Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Eylül '16

 
Kategori
Felsefe
 

Her şey mümkün mü?

Her şey mümkün mü?
 


Alexandre Koyré, Rönesans düşüncesini “her şey mümkündür” diye özetler. Modern dünyanın parolası bu oldu ve bu düşünce rüştünü postmodern felsefe ile ispatladı.
Bu düşünce bizi kadim kaynaklarımızdan kopardı. Kadim felsefemizde tartışılan konuları günü geçmiş konulara dönüştürdü. Zorunlu (vacip), mümkün, imkansız(mümteni) gibi kavramlar, var ve yok gibi kavramlar hakkındaki tartışmalar; her şeyin mümkün olduğu dünyada anlaşılmaz hale geldi.
Allah var dediğimizde, eskiler kadar net konuşmuyoruz. Çünkü var dediğimiz tüm varlıklar için kullandığımız “var” yüklemini Allah için de kullanmaktan öte başka bir şey yapmış olmuyoruz.
Bakın, çok ilginçtir, kadim felsefede en zayıf halka olan “mümkün”; modern ve postmodern dünyada başat oldu. İbni Sina ve İbn’ül-Arabi gibi filozof ve evliyalarda “mümkün” kategorisi yoktur; bunun yerine “varlığı başkası ile zorunlu(el-vucûd bi’l-gayr)” vardır. “Her şey mümkündür” yerine “Her şey Allah’ın zatı ile zorunludur” diyorduk. Yani hiçbir şeyi Allah’ın zorunlu varlık’ından (vacib’ül-vucûd) ayırmıyorduk. Şimdi her şey Allah kadar, zorunlu varlık kadar var, her şey mümkün; ve yok’un bile varlığı mümkün; imkansız bile mümkün…
Çelişki ve belirsizlik, modern dünyanın esası…
Modern dünyada Allah’ın varlığı, diğer varlıklar kadar var-olduğu için dindar bir hayat sıkıntılı hale geldi. Her şeyin mümkün olması, her şeyi mubah hale getirdi ve dinin çizdiği yaşam haritasını parçaladı; haram-helal, sevap-günah ortadan kalktı.
Sadece din değil mesele, her şeyin mümkün olduğu bir dünyada düşüncenin kendisi de ortadan kalktı. Bu konuyu en güçlü şekilde Heidegger vurguladı. Artık düşünmüyoruz dedi. Öyle ya her şey mümkünse, bir sınır söz konusu değildir. An-lam, her şeyin mümkün olduğu dünyada ortadan kalkmıştır. Heidegger, felsefesinde önemli bir yer tutan ölümü insan için imkansızlık’ın imkanı olarak tanımlar. Yine de onun felsefesinde kendine yer bulamayan vacib’ul-vucûddan dolayı(zorunlu varlık, Allah), filozofun ontolojisi zayıftır.
Modern dünyadan kadim felsefeye daha cesur bir selam veren filozoflardan biri de Kierkegaard’dır. Kierkekagaard’ın felsefesinde konumuzla ilgili birçok meseleyi konuşabiliriz. Ben sadece bir meseleye değineceğim. O da ciddiyet konusu. Onun estetik-etik ve dinsel aşamalar olarak belirttiği varoluş durumlarında yol alan ve son aşamaya ulaşan insanın ciddiyeti. Modern insanın her şey olabilir lakayıtlığı Kierkegaard’ın “iman şövalyesi”nde yoktur. Estetik aşamadan, etik aşamaya geçen kişi tekrar geri dönmeyecek kadar ciddidir. Oğlunu kurban etmeye götüren İbrahim peygamber, yol boyunca gerilmez, tereddüte düşmez, kendi kendini yiyip bitirmez. Modern insanın imkandan imkana sıçrayan belirsiz düşüncesi İbrahim Peygamber’de görülmez. Zaten Kierkegaard buranın altını çizerek İbrahim Peygamberi anlayamadığını ve anlayamacağını söyler.
***
Velhasıl, Allah var dediğimizde halimizde hiçbir değişiklik olmaması, Tanrının da modern-imkan dünyasına dahil edilmiş olmasından. Onun varlığının niteliğinin diğer var-lardan ayrılmamış olmamasından. Mümkünün inkar edildiği dünyadan her şeyin mümkün olduğu dünyaya geçişimizden… Her şeyin mümkün olduğu dünyada artık zaman ve mekan kaydı da yok, yani ölümün unutuluşu ile tecrübe de ortadan kalktı. Lakayıtlığımız ve boşvermişliğimiz de bundan.
Her şeyin bu kadar belirsizleştiği, flulaştığı dünyada, yaşamın bu denli lakayıt olduğu dünyada; Vacibu'l-Vucûd, Vahdet-i Vucûd ve İbrahim Peygamber gibi elçiler anlaşılır mı?  

 
Toplam blog
: 60
: 348
Kayıt tarihi
: 07.09.16
 
 

SBF-Mülkiye mezunu, TCDD'de Memur. ..