Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Mart '16

 
Kategori
Öykü
 

Her şey uzakta kaldı

Her şey uzakta kaldı
 

Merhaba,
Bu FACEBOOK, doğru kullananlar için çok güzel bir paylaşım sitesi. Ben, yıllardır görmediğim, nerede olduğunu bilmediğim arkadaşlarımla, öğrencilerimle tekrara iletişim içinde olmaktan son derece mutluyum.
Daha önce Muş-Bulanık-Karaağıl'daki ilk öğretmenlik anılarımı üç anı-hikâyede anlatmıştım. Bugün de orada çok yardımını gördüğüm sağlık memuru Hayati Kuşhan'ın (rahmetli) anısına bu yazıyı paylaşıyorum.
Yazılarımda kuru kuruya anılardan çok "insan olmanın erdemi"ni vermeye çalışıyorum.
Sevgiler.
 
 
HER ŞEY ÇOK UZAKTA KALDI (Doğu öyküleri-4)
 
“Merhaba” derken gözleri gülen
İnsanlar olmalı hayatınızda
Unutamadığınız
Kırk bilmem kaç yıl sonra
Minnetle, sevgiyle andığınız
Benim de oldu
Geçip giden zamanda böyle dostlarım
Dağları karlı Karaağıl’ın sağlık ocağında
Morfin kullanmadan çekse de azı dişimi
O güzel insan
Hayati Kuşhan’ı
Rahmetle anarım.”
………………………………………….
 
Yazdığım seksen kadar yazıda “yaşadığım hayattan bende kalanlar”ı anlatmaya çalıştım. Gerçek olan şu ki benim yaşadıklarım başkalarının çok fazla ilgisini çekmez. Ben de öyle ilgi çekici olayların yaşandığı bir hayatın içinde olamadım. Yaşadıklarım sıradan, her insanın yaşayabileceği olaylar. Okuyanlar belki farkındadır, bu yazıların çoğunda “insan olmanın erdemleri, güzel yanları” ön plandadır. Yaşadığım olay çok basit olabilir; ama o olayı birlikte yaşadığım insanların “iyi insan olma” özelliklerini verebiliyorsam ne mutlu bana. Giderek pek çok değerini yozlaştıran, yitiren bir toplumun ulaşabildiğim kadar yeni yetişenlerine bizi biz yapan değerlerimizi biraz da olsa ulaştırabiliyorsam ne mutlu bana.
Yüzlerce yıl önce “Denemeler”inde diyor ki Montaigne, Lucretius adlı şairden alıntı yaparak:
"İnsanlar yaşatarak yaşar birbirini 
Ve hayat meşalesini, birbirine devreder koşucular gibi" demiş ve de çok güzel söylemiş.
............................ 
Yaşadığım bir olayla yazıma konu edeceğim kişinin kardeşleri ile tam kırk dört yıl sonra facebookta arkadaş olduk. Karaağıl’da bana en yakın insan olan, o zamanlar kırk yaşındaki sağlık memuru Hayati Kuşhan’ın iki yıl önce seksen iki yaşında vefat ettiğini öğrendim. Kardeşi Işıl Hanım’a dedim ki: “Ben, Hayati ağabeyle ilgili bir anımı yazıp o güzel insanı hayırla yad etmek istiyorum. Elinizde varsa bana bir fotoğrafını gönderebilir misiniz?” Fotoğraf hemen geldi, ben de yazıya başladım. Daha önce ilk görev yerim olan Karaağıl’la ilgili “Doğu öyküleri” yan başlığı altında üç yazı yazmıştım. Bu yazı da sevgili Hayati Kuşhan ağabeyin aziz hatırasına bir gönderme olsun. Çocukları, kardeşleri okur da yüzlerinde buruk bir gülümseme belirirse ne mutlu bana.
………………………………………………………………………………………
Kalın , keçeden yapılmış çorapları pantolonunun üstüne çekilmiş, kat kat giyinmiş olarak gelirdi ara sıra yanıma. Romatizmadan şikâyeti vardı. Doktorun ilçeden köye ara sıra köylüyü muayene için geldiği sağlık ocağının memuruydu. O yıllarda “sosyalizasyon” uygulamasıyla Doğu bölgesinde çok sayıda yapılan sağlık ocaklarından biri de bu köyde, Karaağıl’daydı. Hayati Kuşhan, bu ocakta tek sağlık memuru, ayrıca bir ebe, bir de şoför, bu sağlık ocağının tüm personeli.
Ben yirmi bir yaşındayım. Kışı çok sert olan bu yörede, karın bir metreyi geçtiği Karaağıl’da yedi sekiz odalı, tek katlı bir taş binayı ortaokul olarak açmışlar. 1972 yılı ekim ayında oraya ilk gelen öğretmen olarak “tek müdür, tek mühür” misali göreve başladım . Yaşadığım bin bir zorluğu diğer yazılarımda anlatmıştım. Bu binanın bir odasında, sobasında tezek yaktığım, geceleri paltomla yattığım odasında camı kırık radyomdan başka hiçbir eğlencem yok.
Bütün sorunlar bir yana kışın o çat soğuğunda felaket bir diş ağrısı çekiyorum. Zaman zaman konuşup dertleştiğimiz Hayati ağabey geldi bir gün:
-Hoca hiç keyfin yok, nedir derdin?
-Sorma ağabey, sol taraftaki azı dişlerimden biri felaket ağrıyor. Ne yediğimin ne de içtiğimin tadı var. Beni çıldırtacak, dersleri anlatmakta da zorlanıyorum.
-Bu kış gününde Bulanık’a da gidemezsin, gitsen bile dişçi de bulamazsın. Hele sen şu ucu güllü sigarandan ver bir tane, bakarız çaresine.
Okulun yanında jandarma karakolu vardı. Komutanı astsubay da biz yaşlarda, iyi anlaştığımız bir arkadaştı. Aylık sigaramızı ondan alıyorduk. O zaman orduda subay ve astsubaylara verilen “Silahli Kuvvetler” sigarasını severdi Hayatii ağabey. Her buluşmamızda da “Ver, şu ucu güllüden!” derdi. Kendisi sarı Muş tütününden sarma sigarayı verse de ben onu sert olduğu için içemezdim.
Birkaç gün geçmedi aradan. Sağlık ocağının yanında evleri olan bir öğrencimle haber göndermiş Hayati ağabey. “Hocaya söyle, yarın cumartesi. Öğleden sonra bize gelsin yemeği biz de yer, sohbet ederiz.” diye. Bekar yaşayınca bir sıcak yemek elbette özleminiz oluyor. Evde bir küçük tüpten başka ocak yok. Yumurta yemekten anamız ağlamış. “Gelirim!” diye selam gönderdim.
O zamanlar cumartesi öğleye kadar ders vardı. Dersten sonra Hayati ağabeyin oturduğu sağlık ocağı lojmanına gittim. Onun sobasında tezek yanan; ama sımsıcak olan bir odasında yer döşemesindeki minderinin üzerinde oturduk. Çerkezlerin hiç unutamadığım yemeklerinden yedik. Sonunda ikram edilen “velibah” böreğinin tadı hâlâ damağımdadır. Pirinç pilavı ve hoşaf da eksik olmazdı sofradan. Bir de et yemeği vardı yanlış hatırlamıyorsam.
Yemekleri yiyip minderlere oturunca elbette “ucu güllü”den de yaktık. Dişten dolayı benim yine pek neşem yoktu.
Bir ara dışarı çıktı Hayati ağabey. Biraz sonra elinde kerpetenle (davye) girdi içeri. Şimdikiler gibi değil, daha büyük bir alet.
-Hoca, aç ağzını, sadece bakacağım dişinin durumuna.
-Aman, Hayati ağabey morfinsiz diş mi çekilir? Sen, beni öldürecek misin?
-Olur mu hocam, bir bakmam gerekir. Eğer çekmek gerekiyorsa sağlık ocağında morfin var. İğne yapar, çekerim.
Çaresiz açtım ağzımı. O kerpetenle dişe dokundukça hopluyordum ya, nerden bileyim Hayati ağabeyin bana bu oyunu oynayacağını.
-Bak hocam şimdi dişini bu aletle tutacağım, çok acırsa iltihap vardır, morfin de vursak ben çekmem. Sen, yerinden oynama, sıkı dur.
O kerpetenle dişimden tuttu ve sonra:
-Sakın kıpırdama, dayan! Şimdi biter.
-Aaaaah….
Öyle bağırmışım ki… Yine de çatır çatır söktü çıkardı dişimi. Tepemden ayağıma kadar terlemiştim.Ağzıma kan dolmuştu. Ter içinde, boğultuyla “Yaktın beni ağabey!” dedim. "Hani morfin vuracaktın?" “İyi oldu, çabuk geçer, o ıstıraptan da kurtulmuş oldun.Bizim ocakta morfin ne gezer?”
Bu olayı diş çektirmekten korkan arkadaşlara zaman zaman anlatırım, inanmak istemezler. Gerçi daha sonraki yıllar içinde Orhan Veli’nin şiirindeki Süleyman Efendi’nin nasırdan çektiği gibi ben de dişten çok çektim; ama Hayati ağabeyin azı dişimi morfinsiz çekişi aklıma geldikçe acısını duyarım. Acının yanında bir de beni o zor koşullarda diş ağrısından kurtardığı için minnet de duyarım.
………………………………………………………………………………
 
Darda kaldığım zamanlarda yardımını, dostluğunu gördüğüm bu güzel insanla Karaağıl’dan ayrıldıktan on yıl sonra bir de Kırşehir’de görüştüm. Kızı ve damadı orada görevliymiş. Nasıl haberleştik, şimdi hatırlamıyorum; ama o günlerde Mucur’da kar yağışı nedeniyle okullar iki gün tatil edilmişti. Kırşehir’e gittim, görüştük, eski günlerden söz etmiştik. Ölmeden önce de görüşmek isterdim; ama nasip olmadı. Ben Karaağıl’dan ayrıldıktan sonra köyde bir kavga çıkmış. Çerkezler, köyü terk etmiş. Kimi İzmir’e, kimi İstanbul’a, Ankara’ya..dağılmışlar. Hayati Kuşhan ağabey de Tarsus’a yerleşmiş.
………………………………………………………………………………………
 
Emekli olduktan sonra dokuz on yıl özel dershanelerde çalıştım. Bir akşam metro ile eve dönüyorum. Yanımda oturan ufak tefek kır saçlı bir adam uyukluyor. Şöyle yandan bakınca birine benzettim. Çaktırmadan uyandırmak için dizimle hafif dokundum. İrkildi, bana doğru baktı. Tanıdım ve dedim ki:
-Affedersiniz adınız Bekir Gök mü?
-Evet, siz kimsiniz, beni nereden tanıyorsunuz?
-Ben, sizi otuz beş yıl sonra tanıdım, siz de beni tanıyın!
Baktı baktı..
-Tanıyamadım, kusura bakmayın.
-Hani sizin köye 1972’de bir ortaokul açılmıştı, oraya ilk gelen öğretmen….
Sözümü bitirmeye kalmadan:
-Vay! Numan hoca sen misin?
-Evet ya, benim.
Vagonun içinde kalktık sarıldık o zamanki Karaağıl İlkokulu’nun müdürü Bekir Gök’le. Metrodan inince de epeyce sohbet ettik. Ona da ilk sorum Hayati ağabey olmuştu.
………………………………………………………………………………………
 
Gözleri görmese de gönül gözüyle görenlerden hayatı daha iyi anlayıp yorumlayan Âşık Veysel de 21 Mart 1973’te ben Karaağıl’da görev yaparken ölmüştü. Ölüm haberini camı kırık radyomdan öğrenmiştim bir akşam. Ondan esinlenerek yazımı bitireyim:
 
“İki kapılı bir handa
Gidiyoruz gündüz gece”
Bir gün bitecek olan bu yolda
Anmak gerekir güzel insanları
Anlatmak gerekir
Ne varsa akılda
………………………………………………………………………………
 
Numan Kurt
4 Şubat 2016
 
Toplam blog
: 120
: 283
Kayıt tarihi
: 19.02.09
 
 

1951 yılında Nevşehir- Hacıbektaş- Sadık köyünde doğmuşum (otlar biçilirken). Yıllarca Mucur'da, ..