Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Nisan '11

 
Kategori
Öykü
 

Heyhat hakikat...

Yüzünü gösterdiğinde hayatın acımasızlığını anlamıştım. Çok küçük yaştan beridir tanırdım onu. Mahallenin en haylaz çocuğuydu. Pek şanlı ve yıldızı parlak bir bebekti. Askere gidene kadar kızların gözdesiydi. Hatta bunların arasında Gözde isminde bir dilber bile vardı. Hayatı bir fıkra ama gülünen herşey gerçekti. Ne olduysa askerde oldu. Savaşın içinde bulduğunda kendini bir dağ komandosu olmuştu. O silahı nefret ede ede taşıdı. Hayatında sivrisinek öldürmemiş genç, misket atar gibi kurşun yağdırıyordu etrafına. Hayalinde kendisini Alice değil Malice harikalar değil Şeytanlıklar diyarına sıkışmış bir asker olarak görüyor. Ve hep ertesi günü kalktığında farklı bir operasyona gidiyordu. Hayat mı garipti yoksa ona mı öyle gelmişti. Göğsünden Gözde’nin resmini çıkardı. “Ne kadar güzel? Ve artık evli.....” 

Hayatta hikayenin hep 2 yüzü vardı. Bir görünen ve bilinen, bir de görünmeyen ve bilinmeyen. Tabiki bir de kişiye ait ilki fiziksel olmak üzere binbir yüz. 

Saatine baktı ve saa gece 2 ye 5 kalaydı. Operasyon tek kişilikti. Adını Sole koymuşlardı; İtalyanca’da güneş anlamına geliyordu ama her yer zifiri karanlıktı. “Sana söyleceklerimi iyi hatırla asker “ demişti komutan ve o an herşeyi külliyen unutmuştu. “Ah” dedi “Gözde niye evlendin benim en yakın arkadaşımla, ya sen Selçuk bunu bana nasıl yaptın?”. Hayatta hiç bir detayın önemi yoktur. Sorunlar temel ise teferuatlar birer bilmecedir. Ancak bir genç için bazı sonuçlar ölümcül olabilir. “Anneme söylemili miydim acaba bugün öleceğimi?”. 

Dağın ötesine geçtiğinde attığı ilk adım mayının üstüneydi ve patlamaya şahit olamayacak kadar içine işlemişti. Bombanın patlamasıyla beraber kafasının yarısıyla bir de hafızası da yok olmuştu. Gözünu açtığında yani bilinci yerine geldiğinde ışığı görmediğini farketti. Hayatının renkleri ışıkla beraber yok olmuştu. 

“Mayın tarlasında 

Bir adama sevmişim sonunda”... 

Şebnem Ferah ile o kadar çok şarkı söylemek isterdi ki. Ona aşık derecesinde hayrandı. Ama en sevdiği şarkısı Can Kırıkları idi. 

“Ben onun doktoruyum. İlk teşhislerime göre sadece 16 saati var. Üzgünüm ölecek bu genç. Onu ziyarete gelenler çok yakışıklı olduğundan bahsediyorlar. Oysa benim gördüğümde kafatasının yarısı erimişti. Belki konuşmak isterdi benimle ama dudakları olsaydı tabi. Biz Gülhane de alışkınız bu tarz görüntülere. Ona bir isim de taktım: Kafası Olmayan Çocuk. Çocuk çünkü daha 18’inde. Ellerini tutamıyorum çünkü 2 si de yoklar. Sadece ayak başparmaklarından biri var. “Tek diş” demek geliyor içimden saçmalayarak. Kendi kendime düşünüyorum. Yarın ağlayan annesi Fatma hanımı görüyorum ölen gencin ardından yerlere bayılıyor. İmam soracak nasıl bilirdiniz? Herkes tek bir ağız yapacak “İYİ” diyecek. Kuaförmüş tüm okumayanlar gibi. Sanki memlekette tüm okumayanlar bu meslekten para yiyebilirmiş gibi geliyor bana. Ailenin tek oğlu. İsmi? İsmi... 

Park halindeki arabama giderken memleket meseleleri üzerine potbori yapıyor beynim. Ertesi sabah uyandığımda yepyeni bir acil vakka ile karşılaşacağım ve bugün hissettiklerimden farklı ne olacak? Çocuklarıma her baktığımda askerliklerinde nasıl torpil yaptırabilirim mi diye düşüneceğim. Bugün çok yoruldum herhalde. Niye bu kadar etkiledi ki sanki? “Ben de bir insanııımmmm!”. “Hayır ben doktorum; insan kesinlikle değilllllllllll!!!!!!”. Saatine baktı saat gecenin(sabahın) 01:00’i. İçinden acı acı bağırdı: “İyi günler Türkiye her nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsan”...” 

Heyhat hakikat.... 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 631
: 293
Kayıt tarihi
: 10.04.11
 
 

Eric'i külden yarattım. Tamamıyla benim eserim. Söyleyeceği çok sözü, söylemek istediği az sözü. ..