Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Eylül '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Hep kandırıldık, hep avutulduk.

Hep kandırıldık, hep avutulduk.
 

Kandırılmışın verdiği hüzne benzemiyor mu?


TEK BAŞINA dostumun bir bloğuna yaptığım yorumla başladı her şey. Bloğa yaptığım yorumu okuyan bir başka dost Harun Deniz’in mesajıyla daldım yine eski zamanlara, anılara.

Bu gün olduğum yere tek başına geldim diyebilirim rahatlıkla. İlkokul dördüncü sınıftan bu yana çalışıyorum. Çalışıyorum dedim çünkü…

Ben ilkokul dörtte iken annem köye gider bir-bir buçuk ay kalırdı. Evin bütün işleri, yemek, çamaşır, bulaşık, abimin ve babamın bakım ihtiyaçları bana kalırdı.

Mesaja verdiğim cevapta ve kısa biyografimde de değindiğim gibi hayatın her alanında bulundum. Tüm bunlar bana hayatın dersleri olarak geri döndü. Hayat en iyi öğreticiydi.

Şimdi burada açıklıyorum. Ben çok sonradan lise düzeyinde özel bir okul bitirdim, bitirdim ama bu bana çok pahalıya mal oldu. O konuya girmeyeceğim. Yani aslında lise diplomam bile yok. Buradan ben de sizi kandırmışım gibi bir sonuç çıkarabilirsiniz. Haklısınız ama bazen mecbur kalıyor insan. Üstelik üyelik bilgilerimi de ben doldurmamıştım eşim hazırlamıştı. Acemiydim bilgisayarı konusunda henüz. Kendisine öyle yazma dedim ama beni dinlemedi. Çünkü…

Bir karşılaşmada bir doktor hanımımızın köşe yazıyorsun madem hangi okul mezunusun sorusuna vermiş olduğum cevabın ardından hiç hak etmediğime inandığım, hanım efendinin kendisine ve kariyerine yakışmayan bir üslupla ve önyargı ile karşılaşmıştım. Bu olaya eşim de tanık olmuş ve çok üzülmüştü. Her neyse belki ondan belki de eşimin inatçılığından o ilk bilgiler öylece kaldı.

Okumanın önemini ilkokuldan çıktıktan üç yıl sonra, en çokta pamuk tarlasında anladım. Bu isteğim yüzünden ailemle çok çatışmalar, kavgalar yaşadım. Dayaklar yedim. Okumak yasaktı. Her şey yasaktı. Artık kavgalarıma, isyanlarıma dayanamayan ailem: ya da babam diyeyim; beni kız kardeşlerimin de gittiği “İmam Hatip” lisesine göndermek istedi. Ortaokulu dışarıdan bitirecektim. Liseye İmam Hatip de devam edecektim. Kabul etmedim. Ya liseye gidecektim ya da hiç gitmeyecektim. Sonradan pişman oldum o ayrı konu. Çünkü o dönem İmam Hatip de olan öğretmenlerin hepsini tanıyordum. Kız kardeşlerime ve arkadaşlarına yaptığım kompozisyon derslerinden dolayı. Bunu saklı gizli okuduğum kitaplara borçluydum. Ve birçoğu çok çok yetkin ve demokrat insanlardı. Sonradan; benim yazdığım bir şikayet mektubu sonrasında “haremlik selamlık uygulaması” okul karıştı. Fakat haremlik, selamlık uygulamasına son verildi. Daha sonra karşı tarafın ayak oyunları ile o demokrat insanların birçoğu sürüldü. Oysa o öğretmenlerin hiç birinin zerre kadar haberi yoktu yazdığım mektuptan. Kız kardeşim ve ödevlerini yaptığım iki arkadaşı dışında.

Her neyse gelelim asıl konuya.

Başlığa…

İlkokulda iken, şu anda bir radyosu ve bir de haftalık dergisi bulunan amcam sınıfı geçmem karşılığında her sene çanta alacağım diye kandırdı beni. Benim çocuklar büyüdü hala çanta yok ortada. Olmadığı gibi bir de yüzlerce çanta parası yapacak emeğimi gasp etti kendisi. Üç dört yıldır konuşmuyorum o yüzden kendisiyle. Çünkü bu ilk değildi.

Annem her pamuğa giderken, her çapaya, size küpe alacağım diye kandırdı bizi. Almadı. Oysa altın suyuna batırılmış bir küpe olsa bile kanardık biz. Küçüktük. Saftık.

Annemin almadığı küpeyi harçlık olarak verdiğim bir milyonla oğlum almıştı bana yıllar sonra. İlkokula giderken. Bir anneler gününde. Çiçek biçiminde bir küpe idi. Hayatımda aldığım en değerli armağandı. Oysa ben onu saklayamamış kaybetmiştim. Hala hayıflanır, hala nefret ederim kendimden o yüzden. O küpeyi nasıl kaybettim diye. Bu arada okur mu bilmiyorum ama seni çok çoookkk seviyorum oğlum. Hem de çok.

Sonra oy verdiğimiz insanlar kandırdı bizi yıllarca. Doğduğumdan, aklım erdiğinden bu yana. Hala da kandırmaya devam ediyorlar. Sonra sevdiğimiz, aşık olduğumuz ya da güvendiklerimiz. Bel bağladıklarımız çoğu zaman.

Peki, bunca kandırmaya rağmen biz hala nasıl yaşıyor, hala nasıl soluk alıyor, döne döne nasıl düşüyoruz aynı hatalara. Bir bileniz var mı?

Nedir bu sendromun adı. Buna bir ad koymakta zorlanıyorum. Bana yardımcı olur musunuz?

Lütfen!

Bir de türkü armağan edeyim bari de tam olsun.

Sağım yalan, solum yalan.

Giden yalan dönen yalan.

Döndüm baktım dünya yalan.

Senin gibi senin gibi…

http://www.youtube.com/watch?v=qBN-hvGn7MU&feature=related

Hepinize yalandan, riyadan arınmış tertemiz günler, tertemiz ilişkiler dilerim.

Sevgi ve saygıyla…

 
Toplam blog
: 669
: 1503
Kayıt tarihi
: 19.01.07
 
 

Bir on dört mart sabahı güneş henüz arz-ı endam ederken üzeri yongalarla kaplı, küçük pencereli, ..