Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mart '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Hep çocuk kalsak!

Hep çocuk kalsak!
 

O zamanlar şimdiki çalıştığım şirket adına İngiltere’de bulunuyordum ve kızım Ece sanırım 4 – 5 yaşlarındaydı.

Çocuklar okulda meslekler konusunu işlemiş olmalılar ki akşam bana şu soruyu sordu :

“Baba, senin mesleğin ne?”

“Kızım, ben gemi mühendisiyim”

“Yani gemi mi yapıyorsun?”

“Yok, ben mühendisim ama mühendislik yapmıyorum”

Kızıma “satın alma acentesi” olarak çalıştığımı anlatmak zor geldi. Bu meslek anaokulu kitaplarındaki klişe mesleklere pek uymuyordu.

“Kızım ben elektronik malzeme ticareti yapan bir firmada çalışıyorum. Elektronik malzemeleri, onlara artık ihtiyacı olmayan kişilerden satın alıp, ihtiyacı olan başka kişilere satıyoruz”

“Peki bu malzemelere ihtiyacı olan o adamlar neden kendileri gidip almıyorlar da senden alıyorlar?”

“Kızım, o adamlar o malzemenin orada olduğunu bilmiyorlar ki, ben biliyorum”

“Eeee, söyle onlara yerini de gitsinler kendileri alsınlar”

“Olur mu kızım, onlar o malı birbirinden alırsa ben ne yapacağım?”

“Ne yapacaksın?”

“Para kazanamam!”

“Ne parası?”

“Kızım, bizim bu malları ucuz alıp daha yüksek fiyatla satmamız lazım ki para kazanalım”

Kızımın gözleri dehşetle açıldı. Sanırım bir an söylediklerimin şaka olup olmadığını anlamaya çalıştı ama şaka yapmadığım belli idi:

“Neee, Babaaaa, sen onları ucuza alıp pahalıya mı satıyorsun? İnanamıyorun, yazık değil mi adamlara”

Hay Allah, öğretmen meslekleri öğretmiş ama en önemli kısmı, yani bu meslekleri niçin icra ettiğimizi es geçmiş. Ne ettik de “acentelik” yapıyorum demedik. Ama bu sefer de “acentelik nedir?” diye deşecekti.

“Yok kızım, neden yazık olsun, malını satın aldığımız kişiler de, sattığımız kişiler de mutlu.., bizim yemek, giyinmek, gezmek için paraya ihtiyacımız yok mu? İşte benim gelirim bu iş sayesinde gerçekleşiyor. Mesela marketler, fırınlar, manavlar hep aldıklarını daha yüksek fiyata satar, insanlar para kazanmak için çalışır”

Ece susmuştu ama pek tatmin olmamıştı. Bu onun için kısa bile sürse gerçek bir hayal kırıklığı olmuştu ve o gün kızım benimle pek gurur duymamıştı sanırım. Keşke ona söyleyecek daha klişe, duymaya alıştığı türden bir işim olsaydı, “öğretmen”, “doktor”, “itfaiyeci” falan gibi.

Hoş o zaman da maaş veya ücret aldığımı saklamam lazımdı, yoksa “babaaa, sana inanamıyorum, hastaları iyileştirmek için onlardan para mı alıyorsun” diyebilirdi ki bu onun için “halk düşmanlığı” ile eş anlamlı olurdu.

Şimdiki aklım olsa “peki kızım, artık malzemeleri aldığım fiyata satacağım ama bundan sonra dondurma yok” der ve kafasında çıkar çatışması yaratarak sorunu çözebilirdim ama oldu bir kere.

Bu diyalogdan sonra o günlerde arkadaşları benim mesleğimi sormuş mudur, sordularsa Ece bunu bu şekilde anlatmış mıdır bilmem.

Bildiğim, çocuklara yaşamla ilgili bazı bilgileri onların sormasını beklemeden vermemiz gerektiği. Yoksa çocuklar bankamatikleri (sevgili dostum Levent’in 7 yaşındaki oğlu Mertcan ile yaşadığı gibi) para pınarı olarak algılıyorlar ve o zaman da onların dimağında hayat, pınarlardan akan paralarla tüm maddi isteklerini gerçekleştirdikleri fantezi bir dünya oluyor. Bu fantezi dünya uzun sürerse korkarım edinilen alışkanlıkların terk edilmesi de zor olabilir.

Normal, doğal ve alternatifsiz olarak kabul ettiğimiz “sahip olmak” ve “para”, gibi bazı kavramlar demek ki aslında sadece öğrenmekle ilgili. O zaman farklı koşullar altında toplum belki farklı bu şekillerde gelişebilirdi.

Fakat içimizdeki “ego” öğrenmekle ilgili değilse, toplumu tüm koşullanmaları silerek sıfırdan başlatsanız bile yerine yenilerini icat etmekte gecikmez sanırım.

 
Toplam blog
: 130
: 2132
Kayıt tarihi
: 28.06.06
 
 

İnsanın kendini anlatması zor, gereksiz de! Yaptığı işlere bakmak yeter, ne gerek var fazla i..