Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Kasım '10

 
Kategori
Güncel
 

Herifi getirsin, kızım yesin

Herifi getirsin, kızım yesin
 

Artık köylerimiz eski köy, kasabalarımız eski kasaba değil. Üretim ilişkileri de sosyal yaşam da çok farklılaştı. Ne yazık ki çoğumuz bu durumun farkında değiliz. Çünkü; araştırma, planlama ve koordinasyon gibi bir geleneğimiz yok. Böyle bir geleneğimiz olmadığı içindir ki kaynaklar yerinde kullanılmıyor, israf ediliyor ve yatırımlar atıl kalabiliyor.

1998 yılında Adana Milli Eğitim Müdürlüğü bünyesinde Araştırma, planlama ve koordinasyon grubumuz vardı. Bu grup 1988’den başlayıp 1998 yılına kadar on yılda köyler de dahil tüm ilköğretim kurumlarının öğrenci istatistiklerini bir araya getirdi. Öğrenci sayılarındaki artış ve azalışları değerlendirdi. Sonuçta görüldü ki Adana kendi içinde göç yaşıyor. Sadece Tufanbeyli, Saimbeyli, Feke, Aladağ gibi ilçelerin köyleri değil Çukurova’nın ova köyleri de boşalıyor.

Aynı zamanda Güney ve Eski Adana’dan Kuzey Adana’ya hızlı bir göç var. Bu eğitim yatırımlarının planlanması, eğitim içeriklerinin düzenlenmesi açısından son derece önemli bir göstergeydi. Bu durumun ne gibi sonuçlar doğuracağını, ortaya çıkacak mahzurları önceden görmek ve çözüm üretmek gerekiyordu. Yapılabildi mi? Hayır. Çünkü; çözüm merci olan siyaset buna hazır değildi. Bu konular siyasetin ilgi alanının dışındaydı. Siyasetçiler ve bürokrasi birbirini tamamlayamadı. Bunun bolca örneklerini yaşadı Türkiye. “Kalkınma köyden başlayacak” demişti rahmetli Ecevit. Ama onun hükümet olduğu dönemlerde de tam tersi oldu. Köylü köyünden kopmaya devam etti. Özellikle doğu ve güneydoğu bölgemizde köylerin boşaltılması aşamasında çok doğru bir proje olan köykent projesi yaşama geçirilemedi. Geçirilebilmiş olsaydı tüm kentlerimizin dengeleri bu denli alt üst olmayacaktı, gettolar oluşmayacaktı, çocuklar bu denli suça bulaşmayacaktı belki de. Demek ki tasarımın liderin kafasında olması yetmiyor.

Bu tasarımın kamuoyuna doğru aktarılması, tasarımı uygulayacak kadronun doğru kişilerden seçilmesi ve tasarımı içselleştirmesi büyük önem arz ediyor. Şimdilerde köylü üretmiyor. Maydanozunu, teresini, yeşil soğanını, domatesini kendi yetiştirmiyor. Kapısında beslediği bir ineği, üç-beş keçisi, koyunu yok çoğunun. Köylü kızları inek sağmayı çoktan unuttular. Kızına talip çıkan kadının damat adayına ilk koşulu “Şehirden ev tutacaksın. Anne ve babandan ayrı yaşayacaksın, kızımın elini sıcak sudan soğuk suya değirdirmeyeceksin, inek sağdırmayacaksın, tarlaya götürmeyeceksin” oluyor.

Kasabaların çarpık yapılaşmasının ve büyümesinin bir nedeni de bu. Koşullar erkeği gurbete gitmeye zorluyor. Yetmiyor, kadınlar kaymakamlığın yolunu tutuyor. Yeşil kart, emzirme parası, çocuk parası, erzak, kömür, kurban yardımı almanın peşine düşüyor. Artık kırsalda kadınla erkek omuz omuza değil. Kadın üretim sahasının tamamen dışında ve söz söyleme hakkını kaybetmiş durumda. Dik duran kadınların yerini boynunu büken, el etek öpen kadınlar alıyor. Cemaatların müritleri hızla çoğalıyor. Sormak gerekiyor. Üretmeyen bir millet ayakta kalabilir, dik durabilir mi? Bakın Türkiye’ye. Bir tarım ülkesi olan Türkiye tarımsal ürünleri dışarıdan alıyor. Üretmeye çalışanların başı dertten kurtulmuyor. Toprağını sulayacak suyu, mülkiyetini ispat edecek tapusu, traktörüne koyacak mazotu yok köylünün. Tohuma, gübreye avuç avuç para ödüyor, varını yoğunu yabancı bankalara ipotek etmiş. Çalışıp didiniyor ama elde var sıfır. Üretmeyenler ise şimdilik bir adım önde. Devlet kömürünü, çocuk parasını hatta kurbanlığını veriyor. Neden kendine bakamayan ineği kapıda koysun, maliyetini kurtarmayan ürünü ekmeye devam etsin? Yarınından vazgeçmişler, günü kurtarmaya alışmışlar toplumun en mutlu kesimi gözüküyorlar.

Mevcut politikaların en büyük destekleyicileri halindeler. Bu vahim bir tablodur. Ülke gerçeklerinden yola çıkılarak yeni bir kırsal kalkınma hamlesi yapılmazsa bunun yansımaları herkesi vuracaktır. İnsanları üretimden soğutan, onurlu bir yaşamdan uzaklaştıran mevcut yapı ve anlayışa karşı alternatif bir yapı ve anlayış zorunluluk olmuştur. İster kentte ister kırsalda yaşasın insanlara balık vermenin çıkmaz bir yol olduğu ortadadır. Bu yol onları hem fiziksel hem zihinsel tembelliğe götürmektedir. Memleketim insanına balık tutmayı öğretecek, göçü durduracak hatta tersine göçü başlatacak yeni projelere ihtiyaç var. Bu sesleri duyacak birileri varsa tabi.
 
Toplam blog
: 114
: 860
Kayıt tarihi
: 29.12.06
 
 

Osmaniye Düziçi doğumluyum. Sınıf öğretmenliği, ilköğretim müfettişliği, il milli eğitim müdürlüğ..