Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Mart '09

 
Kategori
Felsefe
 

Herakleitos'la rakı içmek

Herakleitos'la rakı içmek
 

Herakleitos


Herakleitos her ne kadar Herakleia değil Efes (Ephesos) doğumlu ise de, geçtiğimiz günlerde Herakleia’da günbatımına karşı rakı içerken konuk oluverdi soframa. Ayrıca Efes dediğin Fizan’da değil, Herakleia’ya at sırtında 1–2 saatlik yol! Dolayısıyla Herakleia’nın Herakleitos’u çağrıştıran isim benzerliği yanında aynı zamanda komşuluk hukukunun payı da var aynı sofrayı paylaşmamızda!

Aslına bakarsanız bu buluşmanın tek nedeni antik bir kent ile eski bir filozofun isim benzerliğinin aklıma düşürdüğü çağrışım değildi sadece. Gün boyu binlerce yıllık kalıntılar arasında dolaştıktan sonra akşamüzeri o antik kentin kalıntıları üzerinde kurulmuş olan Kapıkırı köyünde, Bafa gölünün üstünde güneş batarken zamana daldığım düşüncelerimde birdenbire karşıma çıkıvermişti Herakleitos: Panta Rei. Her şey akar... Aynı suda ikinci kez yıkanamazsınız... dedi ve geldi oturdu karşıma.

Sonra ne o bir laf etti ne de ben bir şey söyledim. Arkamda kalan Agora ve Athena tapınağı kalıntılarını süzdü uzun uzun ve ince bir tebessüm geldi oturdu dudaklarının ucuna “Aynı tapınakta da ikinci kez tapınamazsınız” der gibi. Çok ama çok uzun bir zaman içinde sadece yüksek duvarları kalmış olan tapınak abartılı ve somut bir örnekti “Aynı” tapınak olmadığına dair.

Sonra, önümdeki kadehte yarıladığım bembeyaz rakıya dikti gözlerini anason kokuları yayan bir süte hayret ederek. Bir an tereddüt ettikten sonra boş bir kadehe rakı koyup ve “İşte böyle” dercesine beyazlatıp yavaşça uzattım önüne. “Ne bu?” dedi. “Rakı” dedim. “Rakı ne?” “İçki”...”Biz İyonya’da şarap içeriz” dedi.

Bir şişe şarap getirdi garson, şişeyi açıp kadehi yarıya dek doldurduktan sonra filozofa uzatarak “Şarap” dedim. “Şaşıracağınızı sanmam, şaraplar da değişti.” Önce kadehi burnuna yaklaştırarak biraz kokladı ve ardından yavaşça bir yudum, sonra daha büyük bir yudum aldı. Tatlı bir kırmızılık yayıldı yüzüne, keyifli bir kırmızılık ve kadehi baş hizasının da üstüne kaldırarak “Ateşin ve Logos’un şerefine!” dedi. “Bilgeliğe” diyerek ben de bir yudum aldım rakımdan.

“Her şey değiştiğine göre, düşünceleriniz de değişti mi?” diye ukalaca bir soruyla lafa girmeyi denedim. “Yani?” diyerek neyi kastettiğimi sorarcasına baktı. “Halk yığınlarını yine küçümsüyor musunuz, demokrasiye hala karşı mısınız ve hala gururlu, kendine aşırı güvenli Herakleitos musunuz?” “Evet” dedi. “Yığınlar her zaman cahildir. Durmaksızın değişen yığınlardır, cehalet ise değişimi yöneten yasanın bir parçası... Demokrasi, yığınları yani cehaleti kendi iktidarı için kullanma aracıdır” “Tramvay gibi mi yani?” diye şaşırarak sordum. “Tramvay mı?” diyerek bu kez o kullandı şaşırma hakkını. “Aldırma” dedim, “Önemli değil.”

Bu arada güneş batmış, ufukta yumuşak bir kızıllık oluşmuştu. “Güneş söndü” dedi. “Söndü mü?” diye hayretle sordum. “Evet söndü. Ama yarın kendini yeni baştan yaratacak ve sonra yine sönecek. Yanacak, sönecek, yanacak, sönecek... Her durum kendi karşıtını yaratır ve her şey zıddını içinde taşır...” Kadehimi kaldırdım ve “Hoş geldin üstat!” dedim.

İçimdeki muzır çocuk keyifli bir rakı-şarap masasını dağıtmak istercesine ben “Dur!” diyemeden soruverdi. “Yığınları, yani halkı niye küçümsüyor, cehaletle damgalıyorsunuz?” “Senin de o cahillerden olduğun nasıl da belli” der gibi sanki acıyarak baktı ve hor gördüğü bir cahilin sofrasına oturmuş bulunmasına hayıflanarak yarım ağız, lütfen birkaç sözcük döküldü dudaklarının arasından.

“İki evren vardır. Görünüş Evreni ve Gerçek Evren. Görünüş evreni duyularımızla algıladığımız evrendir. Gerçek evren ise bu evrenin arkasındadır ve ancak akıl ile kavranabilir. Görünüş evreni sabit ve sürekli maddelerden oluşuyor gibi görünür. Oysa gerçek evren sürekli akış ve değişim halindedir. Duyularımız bize görünüş evrenini algılatıp yanıltır, gerçek evreni ancak akıl ile görebiliriz. Halk, gerçek evreni göremeyen ve görünüş evrenini algılayan yığınlardır. Gerçek evreni görmeyi sağlayan akıldır ve halk aklını kullanmayan bir yığındır.” Sustu, maşrapasından bir yudum şarap alıp kuruyan boğazını ıslattı. Tekrar rakı koydum kendime.

Kızsa da soracaktım ve sordum: “Halk niçin aklını kullanmıyor?” Yine acıyarak baktı bana, hiç alınmadım. “İnsandaki akıl, evrendeki oluşu yöneten tümel aklın bir parçasıdır. Gerçeği kavrayan, gerçek evreni görmemizi sağlayan akıl evreni yöneten yasanın bir parçasıdır. Bu akıl ancak eğitim ile işlevsel kılınabilir ve eğitimsiz halk dolayısıyla bu akıldan yoksundur” Şimdi biraz olsun anlamıştım ve kendi aklımca tamamladım: “Demek ki halk bu nedenle eğitimsiz bırakılmakta?” Tekrar acıyarak baktı, üstattır bakar.

Oysa ben o gelmeden önce zamana dalmış ve “zaman’ın sınırları var mıdır, yaşamadığım zaman zaman mıdır ya da nasıl bir zamandır”ın yanıtını aramakta idim. Evirip çevirip soruyordum kendi kendime “Ben mi zamanın bir parçasıyım, yoksa zaman mı benim bir parçam? Zaman zıddını içinde taşır mı? Taşırsa zamanın zıddı nedir? ‘Her şey akar’ zamanı tanımlayan bir söylem midir?” Sorsam mı dedim... Soramadım, gitmişti. “Düş mü gördüm” diye düşünüyorken garson boş şarap kadehini almış “Doldurayım mı abi?” diye soruyordu...

 
Toplam blog
: 195
: 688
Kayıt tarihi
: 04.10.07
 
 

Dünyanın internet sayesinde küçüldüğü günümüzde büyüyen sorunlara ilişkin duygu ve düşüncelerimi pay..