Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Eylül '11

 
Kategori
Güncel
 

Her şey dahil sistemiyle Rusya'da ada almak

Her şey dahil sistemiyle Rusya'da ada almak
 

Biz her gece Volga'da mehtaba çıkardık...


Rusya'da krizi, mağazaların vitrinlerine asılı 'Eleman aranıyor' ilanlarından ölçerim. Bir alışveriş merkezini gezerken ne kadar çok mağazanın camında bu ilan varsa anlarım ki kriz o derecede derin, piyasa kötü, mağaza sahipleri kira-personel maaşı-vergi ödemeleri üçgeninde gittikçe daralmaktalar.

Satışlar kötü gitmeye başlayınca, çalışanların satışlardan aldıkları komisyonlar da düşüyor doğal olarak. Böylece ''İşe gelirken verdiğim yol parası ile öğle yemeğine harcadığım para kadar maaş alacaksam evde otururum daha iyi'' demeye başlıyor satıcı kızlar. İşten ayrılma kararı verene kadar geçen tadı tuzu olmadan işe gelme zamanlarındaki performans düşüklüğü satışları daha da kötüye götürünce bu sefer kendi ayrılmasa bile mağaza sahibi her şeyin çözümünü satıcı kızı değiştirmekte bulup kendisine kapıyı gösteriyor.

Üç yıl kadar önce Amerika'da uzun yıllardır yaşayan bir arkadaşım, ''Buralarda yaprak kımıldamıyor, satışlar bıçak gibi kesildi'' dediğinde krizin Rusya'ya gelmesinin bu kadar uzun süre alacağını doğrusu tahmin edememiştim. Malum dünya globalleşti falan diye hergün her yerde bas bas bağırdıkları için bir kaç aya kalmaz Rusya da krize girer diye düşünüyordum.

Sanırım hesaba katamadığım şey; Rusların hala tüketime doymamış oldukları ve bundan dolayı da borçlanarak yaşamaya devam eden orta sınıfın borç almayı sürdürerek tüketimlerini kısmayacağıydı. Borçla tüketimin, gelişmemiş ülkeler orta sınıfının en yaygın hastalığı olduğunu ne yazık ki bir kez daha gösterdi bu kriz. Hesap kitap yapmadan banka kredileriyle yabancı otomobil almak ve kredi kartlarının büyülü dünyası Rusya'nın krizini 2 yıl kadar daha öteleyebildi.

Bugünlerde gezdiğim alışveriş merkezlerinde artık neredeyse her iki dükkandan birinde camlarda o malum ilanlar var; 'Eleman aranıyor'.

Anlıyorum ki kriz hakikaten derin. Tanıdık iş adamları önce laf arasında, hatır gönülden sonra ufaktan ufağa başkalarının işlerinin nasıl olduğunu merak ederek girdikleri sohbetlerini, artık açık açık işlerinin çok kötü ve dayanılmaz boyutlarda olduğunu birbirlerine yüksek sesle anlatmaları şekline dönüştürdüler. Benim bunca yıllık gözlemim, işler kötü gitse bile yine de ne olursa olsun asla bu kadar aleni olarak bunun dillendirilmediğiydi.

Mevcut işlerinde sıkıntı yaşayanlar değişik sektörlere gönül öldürmeye başladılar. Gıda ve ulaşım, krizden en az etkileneceği varsayılan sektörler olarak kabul ediliyorlar. Bununla beraber herkes yeni bir şeylerin peşinde ama aslında kimse de pek de ne yapacaklarını biliyor gibi değil. Kimisi minibüsçülüğe  soyunmaya niyetli görünüyor. 24 kişilik bir minibüs alıp kiraya verirsen şehrine ve hattına bağlı olarak sana 100 bin ile 250 bin ruble arasında para getiriyor deyip ucuz banka kredisi peşine düşüyorlar. Elde defter kağıt hesaplar yapılıyor. Bu bile bir gelişme aslında. Eskiden komşusu, tanıdığı ne iş yapıyorsa ''Vardır bunda bir hayır'' deyip hiç anlamadığı işlere hesapsız kitapsız bir de kredi ile girenlerin acıklı sonlarını bilen birisi olarak, ''Ticareti öğrenmeye başladılar mı yoksa?'' diye umutlanıyorum bile.

Nihayetinde aslında Rusya'nın ticari anlamda, Türkiye'ye göre hala çok büyük avantajlarının olduğu yadsınamaz bir gerçek. Ülkenin doğal kaynaklarından yaratılan 'sermaye' her ne kadar oligarklarda toplansa da yine de bunun halka yansımasının olmadığını söylemek çok zor olur. Kolay para kazanmaya öykünüp, emek sarfetmeden hemen zengin olmak hayalciliğinden kurtulabilseler ve ellerine geçen sermayeyi yalan yanlış işlerde heba etmeseler, orta sınıfın kolayca zenginleşmesi aslında işten bile değil. Teori ile pratiği tamamen farklı olmasından dolayı, çalışan ve çalışmayanın bir tutulduğu rejimin izlerini silmek daha ne kadar süre alır bilemiyorum ancak her zaman,

Önce petrol ve orman ürünleri sat, sonra Türkiye'de her şey dahilde yat.

Sisteminin sürmeyeceğini  herkes de biliyor aslında.

Büyük zenginler yani bildiğimiz oligarklar tüm mal varlıklarını kazandıkları ülkelerine, bu kazançlarının hiç olmazsa bir kısmını alt ve üst yapı yatırımı olarak geri vermezlerse bir süre sonra muslukların kesileceği, gelir kaynaklarının kuruyacağı o kadar da aşikar ki.

Bakımı yapılmadığı ve 20 sene ömrü varken 30 yıldır gökyüzünde dolaşan uçaklar, Volga'da batan gemiler, eskisinin binlerce katı arabanın hergün daha da aşındırdığı yollar, nüfusun azalmasına karşın yuvaların kapısındaki kuyruklar, apartmanların patladı patlayacak su-kanalizasyon boruları...

Devlet yöneticilerinin işleri gerçekten de çok zor. Bazı durumları yasalar ile değiştirmek mümkündür ama iş hayata bakışı, mantaliteyi  değiştirmeye gelince orada bayağı bir problemler oluyor.

Geçenlerde bir arkadaşım aradı, bir kalhoz satılıkmış ''Gel gidip bir bakalım'' diye. Serde var ya, ''Fizibilite yapacak mıyız?'' diye sordum. Gülümsediğini telefondan bile anladım. Fizibilite çıkartmak ve Rusya, bilmem böyle bir ikilinin gerçekten varolabilmesi için daha kaç nesile ihtiyaç var? Çok saf olanlar ya da ''Yalan da olsa sen söyle hoşuma gidiyor'' diyenler hariç sanırım Rusya'da bunca belirsizlik ortamında bir fizibilite raporu hazırlamanın büyük hayalcilik olduğunu anlamamak olası değil.

Bu gerçeği bir kez daha gördüm, Orta Volga kıyılarına yakın bir yerde yüzlerce hektar arazisiyle bir kalhoz satılık. Kalhozun içinde ahırlar, traktörler, depolar, üç göl ve Volga Nehri'nde dört de ada var. 

Sahibi ile konuşuyoruz, ''Neden satmak istiyorsunuz?'' diye soruyorum. Muhtemelen ellili yaşlarında ama daha fazla gösteriyor. ''Un var, şeker var ama helva yapan yok'' demeye getiriyor. ''Olmuyor'' diyor, ''Buranın nüfusu bin kişi ancak hiç bir zaman bu insanları bir türlü çalışmaya ikna edemedim''. İnsan uçsuz bucaksız çiftliğe daha uzaktan bakarken kayboluyor, bir de içindeki hayvanlarla satmaya çalıştıklarını duyunca şaşkınlığım daha da artıyor. Konuştukça sorun anlaşılıyor ki aslında olmayan şey 'işletme sermayesi'. Tarım yapamıyorlar çünkü daha tohum alacak paraları yok, ürün olmayınca maaşlar ödenemiyor o yüzden hiç kimse çalışmak istemiyor. Hayvanları otlatan çoban, satamadıkları için sağdıkları sütlerin çoğunu döktüklerini söylüyor. Marketlerin ucuz ürünlerinin bulunduğu raflarda süt tozundan içilmeyecek kalitede yapılan sütlerin bir dolardan aşağı olmadığını bildiğim için acımaktan da öte üzülüyorum doğru düzgün beslenemeyen bebekler için.

''Peki ne istiyorsunuz?'' deyince ''Sermayesi olan birileri alırsa, güzelce işletir ve köylü de çalıştığında maaşını zamanında alacağını bilir böylece her şey belki biraz daha iyi olur'' diyor. Uruguay'dan canlı hayvan ithal etmiş bir ülke vatandaşı olarak tekrar ''Peki ne istiyorsunuz'' diye soruyorum, bu sefer amacım tesisler, hayvanlar,göller ve adalardan oluşan köyün satışı için kaç para istediklerini öğrenmek. 

Tam da o anda dalıp gidiyorum, Şener Şen gözümün önünde, düğünlerde güreş tutarken karşına çıkan pehlivanın;  'ağanın köylüye kuzular çevirip yedirmesi için mahsusçuktan yenilmesi' sonra  ''Çorak senin buralar'' denerek kandırılıp üç otuz paraya her şeyini bırakıp İstanbul'a göçü ve ardından da filmin sonunda ayağında terliklerle çiğ köfte satması geliyor.  Adamı Züğürt Ağa'ya kendimi de topraklarını, değerleneceğini bildiğim için ucuza kapatmaya çalışan siyasetçiye benzetiyorum. Beni oralara götüren arkadaşım da, göl kenarında durduğumuz için saldırıya geçen sinekleri kovmak için kulağının ucuna vurunca ''Hah şimdi tam olduk diyorum'' içimden, bir de ''Ben karı isterem dersen'' o zaman tam Züğürt Ağa filminin Rusya versiyonunu çekeriz burada.

Her şey içinde sadece 150 bin dolar istiyor...

O zaman, Antalya'ya gelip neredeyse bedavaya yiyip içen Rusların ruh halini daha iyi anlamaya başlıyorum. Ben ülke krize girdiği için Yunan adalarının düşeş fiyatlarla satılmaya çalışıldığını düşünürken karşıma Rus adaları çıkıyor ama 'Ucuzcu politikacı' rolümden sıyrılıp arkadaşıma dönerek; ''Hava kararmadan dönelim istersen yanıtımızı daha sonra veririz'' diyorum.

Yazın o uzun gündüzleri zamanında değiliz ve  günler gittikçe daha da kısalıyor. Toprak yoldan ana yola çıkmadan önceki köşeyi dönmeden kafamı çevirip  artık uzaklarda kalan çiftliğe, son kez bakıyorum.

 
Toplam blog
: 344
: 1122
Kayıt tarihi
: 22.07.09
 
 

Okur yazarım. Okur yazarlıktan kastım, okuduklarımı yazmamdır ki, bu yazılarımı genellikle 'kitap..