Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Ocak '09

 
Kategori
Eğitim
 

Her yerde sen (4)

HER YERDE SEN (4)


Bugün ALES var. Uzun adıyla Akademik Lisansüstü Eğitim Sınavı. Doğrusu canım yataktan hiç çıkmak istemiyor. Neymiş sınav parası alacakmışız. Para fena değilmiş. Üstelik sınav yarım günmüş.

Bizim sokakta benden başka kimse yok. Niye olsun ki? Diğer sokaklar da bomboş. Herkesin sınav görevi yok ya. Durakta birkaç kişi var. Göz ucumla ellerindeki çantalara, zarflara, kağıtlara bakıyorum. Onlar da sınava gidiyorlar. Aramızdaki tek fark, onlar sınava girdikleri için para alamayacak (!)

Ne sınavı olursa olsun, sınavlar, bizde hep sıkıcı bir iştir. (Oysa Avrupa ve Amerika’da sınavların çok rahat bir iş olduğunu söylüyorlar.) Sınavlar sıkıcıdır, çünkü uzun sürerler. Konuşmak yasaktır. Yasak olmasa bile, konuşunca adaylar rahatsız olur. Birileri rahatsız olunca, ben tedirgin olurum.

Birileri yasağı dinlemeyip, sınav süresince konuşur. Adaylar rahatsız olur, sen tedirgin olursun. Bu duruma bazen tepki gösterenler olursa da genellikle bu tepki, adayların huzursuz olmasından ileri gidemez. Hele bu sınavlar Üniversite sınavları gibi doğrudan gelecek kaygısı taşıyan sınavlar ise, daha bir sıkıcı geçer. Ben bu sınavlarda, sınavda görevli öğretmenlerin kendi aralarında kapıda, koridorlarda konuşmalarından, sesli gülmelerinden, şakalaşmalarından ziyadesiyle rahatsız olurum. Böyle bir durumda, benden yaşlı olan diğer öğretmenlere, yetkili olmadığım halde sert bir şekilde bağırdığım anlar olmuştur.

Sınavlara gitmek de sıkıcı bir iştir. Çünkü sınavlar tatil günü yapılır ve sınav görevlileri o gün de erken kalkmak zorundadır. Yani tatil günü bir saat fazla uyuyamazlar. Bazen de sınav sırasında, diğer sınav görevlileri ile aralarında tatsızlıklar çıkar.

İlköğretim Müfettişliği yaparken, bir Anadolu Lisesi sınavında yaşadığımız gerilimler üzerine, Milli Eğitim Müdürüne, topluca, “Bir daha böyle bir sınavda görev almak istemediğimizi” söylemiş ve “Benim müfettişlerim sınavda görev almazlarsa, ben o sınavın güvenirliğine nasıl inanırım?” demişti. Bu cevap karşısında, -ben dahil- hiçbir müfettiş cevap verememiştik.

Ben o günden sonra sınavda görev almayı, bir istek değil, bir gereklilik olarak değerlendiriyorum ve o gün çok önemli işlerim olmadıkça, görev isteğimi ilgililere bildiriyorum.

Bu ALES sınavında ‘gözetmen’im. Gözetmen ne mi yapar? Öğrencileri gözetler. Başka, bir de Başkan emreder veya uygun görürse, öğrencilerin kimliklerini kontrol eder. Bu kez Başkanım, bunların ikisini de yapmıyor. Ben sınav kitapçığımı okuyarak, gözetmenin görevi olan ‘kimlik denetimi’ yapmaya başlıyorum. Üç beş aday eksik ama olsun. Gelince, onların da kimlik denetimini yaparım.

Başkan yerinde oturuyor, ben kimlik denetimini sürdürüyorum. Öğrenci Kimliği, Sınava Giriş Belgesi ve Özel Kimlik Belgelerindeki yazıları okuyor, bu arada göz ucuyla Kimlik Belgelerindeki resimler ile adayın yüzüne bakıyorum. Birinci grup sıranın, derken ikinci, üçüncü grup sıranın kontrolü bitiyor ve dördüncü grup sıraya başlıyorum. Bir adayın kimlik kontrolünü yapıp diğerine geçtiğimde, birden Safinaz adını görüyorum.

Gözlerim kararıyor. Her şey birdenbire değişiveriyor ve gözlerimin önünden zaman hızla akmaya başlıyor:

“… Sonra Gazi Eğitim’deki sınavlar, Hacettepe’deki sınavlar. “Safinaz gel beni biraz İstatistik çalıştır, ” dediğim, Seninse, “İşim var, ” dediğin; bunun üzerine, “İstatistik bilmiyorum, bari ödeve ağırlık vereyim” diyerek, bir hafta sonu eve kapanıp, proje hazırladığım günler. Sonra, Ölçme ve Değerlendirme sınavına girişimiz. Sınavdan önce yardımlaşmak için anlaştığımız ve yan yana oturduğumuz halde, sorulara şöyle bir göz atınca, herkesin kendi derdine düştüğü ve başımızı kaldıramadığımız anlar. Nasıl kaldıralım ki? Her soru için verilen sürenin bir dakikadan az, bırakın düşünmeyi, soruları okuyabilecek zamanımızın bile olmadığı anlar. Sınavın sonlarına doğru başımı şöyle bir kaldırdığımda, sınıfta hocanın olmadığını fark ettiğim anlar. Buna rağmen hoca varmış gibi sınava devam ettiğimiz ve bir süre sonra hocanın gelip, “Süre bitti arkadaşlar, ” dediği an. Bizimse, ancak soruların yarısını biraz geçtiğimiz halde, hiç sesimizi çıkarmadığımız anlar. Ve Hocanın, “Peki arkadaşlar, bu güzel davranışınızdan dolayı on dakika daha süre veriyorum, ” dediği anlar. Sonrası mı? Sınavından benim B, Senin C aldığın gün ve “Safinaz, iyi ki beni İstatistik çalıştırmamışsın!” dediğim anlar.”

Doğrusu, sonrasını pek hatırlamıyorum. Herhalde, diğer adayların kimlik kontrolünü yapıp, yerime oturuyorum. Çünkü kendime geldiğimde, sandalyede oturuyordum.

Bilmem ne kadar süre sonra, sınıftaki eksiklerin tamamlanmış olduğunu ve Başkanın Kimlik Kontrolü yaptığını görüyorum. Hep gözetmen yapacak değil ya(!) Biraz da Başkan yapsın. Hem ne olur ki? Zaten “Başkan Kimlik Denetimi yapmaz, ” diye bir kayıt da yok.

Bu olay, Kimlik Denetimi yaparken karşılaştığım ikinci olay. Bir kez de, başka bir okulda karşılaşıyorum benzer durumla. Adaylar soruları cevaplıyor, ben geçmişi yaşıyorum. Dört saat boyunca anıların saldırısına uğruyor, bu koca dört saat anılarla mücadele ediyorum.

Bir daha kimlik denetimi yapmak mı, Safinaz?

Tövbeler olsun!..

 
Toplam blog
: 425
: 3089
Kayıt tarihi
: 06.12.06
 
 

Gazi Eğitim Fakültesi, Eğitim Bilimleri Bölümü, Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi..