Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Haziran '15

 
Kategori
İnançlar
 

Hem Ramazan'ı hem de orucu çok seviyorum

Hem Ramazan'ı hem de orucu çok seviyorum
 

Ramazan’a bir kez daha kavuşurken, oruç ve klasik kamplaşmamızla ilgili daha önceki yazımı (yazılarımı) tekrar paylaşmak istiyorum. Aradan geçen zaman içersinde - olumlu istisnalar hariç - değil yumuşama, tarafların daha da sivrileştiğini görüyorum. Dindarın dindara olan öfkesini ise ibretle izliyorum, söyleyecek söz bulamıyorum.

Bahsettiğim yazımın en ilginç yönü kuşkusuz ki Batı’da sağlık adına düzenlenen açlık kampları, yani aç kalmanın değil demode gittikçe daha da revaçta olması. Açlığın nelere iyi geldiğini okuyunca, sanırım siz de şaşıracaksınız. Ancak en önemli nokta, açlığın olumlu etkilerinin görülebilmesi için “gönüllülüğün” esas olması. Yani zorla güzellik olmuyor.

İşin ilginç yanı, bu yazımı bulmaya çalışırken Ateistler ve Agnostiklerle ilgili diğer bir yazıma çok farklı bir platformda rastlamış olmamdır: http://neolaki.net/ney/Agnostik--ateizm-4.html Bu açıdan aslında çok “paylaşımcı” bir çağda yaşıyoruz. Bakış ve dünya açınız ne olursa olsun, internet ortamında emeğiniz hiçbir zaman zayi olmuyor. İllaki birilerinin dikkatini çekiyor.

Ramazan’ı ve orucu bu kadar severken, geçen seneki satırlarımı da tekrarlamak istiyorum:

Evet, doğrudur: Ramazan orucuyla biraz halsiz, biraz uykusuz bırakmaktadır. Ama zaten onu anlamlı kılan da odur. Tüm dünyaya biraz nefeslenin, biraz huzur bulun, dayanma ve teslim olma sınırlarını yeniden keşfedin, gözünüzü açlara ve muhtaçlara çevirin demektedir.

Tüm insanların bu insanlıklarını hatırlamaya o kadar çok ihtiyaçları var ki.

Ne olurdu, senenin bir ayında tüm dünyada üretim çarkları yavaşlasa. Oruç tutsun tutmasın, tüm insanlar işlerine sabah onda başlasa ve öğleden sonra üçte paydos etse. Oruç tutsun tutmasın, hiç kimse ağır işlerde çalışmasa. Oruç tutsun tutmasın, herkese gönlünce değerlendirebilecekleri ikindi, akşam ve gece vakitleri kalsa. Oruç tutsun tutmasın, herkes bir nebze olsun maddi tüketim dünyasının koşuşturmasından kurtulabilse.

Ramazan ayı boyunca tüm dünyada çarklar biraz olsun yavaşlasa, üretim ve tüketim azalsa, dayanışma ve yardımlaşmayla tüm dünyalılar kardeş olsa. Senede bir ay için dahi olsa, bu gerçek olamaz mıydı?

Ramazanınız mübarek, ibadetleriniz makbul olsun...

ORUÇ TUTANLAR VE TUTMAYANLAR (21.07.2012)

Evet, bu yazımı oruç tutanlar kadar tutmayanların da okumasını istiyorum. Çünkü bu konuda da her zamanki gibi klasik kamplarımıza bölünmüş durumdayız.

Bir kısmımıza göre bu arkaik ibadet şeklini günümüz şartlarında uygulamaya kalkmak, insanın kendi kendine uyguladığı eziyetten başka bir şey değildir. Aç kalarak ibadet etmek kadar anlamsız bir şey olamaz. Bu nasıl bir Allah kavramıdır ki, kulların böylesine “sürünmesini” istiyor. Belki eski zamanlarda, öğlene kadar uyuyarak ve bütün Ramazan ayı boyunca çalışmayarak oruç tutmak mümkündü. Ama artık o devirler kesinlikle geride kaldı. Ayrıca o ağız kokusu da çekilecek bir dert değil!

Diğer kısmımıza göre ise gayet tabii ki herkes her şart altında oruç tutmak zorunda. Hele müdür mevkiinde olanlar gerekirse zorla emri altındakilere oruç tutturmalıdırlar. Bu dünyada kızsalar da öbür dünyada nasıl olsa onlara duacı olacaktır bu gafiller. Oruç tutmayanlar ve hele uluorta bir şeyler yemeğe ve içmeye kalkanlar, gayet tabii ki kötek ve gerekirse daha da kötüsünü hak ediyorlar. Zaten şu Nişantaşı gibi Ramazan ayını adeta es geçen semtler de fena halde sinirleri bozuyor. Burası Müslüman ülkeyse herkes dinini bilecek arkadaş!

Tabii ki bu uç noktalarda bulunanların dışında çok da geniş “karma” bir kitle de var. Yani, oruç tutmasa da bu ibadeti çok sevenler veya ne olursa olsun tutanlara saygı gösterenler. Aynı şekilde orucunu hiç aksatmasa da, kesinlikle herkesi buna mecbur görmeyenler. Orucun her şeyden önce “gönülle” tutulması gerektiğini çok iyi bilenler.

Peki, oruç gerçekten de demode ve insan bünyesine zararlı bir ibadet midir?

İnançlı insanlara göre tabii ki hayır. Çünkü onlar hangi ibadet söz konusu olursa olsun, bunun her daim öncellikle insanların iyiliği ve mutluluğu için olduğunu yaşayarak tecrübe edinmişlerdir. Bu konuda Allah'a olan güvenleri tamdır. Ayrıca her zorlukla birlikte kolaylığın da olduğunu çok iyi bilirler.

Bu yüzden sanıldığının aksine, bu uzun ve sıcak yaz günlerinde orucu doğru ve isteyerek tutanlar aslında çok kolay tutuyorlar. Tutmayanların varsaydığı gibi açlık ve susuzlukla debelenerek bir an önce iftar saati olsun diye dört göz beklemiyorlar. İftar ve sahurda da karınlarını tıka basa doldurmuyorlar. Gerektiği kadar yiyip içiyorlar. Hem manen hem de vücut olarak “hafifliyorlar”.

Bilinçli ve doğru beslenerek oruç tutanlar için bu gerçekten böyle. En fazla uykusuzlukla mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Onun için de kısa kestirmeler yeterli oluyor. Tabii ki bazı iş ortamlarında bu daha zor oluyor. Ama sonuçta ona da dayanmasını biliyorlar, ayrıca özel durumlarda oruçlarını kazaya da bırakabiliyorlar.

Orucun hiçbir şey yapmadan oturup duran miskinlerin ibadeti olduğu varsayımı da temelden yanlış! Tam aksine günlük hayatın her zamanki gibi devam ettirilerek tutulan oruçların bir kıymeti var. Kaldı ki hafif koşuşturarak geçirilenler aslında orucun en kolay tutulduğu günler oluyor.

Ama tüm bunlar büyük bir disiplinplanlama ve özveri gerektiriyor. Bu özellikler de genellikle yurdumun insanında pek bulunmuyor, dolaysıyla oruç ibadetinde yaşanan sorunlar da bundan kaynaklanıyor.

Açlığın kendisi ise değil demode olmak, tam tersine “trend” olmaya başlamış durumda. Bu yüzden geçen seneki Ramazan yazımı tekrar sizlerle paylaşmak istiyorum. Açlığın neden sağlık için bu kadar gerekli olduğunu Der Spiegel'in makalesi çok güzel anlatıyor.

Umarım aşağıda yer alan geçen seneki yazım hepinizin, yani oruç tutanlar kadar ve tutmayanların da ilgisini çeker:

AÇ KALMAK SAĞLIĞA ZARARLI MIDIR? (31.07.2011)

Malumunuz, yarın mübarek Ramazan ayının başlamasıyla beraber Müslümanların hayatında namazdan sonra en önemli yeri tutan ve sembolik değeri çok yüksek olan oruç ibadetine sıra geliyor. Amaç bir ay boyunca aç kalmaktan çok öte, sadece vücut olarak değil manen de gerçek anlamda “ arınmaktır” .

Belki de bu ikincisi boğazına sahip çıkmaktan çok daha zordur, çünkü en ufak bir dedikodu veya olumsuz söylem bile bu manevi temizliğe leke sürebilmektedir. Dilimize sahip çıkmak ise biz insanlara hep zor gelmektedir, özellikle de incinip kırılınca veya haksızlığa uğrayıp öfkelenince. Onun için orucun belki de en zor tarafı “dilsizleşebilmektir” . Ne mutlu bunu gerçekten başaranlara, ne mutlu bunu ömür boyu başaranlara! Sayıları o kadar az ki. Biz diğer sıradan faniler ise hiç değilse bir ay boyunca biraz olsun bu keskin uzvumuzu biraz olsun köreltebilirsek, kendimizi mutlu sayıyoruz.

Tabii ki aç kalabilmek de o kadar kolay değildir. Ama bundan ötesi hep şu soruyla karşılaşırız: Aç kalmak sağlığa zararlı değil midir?

Cevap: Hayır, tam aksine aç kalmak sağlığa faydalıdır.

Doktor olmadığıma göre bunu nereden mi biliyorum? Der Spiegel'den, çünkü konuyu bir somun ekmek, bir bardak su ve iki dilim elma eşliğinde kapak konusu yapmışlardı (“Die Heilkraft des Fastens” - 13/2011). Daha önce incelemiş olduğum bu makaleyi Ramazan öncesi siz okurlarımla tekrar paylaşmanın tam zamanıdır diye düşündüm:

BATI ORUCU KEŞFEDİYOR

Siyaset ağırlıklı bir dergi olmasına rağmen her hafta farklı konuları kapağına taşıyan Der Spiegel dergisi geçen hafta oruca yer vermiş. “Sağlıklı vücut, berrak kafa” sloganıyla “Orucun İyileştirme Gücü” diye başlık atmış. Şu sıralar Avrupa ve Amerika'da bir haftalığına özel açlık kamplarına katılmak modaymış. Buna özellikle maddi durumu ve eğitimi yüksek kesimler ihtiyaç ve ilgi duyuyormuş. Bu kamplar bildiğimiz diyet kampları değil, orucun farklı şekillerinin uygulandığı, yani bilinçli olarak “aç” kalınan özel yerler. En çok tercih edilenler ise manastırlar. Rahibeler eşliğinde sıkı bir açlık kürü uygulanıyormuş.

Belki teorik olarak oruçtan farklı bir aç kalma şekli onlarınki. Yani bizler gibi gün doğumundan gün batımına kadar aç kalmıyorlar, daha ziyade az yiyerek sürekli bir açlık söz konusu olan (İslami ve Musevi oruç şekillerini de örnek olarak vermişler). Ancak sonuç itibarıyla aynı oruç tutanlardaki belirtiler gözlemleniyor, örneğin ağız kokusu ve halsizlik gibi. Birçok insan bunu bizde “kötü” olarak algılar, fakat bilimsel veriler bu tür bir açlığın sadece vücudu iyileştirmekle kalmadığı, aynı zamanda ruh sağlığını da çok olumlu etkilediğini gösteriyor.

Benim için de bu makale bazı soruları gidermiş oldu. Ben orucu çok severek ve isteyerek tutanlardanım. Ancak açlık ve daha çok uykusuzluk beni de sıkı bir sınavdan geçirir her defasında. Fakat o ay içersinde bulduğum mutluluğu ve huzuru, senenin geri kalan zamanında yakalamam asla mümkün olmuyor. Ben bunu öncelikle o aya has inanç yoğunluğuna bağlıyordum.

Ancak öğrendiğime göre bizzat aç kalmak da birkaç gün sonra mutluluğa neden oluyor: İlk başta aç kalınca stres hormonları olan Adrenalin ve Cortizol bünyeyi alarm haline geçiriyor. Ancak birkaç gün sonra oruç tutanlar kendilerini çok huzurlu ve zindehissediyorlar. Bunun nedeni bilinç yükselmesi (Fasten-High) gösteriliyor, çünkü açlıkla beraber mutluluk hormonu denilen Seretonin sinir sisteminde daha uzun süreli kalmaya başlıyor. Seretonin'deki bu değişimin hastalık ve migrene de olumlu etkisi olduğu düşünülüyor.

Aç kalınca eklem iltihapları da azalıyor , çünkü etken maddenin üretimi baskılanıyor. Bir günlük açlıktan sonra glikojen şeklindeki şeker tümüyle tüketilmiş olduğundan karaciğer sindirim ve kas sistemindeki proteinleri glikoza çeviriyor. Metabolizma yağ yakmaya başlıyor. Yağ depoları başlıca enerji kaynağı haline geliyor. Karaciğer yağ asitlerini ketona çevirdiği için nefes kokmaya başlıyor. Yani sadece belli saatler arasında değil de, arada az bir şeyler yeseniz dahi, aç kalan bünyede nefes kokusu kaçınılmaz oluyor. Bu sadece bize ve Ramazan'a has bir şey değil.

Oruç kamplarında sindirim sistemi özel olarak boşaltılıyormuş. Birçok insanda, doğru beslenme şekli ve sıvı alınımıyla, Ramazan boyunca sindirim sistemi çok iyi çalışır, örneğin bende de bu böyledir. Belki az yiyip çok su içtiğimdendir, doğal bir gereksinim oluyor. Bu da bünyeyi çok rahatlatıyormuş, galiba sağlıklı bir orucun ön şartı bu.

Vücut kas proteinlerini de yaktığından, özellikle orucun başlangıcında kas dokusu kaybı olabiliyor. Buna karşı önlem olarak protein takviyesi ve hareket tavsiye ediliyor. Oruçluyken normal zamanlarda ilginizi çekmeyen gıdalara yönelmeniz bundandır. Vücudunuz sizi yönlendiriyor, örneğin diyetisyenlerin yatmadan önce tavsiye ettiği bir bardak soğuk süt harikalar yaratıyor. İnanılmaz da leziz geliyor, tabii sütü sevenlere.

Kas dokusu kaybı önemli, uzun süreli sağlıksız oruç tutanlarda kalp kası zarar görebiliyormuş. Ancak bizim oruç şeklimiz akşam yemeğine izin verdiğinden, bu gibi zararları pek olmuyor. Batılıların orucu daha katı, neredeyse proteinsiz besleniyorlar. Sadece çorba ve haşlama sebze ağırlıklı. Bir haftadan fazla sürmüyor. Bizdeki sorun iftardaki ağır ve yanlış beslenme şekli. Hâlbuki diyetisyenler Ramazan boyunca birbirinden güzel ve pratik beslenme listeleri hazırlıyorlar. Önerileriyle gerçekten de orucu sağlıklı bir hale getiriyorlar.

Orucun uzun süreli etkileri:

Aç kalmak yaşlanma ve diyabet ile kanser gibi hastalıklardan koruyan hücrelerin etkin çalışmasını sağlıyor. Ayrıca hücrelerin gerileme süreçlerini yavaşlatan enzim grubu aktifleşiyor. Vücudun 40 gün boyunca açlığa dayanma kapasitesi olduğu saptanmış. Belirli süreler içersinde aç kalmanın bünyeye çok iyi geldiği tespit edilmiş.

Belki de özellikle bu mutluluk ve huzur halinden ötürü, ömrü boyunca oruç tutmuş olanlar yaşlılıkta ve hastalıkta bile bu ibadetlerinden vazgeçmek istemiyorlar. Doğru tutanlar için oruç gerçekten de sıhhattir. Yaşlılıkta da. Dergide de özellikle başlangıçta uyuklama hali oluştuğundan bahsediliyor, ama bunu gidermek için de kısa kestirmeler yeterli oluyor aslında. (Biliyorum, modern iş hayatı bu konuda çok elverişli değil. Ama yine de iyi niyetle pratik çözümler bulmak zor olmaz diye düşünüyorum, örneğin öğlenleri biraz kestirmek gibi.)

Uzun yaz oruçları başlayınca önceleri ben de birçok kişi gibi aç ve halsiz kalırım diye hafiften panikleyip kendimi iftar ve sahurda “fazla” yemeğe zorlamıştım. Ama sonradan bundan vazgeçip, vücudum ne kadar istiyorsa o kadarla yetinmenin hiçte kötü olmadığını gördüm. Hem yeme stresinden kurtuldum, hem de açlık nedeniyle daha etkin olan mutluluk hormonu sayesinde huzurla dolmuşum farkında olmadan.

Ayrıca sahurda şeker ve tuz ve yağdan uzak durup, esmer ekmek, bol lifli sebze ve meyveyle beslenirseniz, gün boyu ne açlık ne de susuzluk hissediyorsunuz. Çaya da dikkat, idrar söktürücü özelliğinden ötürü vücudu susuz bırakabilir. En fazla bir bardak için. Bir büyük bardak suyu da sakın ihmal etmeyin. Orucun en büyük dostu doğru gıdalardır.

Bir de bazı günler aç karnıma nasıl bu kadar koşturduğuma, enerjiyi nereden bulduğuma şaşırıyordum. Meğerse açlığa bağlı halsizliğin en iyi ilacı hareketmiş. Bunu da öğrenmiş olduk. Bir de o sıcak yaz günlerinde sanki içinizde küçük bir klima varmış gibi hissediyorsunuz. Bunun nedeni de aç kalan vücudun ısısının düşmesiymiş.

Dinimiz ve emirleri zaman ötesi derken, bazıları hep aynı kalıplara bağlı kalmayı kastediyor. Bense bilim ve teknolojinin gelişmesiyle beraber ne kadar da insanın ihtiyaçlarına uygun ve mucizelerle dolu bir dinimiz olduğunun keşfedilmesini kastediyorum - örneğin orucun yararları gibi. 

Eminim dinimizin daha bilmediğimiz birçok güzellikleri keşfedilecek, ben de keyifle izlemeye devam edeceğim.

Ancak eklemem gereken bir konu daha var: Bu açlık kürlerine sağlık sigortalarının tavsiyesi üzerine zorunlu olarak katılanlarda mutluluk hormonunda bir artış görülmüyormuş. “Gönüllülük” esası en önemlisi diyorlar.

Oruçta zorla güzellik kesinlikle olmuyor! Dinde de.

Bunu özellikle, örneğin bazı belediyelerde olduğu gibi, altındaki memurları oruç tutmaya zorlamayı marifet sayanlara duyurmak istiyorum. Değil sevap kazanmak, o insanları dinden iyicene soğutmuş oluyorsunuz, vebalini de yükleniyorsunuz. Hâlbuki tersi durumlarda - ki yurt dışından biliyorum - çok farklı din ve dünya görüşünde olanlar bile sırf merak ettikleri için ve sırf bir günlüğüne bile olsa oruç tutmayı deniyorlar.

Bir de ancak o susuzluğu ve açlığı gerçek anlamda hissettiğiniz anlarda, Afrika ve tüm dünyadaki açların ya da hayalet insanların acısının ve çaresizliğinin ne anlama geldiğini bir nebze olsun anlayabiliyorsunuz. Boşuna dememişler tok açın halinden anlamaz diye.

Ramazan ayının hepimize - tüm İslam ve insanlık âlemine - güzellik, huzur, paylaşım, kardeşlik ve gerçek anlamda hoşgörü getirmesi dileğiyle...

Zuhal Nakay

 

 
Toplam blog
: 102
: 618
Kayıt tarihi
: 24.08.13
 
 

Mimar / Blog Yazarı ..