Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Aralık '06

 
Kategori
İlişkiler
 

Hep 'kazanan' olmak zorunda mısınız?

Hep 'kazanan' olmak zorunda mısınız?
 

Eğer yaşam doğal seyrinde devam edebilseydi, insanoğlu sadece ihtiyaçlarını karşılamayı hedef koyacaktı önüne. Ancak 'mülkiyet' devreye girdikten sonra, daha fazla kazanma hırsı çıktı sahneye. İlkel komünal toplumda daha fazla 'av' elde etmek olarak yansıyan bu durum, günümüzde yaşamın merkezine 'para' yı koymayı getirdi. Farkındasınız değil mi, insanlar para kazanma, mülk edinme, kariyer yapma hırsıyla doğmuyorlar, bütün bunları toplum sonradan onlara yüklüyor. 'Başarı' ve 'mutluluk' daha fazla sahip olmadan, daha fazla kazanmadan elde edilemiyor. En azından toplumun büyük çoğunluğu buna inandırılmış durumda.

İnsan ilişkilerinde, aşkta, dostlukta arkadaşlıkta da aynı durum söz konusu mu? Hani şu sosyal kişiliğe sahip olma özellliklerinde bahsedilen "geniş çevre" kaç kişilik bir arkadaş grubuna sahip olunca gerçekleşiyor? Şimdiye kadar kaç sevgiliye "sahip" olduğunuz, bunların ne kadar statü sahibi olduğu ile mi ölçülüyor iyi bir aşık olmak? Yoksa terkedenin siz olmasıyla mı? Dostlarımızla ne paylaşabildiğimiz, ne üretebildiğimizden ziyade bizden daha çok sevdiği, daha çok aradığı başka bir dostunun olması mı canımızı sıkıyor?

"Olmak ya da olmamak, işte bu bütün mesele." demişti yazar vakti zamanında. Tüketim toplumu şimdi bu sözü "sahip olmak ya da olmamak" sözüne dönüştürdü. Almayı düşündüğünüz kazağı iş arkadaşınızın üzerinde görünce ona sahip olma tutkunuz daha da arttı. Aldığınızdaysa, tüketmenin sevinci en fazla bir saatlik bir haz bıraktı ardınızda.

Kapitalizm, insanları da metalaştırdı. Tıpkı insanlığın binlerce yılda edindiği onur, erdem, vicdan, adalet, hak gibi değerleri alaşağı ederek herşeyi paraya tabi kıldığı gibi. Kötü giden bir evlilik, yürümeyen bir ilişki, tükenmiş bir dostluk bir başkasının varlığıyla "elde tutulması gereken", sahip olunması gereken bir hırsa dönüşüverdi.

Çinli bir babayla Amerikalı bir annenin kızı olan yazar Lisa Huang Fleischman "Surlu şehrin rüyası" isimli insan ilişkilerini evrensel bir dille çözümlediği kitabında karakterleri üzerinden çok güzel anlatır "sahip olmanın dayanılmaz çekiciliği"ni. Kocası bir başkasını sevdiği halde ısrarla boşanmak istemeyen ablasına şöyle der Yeşimerdem :"Sen, onun seni sevmesini değil, ona sahip olmayı seviyorsun aslında. Yaşamının dışardan olması gerektiği gibi görünmesini istiyorsun. Onu sonsuz bir mutsuzluğa sevk ederken, kendini de buna ömür boyu mahkum kılıyorsun." Evet, çokça söylendiği gibi yaşam bir yarış değil aslında. Önemli olan kendiniz olmanız, kendinizi gerçekleştirmeniz, ne istediğinizi açığa çıkarıp onun peşinden koşmanız, başkalarının sizden beklediklerinin değil. İnsanlar, kazanılıp kaybedilecek objeler değil. yaşamınızın bir döneminde önemli yer edinip, diğer döneminde sizinle yol almayabilirler. Ortada paylaşmaya ve yaşanmaya değer şeyler olduğu müddetçe devam etmeli ilişkiler.

Size sürekli "kazanmayı" dayatan bu toplumsal düzende, istediğinizde "oynamıyorum" diyebiliyor musunuz? Hırslarınız, tutkularınız, hedefleriniz ne kadar size ait? İnsanlar sizi yaşamlarından çıkarıncaya kadar zorluyor musunuz, yoksa uzatmaları oynamadan mütevazice çiziyor musunuz kendi yolunuzu?

Yarın yeni bir yılın ilk günü. Bugün, gelecek yıla dair karar listelerini oluşturuyor çoğu insan. Pekçoğu hayata geçmeden ertesi yıla kalacak olsa da, söz verin kendinize: gitmek isteyenleri bırakın, gitmek istediklerinizi de. "Kendi olmak" zorlu bir süreçmiş, ben emeklemeye çalışıyorum. Belki iyi bir koşucu değil, iyi bir yüzücü olacaktır sizden kimbilir. Hem, hep kazanan olmak zorunda mısınız, kaybedenler olmasa kazananlar olur mu? "Kaybettiğiniz" insanlar olsun gerekirse, yeter ki değerleriniz olmasın...

Foto:www.fotokritik.com -Ümran Davran

 
Toplam blog
: 4
: 546
Kayıt tarihi
: 25.10.06
 
 

En zoru da herhalde kendi hakkında yazmak...Yaşamak yani ağır bastığından. Değişen mekanlardan, deği..