Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Ekim '08

 
Kategori
Siyaset
 

Hiç birşey birden bire olmadı aşk bile!

Hiç birşey birden bire olmadı aşk bile!
 

Geçtiğimiz Pazar günü gazete sırası “Radikal İki” ye geldiğinde hemen dikkatimi “Ankara, nereye?” başlığı çekti; sevinç verici.

İstanbul Doğu’yu Batı’ya bağlayan kültür başkenti ise Ankara’da üniversiteleri ile, siyaseti ile Avrupa’nın doğusunun bilim ve demokrasi başkenti olabilmeli, Cumhuriyet’le birlikte bataklıktan yaratılmış bir kent bir başkent olarak..

O günlere ulaşabilmenin yolu; bu şehircilik anlayışı ile birlikte ülkenin vesayet rejiminden kurtarılmasından; yerel, merkezi demokratikleşmeden geçiyor. Bir yandan hızla devlet yeniden organize olmaya çalışıyor bir yanı faşizan açılımları zorluyor, toplum yok; diğer yandan hızla şehirler yapılanıyor tek tip; insan yok, doğa yok. “Şehir ile demokrasi” tartışmamız gereken birlikte yeni açılımlarını öğrenmemiz, üretmemiz gereken konu.

“Radikal İki” de ikinci dikkatimi çeken konu; Sungur Savran’ın yazısında öne çıkarılan başlık oldu; ”Sosyalist hareketin büyük bölümü ufkunu demokrasi sorunlarıyla o kadar sınırladı, sınıf mücadelesinin bittiği masallarına o kadar kandı ki, kapitalizm nihayet, en yetkili ağızlardan ifade edildiği gibi, 1929 türü bir krizle karşılaştığında ciddi bir açılım yapmaktan uzak. Bir “emek ve özgürlük cephesi” gerek.”

İlk önce çatayım, bu ülkede nerde imiş böylesi demokrasi sorunları ile kendini, ufkunu sınırlayan! büyük bölüm sol hareket. Ve sınıf mücadelesi, sınıfta örgütleri de ücret sorunları ile haşır neşir ve kendini şanslı sanıyor öteki ya da işsiz olmadığı için; arka bahçeli küçük ucuz konut peşinde ve demokrasi de hiç dertleri değil..

Ve kriz; finans kapital kendini daha gerçek rakamlarla yeniden tanımlayacak, konumlandıracak sonra ulusal ekonomiler tasfiye edilecek, ulus devletler ve millete ihtiyacı yok artık, Marx haklı çıktı işte..

Bu kriz sınıfı neden ilgilendirir; sağda solda batacak parası mı vardır, yoksa rakamlar onun ekmeğini küçülteceği için mi ilgilenmelidir! Biz çalışanlar emeğimizi satarak yaşıyoruz çalıştıran kapitalist sistemlerde ha ulusal, ha uluslararası fark etmez; faşizan olmasın şimdilik idare eder, birazcık demokratik olsun, yani böyle olması sınıf mücadelesine zarar vermez.

Salt sisteme muhalif olacağız, derken toplum için somut dönüşümleri küçümsemek gerekmez. Ve bunu aynı çöplükte varsaydığın, ancak “demokrasi mücadelesini özgürlüğe giden yol” olarak gören kesimler üzerinden konumlandırmak, kendini konumlandırırken esas öncelikli ihtiyaç olmamalı.

Sistemin bertaraf edileceği umudunu, demokrasi için bugün hemen şimdi ve bugün için mücadele gölgelemez, bu süreç tüm ötekileştirilmişlerle, ezilenlerle birlikte yürünecek bir yoldur. Bu “birlikte yürünen yol” önemlidir; dönüşüm sürecini barındırır, bütün kısmi alanların cepheci olmayan bir yoldan, mevcut birimlerin çeşitliliğini kapsayarak, yapısal değişim geçirmesinin kolaylaştırıcısı olmayı gerektirir. Özgürlük; birlikte özgürleşilerek ulaşılabilir yapıcı, kurucu bir süreç olabilir.

Var olan vesayet rejimi içinde, yeni demokrat yapıların ilk adımına ilişkin, önerilerin geliştirilmesi ve adım atılabilmesini, işe yaramayacak reformist bir süreçler, olarak değerlendirerek, cepheci (tek zorunlu cephe devletin faşizm yönünde yeniden yapılanmasına ilişkin Ergenekon ve benzeri süreçlere karşı koşulsuz demokrasi cephe olabilir )tümden değiştirmeyi hedeflemekte bir yol; ancak hiçbir şey, birden bire olmaz, aşk bile.

Sadece aşk dışa dönük bir ön çalışma ile oluşmaz, insanın kendinde yeşerttiği;“insan”ın insan’la sevgili enerjisinin karşılaştığı zamanlardır.

Kapitalizm ve devleti her zaman vardı; şimdi yeniden ulusalı törpülenerek uluslararası konumlanıyor, aslında yeni demek dahi gereksiz, uzun zamandır bu böyle. Yaşanan sancılar küreselleşme sürecinin sancıları. Bu süreç 1929 ile kıyaslanamayacak kadar bilişim yönünde, öncülüğünde yaşanan derin bir değişim.

Sungur Savran; tam tersi “küreselleşme” dönemi sona eriyor, şeklinde gelişmeyi değerlendiriyor ve faşizmin yeniden yükselişe geçeceğini savunurken, sınıf mücadelesinin de tırmanacağını ileri sürüyor. Kapitalist ve devleti her daim vardı; işleyen bazı mekanizmalara sahip liberal demokrasileri olduğu gibi bizde ki gibi otoriter, faşizan, vesayetçi düzenleri olan devletleri de halen var. En son Avusturya’da seçimlerde aşırı sağcı partiler oy oranını artırdı ancak aynı zamanda Viyana’da ilk göçmen milletvekili de seçildi; Alev Korun. Öyle ya da böyle 1929 krizi ile benzerlikler taşısa da farklı bir eksende farklı bir zamanda milli devletler ötesi, uluslar arası piyasa ihtiyaçlarına uydurulmaya çalışılan farklı bir dünya şekilleniyor.

Sungur Savran; ayrıca seçimlere yönelik kendi bakış açısından faydacı analizlere girişiyor, Baskın Oran ve bin umut adaylarını küçümsüyor, bir yandan da cephe önerisi beraberinde işçi ve emekçilerin sorunlarına hitap ederek düzen partilerinden başka şeyler vaat etmek zorundayız, diyor.

Demokratların sol demokratların liberal demokrasilere alternatif ve sonrasına ilişkin açılımları üzerine görüşler aktarmıştım. Bunlar “somut insan” sorunlarının çözümüne yönelik katılımcı; sorun ölçeğine göre, birlikte karar alma mekanizmalarına sahip olmayı gerektiren önerilerdi.

Alternatif iktisat anlatısına ilişkin ise, ekolojik küresel sorunlar çerçevesinde kurduğumuz cümleler olmuştu. Kriz ya da değişim sancıları ya da nasıl tanımlanırsa tanımlansın, kıt kaynaklar teorisi ile; kıtlık yaratarak yaşayan kapitalist sürecin yeni bir aşamasındayız dilerim son aşaması olur. Yerine ne önerildi ne öneriliyor; Alternatif iktisat anlatısına ilişkin Cemil Erten günlerdir yazıyor. Ayrıca Yusuf Işık, Erol Katırcıoğlu’da senelerdir, rekabetçi piyasa düzenin oluşturulması ve denetlenmesi açıklık, şeffaf ekonomi ve devletin bu alandaki rölü konularında yazıyor.

Sungur Savran’ın ileri sürdüğü“Krizle karşılaşıldığında açılım” meselesinde kriz ve sahipleri konusunda her yönden analizler yapılmakta. En azından somut olarak Süleyman Yaşar hoca piyasayı düzenleyen bağımsız kurulların yeniden yapılandırılmalı açığa satışlar (hayali) durdurulmalı diyor, piyasa denetimi ve şeffaflık önerirken sistemin ahlakına Kiliseye de söyle diyor; gıda fiyatları artarken açlıktan ölen çocuklara yönelik ortaya çıkmadın, hisse senedi ve emtia fiyatları düşerken görüş bildirdin! Evet demokratlar birde şunu diyor devletlerin finans kesimini kurtarmak için kullandığı fonların yüzde biri ile açlık sorunu da çözülebilirdi. Ancak bu aç gözlü faydacı, ahlaki hiç olmayan soyut piyasacı liberal düzenlerin dikkate alamayacağı kadar “somut insan” a ilişkin bir çözüm önerisi.

Cemil Erten, kıtlık meselesinde; metaların kullanım değerinin değil, değişim değerinin geçerli kılınarak fiyatlandırılmasının kıtlık yarattığını, kıtlık ekonomisinin alternatifinin ise temel ihtiyaç maddeleri üzerinden yaratılacak bolluk ekonomisi olduğunu ileri sürüyor. Benim de “bolluk” “temel ihtiyaç” deyince aklıma gelen, zaten diğer ihtiyaçlar da “ekolojik sorun kaynağı” tespiti oluyor.

Yine aynı yere çıkıyoruz, sorunun kendisi de çözümü de küresel. Bütünsel bakmak zorunlu. Diğer yandan en azından yönü konusunda iyimser/ kötümser farklı tespitler yapılıyor olsa da değişim dalgasının neoliberal eksende sürdürülemeyeceği konusunda benzer düşünceler hakim..

Demokrasi tüm dünyada somut, katılımcı bir yolda evrilerek; soyut liberal değerlerden arındırılarak “somut insan” sorunlarını çözerek ilerleyecek. Bu yol “toplumun (şimdilik) devletini” de yaratması yoludur. Bu anlamda bu süreç ülkemiz için; bu topraklarda yaşayan “insan” ın çoğulcu bir toplumsallaşma beraberinde, vesayet rejimini aşması, dünya sürecine katılması ve kendi kaderini tayin hakkına kavuşmasıdır.

Kaynak:

1- Radikal iki 5 Ekim 2008 sayı 626 “Sungur Savran”

2- Taraf 30 Eylül, 3 Ekim Başlangıçlar 1-2 Cemil Ertem

 
Toplam blog
: 444
: 1284
Kayıt tarihi
: 13.09.07
 
 

MB zengin kültürel bir eksen; düşüncelerimizin buluştuğu, tartıştığımız, birbirimizi etkilediğimi..