Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ekim '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Herkes kendi kaderini yaşaar yaaarim!!!

Şarkının nakaratı geliverdi dudaklarıma. Aklım, bunun başlıkta kullanma dedi. Pek dinleyicisi olmadığım bir kadıncağızdır söyleyen. Samimiyetsiz bulurum yüzündeki hiç mimikleri oynamayan pırıl pırıl gülümsemesini. Güzel yüzünü ve pırıl pırıl, düzgün dişlerini kıskanıyor da olabilirim...

Sözler, bizim memlekette kader deyince akan suların durulmasını çağrıştırıyor.

Yüz yılı geçkince bir süre önce önce, insanların Fransa' da nasıl olup ta değer verilmemeye tepki gösterdiklerine takılıyor aklım. Ezilmeye, sınıfsal ayrılığa, sokaklarda evsiz, hasta dolaşanların hiç bir güvenliği ve güvencesi olmamaya ne kadar dayandıklarına ve sadece ağlaşmadıklarına.

'' Ne yapalım, kaderimiz..Devlet bize bunu etti, ses çıkarsak ne fayda.'' Köpek köpeği ısırmaz'' mı diyen ararsın, '' biz de yolunu başka türlü buluruz, kendi adaletimizi ortaya koyarız'' mı anlarsın. Toplumsal çöküşü hızlandırmada, sokaktaki sıradan insanın rolünü unutmak mümkün değil.

Hiç bir insan yavrusu, - anne babayı devlet kabul ediyorum-, devlet tarafından uygulanan yaptırımlar ve uygulamalar arasında kendine uygun görmediğini hemen kabul etmiyor. Bu alt bilinçle doğuyoruz. Sonra, kural koyucuya boyun eğmeyi seçiyoruz... Neden???

Gücümüz mü yok, arkamızda duranımız mı yetersiz?

Fil hikayesine benziyor bu coğrafyada yaşamak. Herkes haklısın der, haydi yürüyelim devlet kapısına diye önerdiğini duyunca kimseyi bulamazsın yanında yamacında. Kurulu düzen ilkesi, mevcut olanı kabul etmekten geçiyor demek ki...

Dahası, yılların alışkanlığı, rüşvet vereni de alanı da suçlu sayma prensibine uygun işlemiyor mu?

Veren alandan şikayetçi olamıyor. Kimse, ben daha az rüşvet verdim, ama diğeri daha çok verdi işte o yüzden onun işi görüldü benimki süründü kaldı diye ifade verebiliyor mu? Sadece, işinin olurunu olmaz yapanları rüşvet alıyor bunlar diye rezil etmeyi seçiyor bu insanlar. Onuru, düzgün yaşam biçimini, ahlakın aslını yaşamına geçirenler ise aptallar ve enayiler adıyla anılıyorlar. Ne yazık. Daha da kötüsü, onurlu ve ahlaklı yaşamı seçmek bir erdem göstergesi sayılıyor konuşmalarda. Vah vah lar arasında. ''Ne yazık, keşke şöyle böyle yapıverseydi keşke...'' cümlecikleriyle yüceltilmekten çok yine hafifseniveriyorsun bir anda.

O kadar az ki, ''hayır'' sözcüğünü çekinmeden kullananımız.

Alttan ısıtılan kazana, içindeki su soğukken atılan kubağaya benzeyen bir insan kalabalığının çıkış yolu, asla sokak ihtilali olamaz.

Derdini anlatmaya girdiğin kapıdan, boynu bükük dönüyorsan eğer, komşuna anlatırken ona karşı da boynu bükük anlatmamaktan geçiyor hikayenin aslı. Komşunun, arkadaşının ''bir gün ben de aynısını yaşayabilirim'' demesinden geçiyor. ''Nasıl olur görevin yapılmaması bir insanoğlunun kaprisleri yüzünden?''sorusu yine ağlaşırken sorulmuyor bile. Yalnızca şikayetleşirken dertleşirken dillendiriliyor. Kapıların yüzüne vah vah diyerek kapanmamasından, kendi işimi kendim takip edeyim bari dememekten geçiyor oysa her kişinin kendi üzerine düşeni yaptırmak.

Fransız ihtilali ve benzeri sokak ihtilallerinin anılması bile insanların kanını donduruyor. Çünkü bu ülke, dostlukların, misafirperverliklerin, Mevlevi kültürünün övünülerek anlatıldığı ama sadece dilde kaldığı bir ülke.

Mücadele göze alınmayacaksa ve kimin kimi vurduğu belli olmaz denilip siniliyorsa kuytulara, en çok o sinenler ve kendine uygun koşulları oluşturup asalaklar gibi yaşamayı seçenler zarar görüyorlar işte. Ha bir de kahvehane köşelerinde, evinin misafir salonlarında akşamlık entel muhabbetlerinde '' ne olacak bu memleketin hali'', '' ben olsam şöyle yapardım'' diyenler var. Azımsanmayacak kadar büyük çoğunluktalar bu kişiler. Çok konuşmaktan mı, '' e ben demiştim'' demeyi daha çok sevmekten mi, yoksa '' bana ne canım baksın onlar da başının çaresine, bak ben nasıl da.....'' demek daha mı çok egoları yükseltiyor bundan yüzden mi herkes çok mutsuz ve bezgin bu ülkede?

Hak aramaktan vaz geçmek, başımıza gelecek her şeyi kabul etmek demektir.

Sadece, büyük baş insanların azımsanmayacak refahını ve debdebeli sonradan görme yaşantısını alkışlayanımız da var, yüz yüze geldiğimizde ''aman ne de olsa devlet adamıdır bir yüzüme gülmüş ben de onurlandım'' diyenimiz de.

Harekete geçmek için arkamızda kaç kişi var bakmaktan yorulduk tabi. Haklar için mücadeke ederken haksızlıklar karşısında sadece bağırmak gerekmiyor. Sivil toplumsal hareketin iç işleyiş mekanizmalarını gözden geçirmesi gerekiyor. Egolarından arınmış insanların bir araya gelmesi için çok mu geç kalıyoruz?

Kaderimiz olmayan, kaderimizi yaşamaya devam mı ediyoruz? Başka halklar, insan sevmediklerinden mi sokak ihtilallerini göze aldılar. Durdurulamaz sel gibi kitleler az şey mi elde ettiler.

İnsani yaşamın değerinin en son aşamada önemli olduğu bu ülkede, kenar köşe muhabbetlerinde ağlaşma kültürümüzü daha mı çok seviyoruz?

O zaman, kaderli kısmetli, suçlamalı, benim elimden ne gelirli her ucu açık korunmasız kalmaya devam ederiz.Yakınmadan...''Arada sırada da olacak tabi bir kaç tatsızlık'' diyerek, kabul ederiz güzelim kusursuz kaderlerimizi. Bilen öyle yaratmış nasıl olsa.

Tuzu biberi değil mi bunlar da hayatın.

Devam o zaman...

 
Toplam blog
: 66
: 576
Kayıt tarihi
: 26.01.09
 
 

1963 doğumluyum. İngilizce öğretmeliği yapıyorum. 20 yaşında bir oğlum var. İzmir' de yaşayan şan..