Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Ağustos '15

 
Kategori
Güncel
 

Hiç değilse bu kadarcık olsun...

Hiç değilse bu kadarcık olsun...
 

Herhalde birçok başkası gibi ben de haberlere artık tahammül edemiyorum.

Asabım bozuluyor.

Hep aynı acıyı ve çaresizliği görmek zorunda kalmak, gücüme gidiyor.

Siyasetin, kanı yerde bırakmamak ve misliyle karşılık vermek misali yuvarlak ve içi boş lafları da bu acıyı ve çaresizliği katmerleştiriyor.

Seçimlerden beri süregelen iktidar çözümsüzlüğü ise tüm bu olumsuzlukların üzerine kurşuni bir ağırlık gibi çöküveriyor.  

Ne duymak, ne de görmek istiyorsunuz.

İstemiyorsunuz da...

Sonra sosyal medyada şu satırlarla karşılaşıyorsunuz:

Cenaze namazında hoca cemaate dönüp yine soracak, haklarınız helal ediyor musunuz diye. Orada olamayacağım ama ey şehidim, biz huzurla uyurken sen terörist peşinde koştuğun için, biz sıcaktan bunalıp klimalar altında serinlerken, sen ağır postallar içinde, kanayan ayaklarınla dağlarda gezdiğin için, bizler nette telefonda geyik muhabbeti yaparken, sen ananı bile arayamadığın için, bizler tatil planları yaparken, sen bir bardak çayını bile sonuna kadar rahat rahat yudumlayamadığın için... Henüz hayatının baharında bir fidanken, ey şehidim, sen ey kınalı kuzum... Ben bu ülkenin güzelliklerini yaşayayım diye bana canını feda etmişin, benim sende ne hakkım olabilir ki... Kaldır başını ve söyle, asıl sen bana hakkını helal ediyor musun?...

O zaman her şeye rağmen haberleri açıp en azından bu cenazelere eşlik etmeniz gerektiğini anlıyorsunuz.

Geçen akşam denk geldiğimde, televizyon kapatmamış, sesini de kısmamıştım. Yukarıdaki satırlara da henüz tekrar rastlamamıştım. Ama yine de o insanlara eşlik etme gereği duydum. Acılarına merhem olamadım, ama en azından onlar ekranda inlerken, onlarla beraber ağladım. Kendilerimi onların yerine koymaya çalıştım: Haberlerde yer alıp da görmemezlikten gelinmeyi acaba onca acının içinde önemsemezler mi yoksa daha da mı incinirler diye.

Hiç değilse bu kadarcık olsun, acılarına ortak olalım diye düşündüm.

Zaten o anlık ilginin hiçbiri kalmayacak geriye, yaralarını kendi kendilerine sarmak zorunda kalacaklar.  

O süslü ve duygusal sözlerden geriye sadece günlük hayatın eksilen ve bir daha geriye gelmeyen parçası kalacak.

Dünyanın silah sanayi ise acımasız çarklarını işletmeye devam edecek. Hangi ülkede hangi zayıf noktayı görürse, hemen oraya üşüşecek. O çarklara da kınalı kuzularla değil, ancak profesyonel bir orduyla karşı konulabilir. Küçük ve kompakt, ancak donanımı ve manevra gücü yüksek bir orduyla.

Barış güvercini derseniz, onu bu dünyada pek uçurtmuyorlar. Siz silahları bıraksanız bile, başkaları illa ki o silahları eline alıyor. O yüzden en azından kendi sınırlarınız içersinde o silahların birbirinize doğrultulmasını engellemelisiniz. Yine en azından hatırı sayılan savunma gücü olan ülkelerin arasına girmeyi başarmalısınız.

Bunun yolu da hamasi savaş nutukları atmaktan ve debdebeli saraylar inşa etmekten geçmiyor. Günümüzde dünyayı etkilemenin yolu, akıllı ve sürdürülebilir teknolojiler kullanarak, akıllı ve sürdürebilir yapılar inşa etmekten geçiyor.

Yine günümüzde dünyayı etkilemenin diğer bir yolu akıllı ve sürdürebilir toplum dili kullanmaktan geçiyor. Haberlerde ardı ardına tetiklenen olayları sıralayıp, bunun yegâne çözümü olarak başkanlık sistemini korkuyla pompalamaktan geçmiyor. Bazılarının zannettiği gibi milliyetsiz ve sınırsız bir coğrafyadan ise hiç geçmiyor. Tek bir sınırımızın çözülmesi bile ne kadar kan kaybettirdiği ortada.

Şuna da eminim ki, Batı’nın çıkarı kalmadığı anda, Kürt veya Kürdistan meselesi de kalmayacak. Afganistan, Irak ve Suriye gibileri zaten hiç olmadı, olmayacak. Kimse inanmadı o özgürlük, kardeşlik ve demokrasi hikâyelerine. Petrolün miadı dolduğu an, Ortadoğu’ya olan ilgi bitecek. Öngörüldüğü üzere küresel ısınma artmaya devam ederse, çölleşme gelişmiş kıyı şeritlerimiz hariç, tüm ülke ve bölgemizi etkisi altına alacak. Buna karşın Orta ve Kuzey Avrupa ülkeleri üst düzey rekolteli Akdeniz iklimine geçecek. Bu da dünya dengelerinin yeniden yapılanması anlamına gelecek. Kaybedenler daha bir kaybedecek.

Ne var ki tüm bunlar evladını, babasını, eşini toprağa verenler için bir anlam taşımıyor. Bu acımasız çarkta kıyılan tüm canlar ve yakınları için herhangi bir şey ifade etmiyor. O zaman hiç değilse haberlerde cenazelerine eşlik edelim. Uykumuzun, muhabbetimizin, tatilimizin ve çayımızın arasında günde bir defa da olsa, onlara yer açalım. Bu arada ona buna laf atarken, gücü olan kimsenin evladını böylesine feda etmek istemediği gerçeğini de itiraf edelim.

Kınalı kuzularla savaşmak yerine, profesyonel askerlerle savunmamızı güçlendirmemiz gerektiğini artık anlayalım. Global savaş kartallarına yem olmaktan vazgeçelim. Artık hep beraber, ne olur biraz akıllanalım.

O kadar mı zor?

Çekilen bunca acıdan daha zor olmamalı.

Zuhal Nakay

 
Toplam blog
: 102
: 618
Kayıt tarihi
: 24.08.13
 
 

Mimar / Blog Yazarı ..