeyelim, desem de faydasız.
Mezarlıkları çok güzel “talan” ediyoruz.
Hazine avcıları, mezarları tarih boyunca hep yağmalamışlar. Antik çağlardan günümüze bu talan devam ediyor.
Gözlerini para hırsı bürümüş antikacılar, çok nadir bulunan bir lahti parçalayıp içinde altın arıyorlar. Aslında parçaladıkları “lahit” birkaç yüz kilo altından daha değerli. Antakya Samandağı ilçesinde gördüğüm lahitlerin hepsinin altı delikti. Müzelerde gördüklerimde öyle.
Bir arkeolog arkadaşım söylemişti. Lahitlerin çoğu, gömüldükten veya yapıldıktan birkaç ay sonra hazine avcıları tarafından soyulurmuş. Bu günlere gelenler, çok iyi korunan ve gizlenen mezarlarmış.  

** 

Sizlere “Eski ve yeni mezarlıklardaki” birkaç mezar taşı üstündeki yazıları aktarayım.
Mezar taşları üstüne yazılan yazılar ve şiirler, aslında başlı başına bir kültür.
“Annen ve baban seni hiç unutmadı, unutmayacak.18.04.2000”
“Düşündükte en sonunda yüreğimize ektik seni. 13.03.1953” 

“Kişinin ne kadar olsa şöhreti şanı.
Akıbeti iki taş olur onun nişanı. 1947” 

“Gittin ömrünün baharcığında.
Çiçeğini döküp gittin.
Son ayrılıkla boynunu büküp gittin.
Anan baban yaslı kaldı.
Gözlerimiz yaşlı kaldı. 1956” 

“Nasibim bu genç yaşta kara toprak.
Kalleşçe vuruldum, şu kadere bak.
Yolcu bir fatiha okuyup ta geç.
Bu ahirete giden son durak.1966” 

İstanbul’da “Zincirlikuyu Mezarlığı’nın” kapısında;
Her fani ölümü tadacaktır.” Yazmaktadır.
“Ecel şerbetini herkes içecek.” 

Şairin dediği gibi,
Arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan” hepimiz geçeceğiz. 

Ozanın dediği gibi;
İki kapılı bir handa, uzun ince bir yolda” yolumuza devam edeceğiz. 

Bir kapıdan girdik, bir kapıdan çıkıp gideceğiz.
Zamanı belli değil, bu yolculuğun. Belki bugün, belki yarın…
Allah geçinden versin. 

Büyük ozanlardan, ”Deliktaşlı Ruhsati” bin sayfa ile anlatılacak bir durumu, bir dörtlükle şöyle anlatmış.  

Gördüm iki kişi mezar deşiyor.
Gam kasavet gelmiş boydan aşıyor.
Çok yaşayan yüze kadar yaşıyor.
Gel de bunu hayra yor deli gönül.” 

Gönül bu, ”Deli Dumrul” gibi, hayat satın almak için bile uğraşabilir.
Parası olana herşey var çarşı pazarda.
Ne yazık ki, parayla “hayat” satılmıyor.
Ömrün” değeri parayla ölçülmüyor.
Trilyonlarınızın değerini arttırabilirsiniz. Yalnız “bir” hayatınızı, “iki” edemezsiniz bu Dünya’da.
Bir kaç hayatınız/hayatımız yok. 

** 

Düşünmediğimiz tek şeydir ölüm.
Bizden vazgeçmeyen tek şeydir ölüm.” 

** 

Sevdiklerimiz, dedelerimiz, ninelerimiz, anamız, babamız, bacımız… Çok erken çocuklarımız, zamansız arkadaşlarımız, eşlerimiz, kocalarımız… Yüzünü bize dönen herkes… Kısaca bir hayatı paylaştıklarımız… Sevdiklerimiz… 

Bırakıp bırakıp bizi gittiler.
Kimi hüzün dolu…
Kimi kederli…
Acılara gömüp yüzümüzün aksini.
Duvarda bir resim koyup gittiler.
Ayak seslerinden tanırdık sizi.
Kapımıza hüzün asıp gittiler.”  

Bir yerlere, ”hüzünleri” asıp bizde gideceğiz.
Gitmeden, bir çocuğun yüzünde, “bir gülücük” bırakabilirsek ne mutlu bize.
Gencim diye sevinmeyin.
İhtiyarım diye üzülmeyin. 

Her zaman, her yerde. 

Hazır mısınız? 

 
Toplam blog
: 420
: 1641
Kayıt tarihi
: 19.12.08
 
 

1957 Çanakkale/Yenice doğumluyum. Öykü ,deneme, şiir yazarım. Yazdığım bir çok şiirin bestesini d..