Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Temmuz '08

 
Kategori
Güncel
 

Hep siviller orduyu göreve çağırırdı, şimdi de ordu mu sivilleri göreve çağırıyor?

Hep siviller orduyu göreve çağırırdı, şimdi de ordu mu sivilleri göreve çağırıyor?
 

Yaklaşık altmış yıldır demokrasi denen oyunu oynamaya çalışıyoruz. Arada birkaç defa kesintiye uğratılmış olsa da oyundan tamamen vazgeçmiş değiliz. Şimdilik ülkece ortak kararımız oyunu sürdürmekten yana gibi görünüyor. En azından seçimler yapılıyor, hükümetler seçimle işbaşına geliyor, kanunları seçilmiş temsilciler yapıyor. Ancak Türkiye’nin dönemin konjonktürü gereği çok partili hayata ve demokrasiye ilk adımlarını attığı günden beri bu adımı bir türlü hazmedemeyen genişçe bir kesim var Türkiye’de...

Bu kesim, halkın cahil olduğunu, dolayısıyla kendisi ve ülke çıkarları için doğru karar veremeyeceğini o nedenle demokrasiye geçilmesinin yanlış olduğunu baştan beri savunagelmiştir. Bu konuda İnönü döneminin Ankara valisi Nevzat Tandoğan’ın, “bu memlekete komünistlik lazımsa onu da biz getiririz” sözü ve ondan yirmi beş yıl kadar sonra da 12 Mart cuntasının lideri Memduh Tağmaç’ın, “Toplumsal uyanış ekonomik gelişmeyi geride bıraktı, bu tehlikelidir” sözleri bu yaklaşımı simgeleyen sözlerdir. Bugün esas olarak CHP, ordu içinde bir kesim, medyanın önemli bir bölümü, akademik çevrelerde azımsanamayacak sayıda öğretim üyesi, bürokraside, eğitim kadrosunda çok sayıda devlet memuru hâlâ bu zihniyete sahiptir.

Bu, demokrasiyi içine bir türlü sindiremeyen kesimin seçimlerde desteklediği partiler kazanamazsa aklına gelen ilk şey orduyu siyasete müdahale etmeye ya da direkt darbe yapmaya çağırmaktır. Gerekçe kimi zaman komünizm ve anarşi olur, kimi zaman irtica... Ordunun müdahale etmesi için bitmez tükenmez bir gayret gösterirler. Bazen açık kaynaklardaki yazılarla, bazen mitinglerle, bazen de ilişkide oldukları komutanlarla gizli gizli görüşerek kendilerince akıl verirler. Ülkedeki atmosfer yeterince olgunlaşınca da ordu bir gece ansızın yönetime el koyuverir. Eğer koşullar açık bir müdahale için uygun değilse de olgunlaşması için çalışılır. Suni kriz yaratma çabalarının ardı arkası kesilmez. Yaratılan havaya göre vatan elden gitmektedir, laiklik tehlikededir, ülke bölünmek üzeredir falan filan (Yönetmen Mustafa Altıoklar’ın bir televizyon tartışmasında “Türkiye Cumhuriyeti bir yıl içinde ortadan kalkar” dediğini hatırlıyorum, durun bakalım onun verdiği tarihe göre Cumhuriyetin yaklaşık dört aylık ömrü kaldı!).

İstatistiki yalanlarla sürekli birtakım rakamlar alt alta sıralanarak pek yakında ülkenin ekonomik anlamda mahvolacağı öne sürülür. Mesela Vatan gazetesi yazarı Yiğit Bulut ve onun zihin iklimindeki birçok ekonomi yazarı AKP’nin iktidara geldiği günden beri ekonomik kriz patlayacağını iddia ediyor. Ama nedense bu kriz bir türlü çıkmıyor. Elbette kapitalizmin doğası gereği ve bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin kırılgan ekonomik yapıları yüzünden sık sık ekonomik dalgalanmaların ve krizlerin yaşanması kaçınılmazdır. Bugün olmasa bile yarın mutlaka küçük ya da büyük bir kriz başgösterecektir. Önemli olan onun yaklaşık ne zaman, nasıl, hangi ölçülerde olabileceğini kestirebilmektir. Sürekli “kriz çıkacak” deyip de günün birinde kriz çıktığında “ben söylemiştim” diyorsanız, durmuş bir saatin günde iki defa doğru zamanı göstermesinden fazla bir şey yapmıyorsunuz demektir.

İşte Ergenekon soruşturmasında ortaya çıkan telefon görüşmesi kayıtları, günlükler, ilginç fotoğraflar tam da ülkede darbe ortamının olgunlaşması çabalarının somut bir örneğini ortaya koyuyor. Zaten dışarıya sızan bilgilerden bunun açıkça planlanmış bir çalışma olduğu anlaşılıyor. Yani “kriz yoksa sen yarat, darbe ortamı oluşmamışsa kendin oluştur” anlayışı... Geçen yıl düzenlenen bazı mitinglerde taşınan “Ordu Göreve!” pankartları bu anlayışı belirgin biçimde yansıtan görüntüydü. Çoğu zaman ordunun siyasete müdahele niyeti hiç olmasa da bu kraldan çok kralcı sivil militaristler orduyu siyasetin içine çekmeyi başarmışlardır.

Yani bugüne kadar genel kural, ülkede demokrasiyi içine sindirememiş bir kesimin bu tür çağrılarla sürekli askeri siyasetin içine çekmeye çabalamasıydı. Bu defa değişik bir şey oldu. Bu bir darbe çağrısı değil ama bir çeşit müdahale çağrısı. Bu kez göreve çağrılan asker değil, siviller. Çağrıyı yapan da asker... Genelkurmay Başkanlığı’nın 18 Temmuzda internet sitesinde yayımlanan basın bildirisinde, Akşam gazetesinde çıkan, “bazı subayların Ergenekon soruşturması kapsamında sorgulandığı” haberi yalanlanarak bu tür haberlerin kasıtlı olarak yapıldığı vurgulanıp gazeteciler “Türkiye’nin istikrarını bozan odaklar” olarak tanımlandı. Bununla da kalınmadı; bu haberleri yapan gazetelere karşı “Türk milletinin yasal ve demokratik tepki göstermesinin beklendiği” bildirildi.

Ne demektir bu?

"Yasal ve demokratik tepki"den kasıt tam olarak nedir?

Askerlik yapanlar bilir: Askerlikte görev tanımları ve emirlerin tam, eksiksiz ve net olması hayati bir kuraldır. Bir askerin nasıl yürüyeceğinin, bir birliğin hangi tarafa, nasıl sevk edileceğinin kuralları önceden net biçimde belirlenmiştir. Mesela komutan bölüğünü eğitim alanına sevk etmek istiyorsa “Bölük! Sola dön, istikamet eğitim alanı, ileri, koşar adım marş marş!” gibi bir emir verir. Burada birliğin nereye, hangi hızla gideceği kesin biçimde belirlenmiş ve o emre muhatap olanlara en anlaşılabilir dille bildirilmiştir. Örneğin bir komutan birliğine, “ey tabur, falan tepenin arkasında düşman olabilir, onu etkisiz hale getirmek için üstüne gitseniz bence fena olmaz; hangi silahları kullanacağınıza, oraya nasıl ulaşacağınıza, ne zaman gideceğinize, esir alıp almayacağınıza, hepsini öldürüp öldürmeyeceğinize varın artık siz karar verin” gibi bir emir veremez. Öyle bir emir vermeye kalkan komutan hemen görevden alınır.

Ayrıca haber yapan gazete/gazetecilerin “Türkiye’nin istikrarını bozan odaklar olduğuna kim, neye dayanarak karar veriyor? Elbette sözkonusu bildiri bir emir değil ama askerliğin doğasına uygun bir şey de değil. Hele bu ülkede anayasa güvencesi altındaki rejimin doğasına hiç uygun değil. Ordu, vatandaştan bir kesime karşı, kapsamı ve niteliği belli olmayan beklentilere giremez. Bildiride o beklenti için “demokratik ve yasal” şartı eklenmiş ama ona ilişkin de bir açıklama yok. “Yasal ve demokratik tepki’den kastedilen nedir? Vatandaşlar gazete binalarının önünde miting mi düzenleyecek? O haberleri yapan muhabirleri mektup, faks, mail ya da çürük yumurta ve domates yağmuruna mı tutacak? Gazeteleri protesto edip satın almaktan mı vazgeçecek? Hangisi? Şimdi bir de bunun açıklaması için bir bildiri gerekmiyor mu? Şimdi bu bildiri yol açtığı kafa karışıklığıyla Türkiye’nin istikrarına katkı mı yapmış oldu, yoksa tam tersi bir etki mi yarattı?

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..