Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Aralık '15

 
Kategori
Siyaset
 

Herkesin İslamı kendine...

Herkesin İslamı kendine...
 

Yeryüzünde evrensel olma iddiasıyla ortaya çıkan tüm ideolojiler ve dinler son aşamada bir sınıf ya da milletin diğer gruplar üzerinde egemenlik elde etmesiyle sonuçlanıyor. Ne tuhaf şey değil mi?.. Buna direnç göstermek isteyen din veya ideoloji inananları da kendi versiyonlarını sistemleştirerek söz konusu din veya ideoloji içinde kalmak iddiasını sürdürüp, kendi taraftar topluluklarıyla birlikte geleceğe doğru ilerlemeye çalışıyor. Sonradan türeyen bu gruplar çoklukla kendi içlerinde kanlı iç hesaplaşmalarda beklenmedik oranda kan dökücü, acımasız olabilen arayışlar sergiliyor. Görücüye çıktıkları insanlık arenasında kendilerini kabul ettirebilmek için yeni ortaya atılan bir ideoloji ya da dinden çok daha katı-bağnaz davranışlar geliştiriyorlar.

Tarihin her döneminde insanlığa ölüm getiren iktidar arayışları görüldü. Şu bir gerçek ki iktidar arayışlarının en kötüsü din ve ideolojiler üzerinden farklı biçimlerde sistemleştirilip kendi kurumlarını oluşturarak bir hiyerarşi oluşturanlarıydı.  Çünkü iş bununla kalmıyor, oluşturulan iktidar mekanizması bu hiyerarşinin korunması için kurallar ve konunlar icat ederek kurulu sistemin korunması için elden gelen ne varsa yapıyordu. Bu acımasızca işletilen ve “kendini savunma refleksi” olarak tanımlanan mekanizma, günümüz toplumlarının cemaat-örgüt yapılanmalarından tutun geri veya modern olarak tanımlanan tüm devlet yapılanmalarında kendini göstermektedir.

Benim en ilginç bulduğum iktidar savaşlarından biri İslam tarihinin başlangıcıyla ilgili olanıdır. Bir devlet kur, mesajı verilmeyen İslam dini, peygamberini kaybedince “İmam(halife) Kureyş’tendir…” tezi ile Hz. Muhammed’in yerine toplumu yönetmeye girişen Hz. Ebubekir, bu açıklamasıyla ilginç bir profil çizerken, ilerde halifenin başka millet ve kabilelerden olup olamayacağı yolunda İslam toplumunda ciddi tartışmaların yolunu açmıştır. Bu konu önem ve tartışmalarının can yakıcılığı yönünden-ameli bir konu(pratik) olmasına karşın- olsa gerek akaid (inanç) kitaplarında kendine yer bulmuştur. (Bakınız: Ömer Nesfi-Akaid…)

Tabi İslam toplumundaki iktidar arayışları sırf bu düşünsel, sözsel arayışlarla sınırlı değildir. Hz. Ebubekir’den sonra gelen üç halifenin suikastlar ile yaşamlarını kaybetmiş olmaları ve saldırıların ardında da iktidar arayışlarının çalkantılı olması bir hayli dikkat çekicidir. Sonrasındaki Hz. Ali ve Muaviye hesaplaşmaları ise Müslümanlar için ciddi felaketlerin inanç ve duygusal kopuşlarla, karşılıklı olarak bir diğerini dinden çıkmakla suçlamanın yolunu açmıştır. Dinin en ileri gelen ve peygambere yakınlığıyla bilinen bu insanların iktidar arayışları bugün de Müslümanlar arasındaki kapanması mümkün görünmeyen yaraların temelini oluşturmaktadır. Son derece yıkıcı ve acılı olan bu sürecin her ne hikmetse “Asr-ı Saadet (mutluluk yüzyılı)” olarak tanımlanması ise üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir konudur.

Sonraki yüzyıllarda farklı ve geniş coğrafyalara yayılan İslam, temelde iktidar arayışlarının felsefesi üzerinden şekillenirken, iktidarı gerçek anlamda Hz. Ali üzerinden şekillendiren Şiilik, İran’ın belirleyici din-mezhep-ideolojisi oldu. Öyle ki aradan geçen yüzyıllardan sonra Humeyni devrimiyle başlayan evrensel İslami beklentiler kıvılcımı bile parlayışını çok kısa sürdürebildi. Asıl İslam eşittir Şiilik, algısı nedeniyle İran’da günümüzde tüm devlet politikası Şii beklentiler üzerinden şekillenmeye devam etmektedir. Ortadoğu’nun kanayan pek çok bölgesinde bu politik stratejinin etkisi somut bir şekilde ortadadır.

Günümüzde İslam’dan hareketle devleti yönetme ve politikalar belirleme özelliği tartışılır olsa da Osmanoğulları ile yıldızı parlayan Türkler, Sünni cephede Yavuz Selim aracılığıyla Mısır’daki son halifenin ordularını kılıçla tepeleyip, Mısır’ı fethederek, Muaviye’den sonra bir kez daha halifeliğin-iktidarın kılıcın keskin ağzıyla belirlendiğini kanıtladılar. İşin ilginç yanı Cumhuriyet yönetimiyle birlikte kurulan yeni Türkiye yönetimin gönüllü olarak(!) bu tepe Sünni liderlik kurumunu devre dışı bırakmış olmasıdır. Ülkedeki İslamcı cephenin tamamı bu nedenle Cumhuriyet’in kurucularına ciddi kin duyduğuysa bir sır değildir.

Günümüzde Ortadoğu’da milletlerin gelecek hayallerine göre şekillenmiş üç ayrı politik İslam tavrından söz etmek mümkündür. Üstelik bu iktidar arayışlarını söz konusu milletlerin adıyla tanımlamakta da bence hiçbir sakınca yok. Çünkü gerçekte bu ülkelerin iktidarlarının gelecek hayalleriyle yaygın kabul gören İslami anlayışları arasında ciddi bütünsellikler var.  Okuyucular arasında yazdıklarım için gerçek İslam bu değil, diyenler elbette çıkacaktır. Haklı da olabilirler!.. Ancak gerçek İslam nedir? ya da “Gerçek İslam sizin düşünceniz midir?...” sorusuna verilen cevap üzerinde de bir hayli düşünmek gerektiği açıktır.

Arap-Türk-İran biçiminde kategorize edilebilecek Ortadoğu’daki “İslami iktidar arayışları” aynı zamanda kendi aralarında çok ciddi bir çatışma hali içine girmiş bulunmaktadır. Bölgede sınırların yüzyıl sonra yeniden çizilme süreci içinde olduğunu artık herkesçe biliniyor. İşin yadırgatıcı yönü, yüzyıl önce olduğu gibi bugün de sınırların belirlenmesinde Müslüman olmayan güçlerin asıl belirleyici olarak sahnede yerini almış olmasıdır. Taraflar kendi İslamları daha doğrusu iktidarları ve gelecek tasavvurları (beklentileri) doğrultusunda Müslüman olmayan güçleri de hesaplayıp pozisyon almış durumdalar. Temel amacın kendi egemenlik alanını genişletmek olduğunu olaylarla azıcık ilgilenen herkes biliyor. İnsanların çektiği acı kimsenin umurunda değil.

Bu işte en acınılacak pozisyonda olan ise Kürtler olarak görünmekte. Yüzyıllar sonra kadınları köle pazarlarına sürüldü, yerlerinden yurtlarından edildiler. Üstelik bunlar “İslami Devlet” kurma iddiasındaki insanlar tarafından gerçekleştirildi. Tüm olup biteni televizyonları başında canlı savaş yayını olarak izleyen Müslümanlardan kimse çıkıp da “Durun yahu, bu insan alıp satmak da nedir?” demedi. “Gücünüz varsa, gerçekten cengaverliğiniz tuttuysa savaşılacak İslam’a düşman bir sürü güç var!..” diyen de çıkmadı. Gücünün yettiğini yut, politikası anlaşılan “İslami Devlet” misyonuyla son derece uyumluydu. Bu nedenle en ilkel biçimde uygulanmaya çalışıldı. İşin ilginç yanı Müslümanlığıyla övünen Kürtlerden de ciddi bir ses çıkmadı!.. Şiiliği arkasına almış olan İran ile Sünniliğe sırtını dayamış olarak kurulu devlet düzenleri üzerinden uluslararası ilişkiler ağında yerini almış olan Türklerin ve Arapların tuzunun kuru olduğuysa açıktı…

Bölgenin en mazlum halkı olan Kürtler, bugün Marksizm-İslam sarkacında kontrolsüz gelgitler yaşamakta. İslam ve geleneksel kültürden güç alan toplumu yönlendirici bir bilge ya da politik liderden yoksunlar. Genç kitle büyük oranda ezilmişliğini Marksizm üzerinden gidermeyi ummakta… Uzak geçmişte Selahattin Eyyubi ile yakalanan ancak tuhaf bir şekilde diğer Müslüman milletlerden çok daha fazla ümmetçi yaklaşımlar nedeniyle kısa sürede kaybedilen iktidar, Kürtler için pek yakın görünmüyor. Türk-Arap-İran üçgeninde İslami akımların iktidar arayışında entelektüel bağlamda bile Ortadoğu’nun bu mazlum ve parçalanmış milletiyle ilgili adil bir değerlendirme göze çarpmıyor…

 
Toplam blog
: 23
: 113
Kayıt tarihi
: 14.08.15
 
 

1959 yılında Siverek'te doğdum. yüksek öğrenimimi Konya'da tamamladım. 1982 yılından beri ülkenin..