Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Ekim '09

 
Kategori
Öykü
 

Hiç kimseyle konuşmayan adam

Hiç kimseyle konuşmayan adam
 

BU ÖYKÜ İÇİN 3 ADET SON SUNACAĞIM. YORUMLARINIZLA SEÇİM YAPAR MISINIZ ? ________________________________________________________________________

El ayak çekilince, kıyı boyunca uzanan bulvarın deniz kenarındaki kaldırımına elli metre arayla yerleştirilmiş olan banklarda sıkı sıkıya sarılışıp, fısıldaşarak oturan, zaman zaman boyunlarını içeri çekip, yandan yandan, gelip geçenlere göstermemeye çalışarak öpüşüveren, en çok da birbirinin nefesini koklamakla yetinmek zorunda kalan sevgililer, birer ikişer kalkıp, ayrılığa doğru uzaklaşırlardı.

Boşalan banklar kısa bir süre sonra gececilere hizmet vermeye başlardı; üstleri başları dökülen, kiminin koltuk altında, kiminin yan cebinde gazeteye sarılı ucuz içki şişesi olan, elleri kara, yüzleri kara, arkasına basılmış ayakkabılarından taşan topukları kara gececilere… Yanlarında getirdikleri okunmuş gazete tomarını yalpalaya yalpalaya da olsa, düşe kalka da olsa, kendilerince özen içinde açar, banka serer, sonra, kendi meskenlerinde olmanın dinginliğine uzanıverirlerdi.

Bu kısımda sokak lambaları genellikle yanmazdı. Yanmasını isteyen de pek yoktu zaten. Belediye arada bir patlamış ampulleri değiştirirdi ama üç beş gün sonra yine eskisi gibi kararırdı ortalık. Onlar da bıkmıştı yenilemekten.

Bu gece daha karanlıktı… Kapkaranlık… Uzaklardan geçen teknelerin cılız yakamozları, düzenli aralıklarla kayalara çarpan dalgaların sesi olmasa, yerin - göğün olmadığı sınırsız bir boşluktaki tek nesneydi sanki bankta oturan kadın. Çok seyrek de olsa geçen araçların far ışığı siluetini belirginleştiriverdiğinde sol tarafındaki tacıyla dev bir kitleye dönüşen ağacın yaprakları üzerindeki yağmur damlacıklarından şavkıyan ışıklar, havai fişek saçılışına benzer bir ışıltı oluşturuyordu.

Yağmurun çiselemesi durmuştu bir süre sonra. Sihirli bir değnek yalnızca siyahın kullanılarak yapıldığı tabloya uzanmış, griliklerle görüntüler işlemişti; rüzgara dönüşen esintinin itelediği zifir rengi bulutların yerine, yere daha yakın beyaz bulutlar gelmiş, o beyazlıktan yansıyan kent ışıkları kara - sarı desenleri yaratmıştı. Belli belirsiz de olsa, bankların hepsinin dolduğu gececilerin üzerlerine çektikleri sera naylonlarındaki yansımalardan seçilebiliyordu.

***

Kadın hala kıpırtısız oturuyordu. Omuzları yükselmiş, ıslanan uzun saçları yapıştığı için başı küçülmüştü. Onca büzüşmüşlüğünden üşümekte olduğu anlaşılıyordu.

Beklenmedik bir çabuklukla doğruldu, paltosunun ceplerinden ellerini çıkarmadan kaldırımın kıyısına ilerledi, altı, yedi adım sonra çok da yüksek olmayan ahşap korkuluğa dayandı, öylece kaldı.

Rüzgarın artmasıyla dalgalar büyümüş, kayalara çarpma sesi gürültüye dönüşmüştü. Gri köpükler ürkütücüydü. Doğanın uysal durağanlığı gitmiş, korku filmlerindekine benzer, uğursuz bir karmaşa başlamıştı.

Rüzgarın hızı, dalgaların kayalara vurma aralığı o şekliyle süregidiyordu… Uzun boylu, dal gibi kadın, gidişindeki evecenliğin tersine, koşmaktan yorulup ta tükenmişçesine bir yavaşlık, bir bükülmüşlükle banka geri döndü, ortaladı, aynı yere oturdu.

Derin bir nefes aldı, bir süre tuttu, ansızın bıraktı… İçinde iğrenç bir koku kaldı. Sanki kokuyla birlikte bir şeyler dolmuştu içine de, genzine sıvanıp kalmıştı.

- Bu mevsimde böyle kokar… Berbat değil mi?

Öylesine etkiliydi ki ses, içinde olduğu tüm ortamdan, tüm duygulardan kurtuluvermiş, daha ilk hecesinde boş bulunup sıçramış olmasına karşın, sonrasında derin bir dostluk, yakınlık, anlatılması mümkün olmayan bir eskiden beri güvenirlilikle dönüp arkasına baktı. Sanki sıradan yaşamındaki çok yorucu bir günün gece uykusunda kötü bir düş görmüş de uyanıvermişti ve yine olağan yaşamındaydı.

Gözlerini kısarak görmeye çalıştı ama yalnızca karaltısını seçilebildi.

- Lütfen görmeye çalışma. Haydi… Dön önüne, yalnızca bir ses olduğumu düşün…

- Tamam…

- Üşüyor musun?

- Çok değil…

Uyuyan birisini uyandırmaktan korkarcasına bir özen seziliyordu dalga patlamaları arasında yaklaşan ayak sesinde. Bir hışırtı duydu, omzuna konan naylon parçasının yerleştirilişine öne doğru eğilerek yardımcı oldu, iyice sarınıp sırtına yaslandığında, adamın nefes sesinin uzaklaşmadığını algıladı… Tam arkasında dikiliyor olmalıydı. ‘’ Korkmalı mıyım? ‘’ diye düşündü, ürperdi…

- Haydi, şimdi tekrar derin nefes al…

Bu güne dek böyle bir sesle hiç karşılaşmadığını düşündü içini nemli, pis kokan havayla doldururken. Öksürerek boşaltmak zorunda kaldı… Bu ani püskürüş genzindeki kokuyu biraz temizlemiş gibiydi.

- Bu mevsimde böyle kokar. Yosun kokusunu da, ıslak asfalt kokusunu da, içkiliysen, içki kokusunu da bastırır. Doğada bir tek o vardır sanki… İşin garibi, solunumun olağanken ayırdımında olmazsın, alışır gidersin de, derince soluyuverirsen içine dışına sıvanır… Boynuz ağacı… Yanımızdaki muhteşem ağaç… Her kış sonu narin, minicik çiçeklerini böylesine ağır kokusuyla göstermeye çalışır. Kokusu olmasa, etli, parlak, koyu yeşil yapraklarının parıltısı arasında çiçeklerini fark etmezsin bile…

- Benden ne istiyorsunuz?

- Bir şey istiyor gibi miyim?

Kalkıp gitmek istiyordu. Gece yarısının çoktan geçildiği bir saatte, ıpıssız bir yerde, karanlıkların içinden çıkagelen, henüz yüzünü bile görmediği bu adamdan korkmalıydı ama sesinden ayrılamıyordu.

- Bir şey istemiyorum. Bana konuk olan sensin.

- Nasıl?

- İnsanlar evlerine gittikten, sahil boşaldıktan sonra bu bankların gececileri gelir. Ben de bu bankın gececisiyim. Herkes yerleşti yerine, uyudu… Benim hüzünlü bir konuğum var. Ve kendisinden ne istediğimi soruyor… Yooo! Kalkma lütfen...

Sağ omzuna konan el kalkmasını uysalca önledi. Sol tarafından uzanan diğer elde ezilmiş bükülmüş bir sigara paketi vardı. Bir süre kararsızlıkla baktı, sarındığı naylonu aralayıp, paketten kıvrılarak çıkabilmiş sigarayı çekti, dudaklarının arasına yerleştirdi, parlayan ateşe uzattı. Çakmak ışığında, uçları kesik yün eldivenden fışkırmışçasına çıkmış, ince, narin parmakları, o parmaklara hiç yakışmayan uzun, kirli tırnakları gördü.

Bu bank onunmuş… Evsiz barksız bir sokak serserisiydi arkasındaki adam… Bu bankta geceleyen bir ayyaş, bir tinerci, bir gaspçı belki… Böylesine bir ses, böylesine düzgün bir dil ve böylesine şiirsel bir vurgulama sıradan bir serseride olabilir miydi peki?

Sigaranın dumanını derin derin solurken düşüncelerini yine o büyülü ses böldü…

- Az önce kötü şeyler düşündün, kötü bir şey yapacaktın, vazgeçip döndün banka. Belki de içindeki tartıyı tamamlayamamıştın. Bir daha düşünmeyi yeğledin…

Yeniden gerçek yaşamına sıçrayıvermişti bu anımsatmayla.

- Konuşmak ister misin?

- Hayır.

- Bekledin, gelmedi…

- …

- Ve bu ona tanıdığın son fırsattı, kullanmadı… Sevdasını son sınamandı…

- Mutlu olmak benim de hakkım değil mi?

- Mutluluk göreceli bir kavram; bu kentin en zengin adamı falan şirketi de holdingine alamadığı için kendini mutsuz hissederken, çalışanlarından biri, taksitle bir motosiklet aldığı ve işine artık bisikletle gidip gelmeyeceği için çok mutludur…

- Nesin sen? Filozof mu?

- Yarın yeni bir yaşama başla… Her yeni günü yeni bir yaşam başlangıcı say… Bir de böyle dene bakalım…

- Kolay mı sanki…

- Sana bağlı… Bu anı, bu dinginliği yaşayabilecek miydin o gelseydi? Dün böyle bir gece yaşayabileceğini söyleseler inanır mıydın? Bak, bir anda yepyeni bir süreç başlayabiliyor insanın yaşamında…

- Bu sesi duyabilecek miydim ya da?

Bir dinginlik mi yaşıyordu gerçekten? Yeni bir süreç mi başlamıştı? Adam yönlendiriyor, öyle olduğunu sandırmaya mı çalışıyordu yoksa? Bir süre suskunluk oldu. Omzundaki elin artık olmadığını, rüzgar ve dalga sesleri arasından süzülüp gelen nefes sesinin artık duyulmadığını ayırt edip kalktı, sırtından kayıp, ayaklarına dolanan sera naylonundan çırpınırcasına kurtuldu, çılgınca dönendi bulunduğu yerde, üç adım bir yana, beş adım öbür yana koştu…

- Nerdesiin?

- …

- Lütfeen, nerdesiin?

- Kes zırlamayı be kadın!

- Burada da rahat yok yahu…

- İnanmıyorum yaa!

Diğer bankların sakinlerini uyandıran çığlığı boğazında düğümlenmiş, bulunduğu yerde kalakalmıştı. Sonra, öylesine yürüdü yolun kenarında…

***

Arkasından gelen bir aracın far ışığı çoğaldı, çoğaldı, maviler, kırmızılar karıştı, gölgesi iyice belirginleştiğinde duran araçtan inen adamın yaklaşan ayak seslerini önemsemedi ama koluna yapışan güçlü el yürümesini önledi.

Yüzüne tutulan el fenerine bakamadı, başını eğdi.

- Kimliğini göster!

Fener ışığı yüzünden indirilince mavi ve kırmızı ışığı sırayla yanıp sönen polis aracını algıladı. Gelen ikinci memur da el fenerini yüzüne tutmuştu ama hemen indirdi…

- Aaaa! Öğretmen hanım! Ne arıyorsunuz buralarda, bu saatte?Islanmışsınız da…

- Tanıyor musun?

- Evet… Aynı sokakta oturuyoruz…

Kendisini tanıdığını söyleyen polise baktı aracın arka koltuğuna oturunca. Hiç anımsamıyordu yüzünü.

- O banklardaki insanlar…

- Size bir şey mi yaptılar yoksa? Dönelim hemen!

- Yoo… Tanır mısınız onları?

- Hemen hemen hepsini… Suç işlemezler. Kendi halinde evsiz barksızlar… Bazen toplarız, koyacak yerimiz olmaz, ‘’gidin!’’ desek gidecek yerleri yok… Yapacak bir şey yok yani… Kendilerince paylaşmışlar bankları…

- Boynuz ağacının yanındaki bankta kalanı tanıyor musunuz?

- Haa… O en tuhaflarıdır. Ortaya çıkalı çok olmadı. Kimliği yok, adını bilmiyoruz, hiç de konuşturamadık… Hiç kimseyle konuşmayan adam… Belki de samut…

Sustu… Hiç kimseyle konuşmayan adam kendisiyle konuşmuştu, o unutulmaz ses tonuyla içine dışına sıvanmıştı. Kapısının önüne kadar götürdü polisler.

- Sizin için yapabileceğimiz bir şey var mı?

- Hayır. Teşekkür ederim. Ben iyiyim.

İçlerindeki sorulamamışlar bakışlarına yüklenmişti polislerin ama; selam verdiler, ışıklar saçan arabaya binip, uzaklaştılar.

***

Ertesi gün yeni bir yaşam başlamıştı onun için; kendini dipdiri buldu geç saatte uyandığında. Cumartesiydi, okul yoktu… ‘’ Tam avarelik yapılacak gün…’’ diye düşündü.

Duş aldı, saçlarını bile kurutmadı, eşofmanlarını giyip dışarı çıktı, magazini az gazetelerden aldı, denizi de gören pastanenin cam kenarındaki masasına yerleşti, kendine bir kahvaltı ısmarladı, çayından ilk yudumu alırken çalan cep telefonunu el çantasından biraz da yabancısayarak çıkardı, arayanın kim olduğunu merak bile etmedi, bir daha açmamak üzere kapadı.

Dönüşte, köşedeki taksi durağındaki yaşlı sürücüyle konuştu bir süre, anlaşmış olmanın keyfiyle evinin yolunu tuttu.

***

Tam gece yarısı olduğunda apartmanın önünde kendisini beklemekte olan taksiye bindi. Üzerinde aynı ince, siyah paltosu vardı. Dün geceki…

Boynuz ağacına yaklaşınca durdurdu taksiciyi, dönüşüne dek bekleyeceği köşeyi gösterdi, o banka gitti, tam orta yerine oturdu.

Bugün yağmur yoktu. Gökyüzü yıldız yıldız, deniz sessiz, kıpırtısızdı. Boynuz ağacı coşmuş, denizin kokusunu bastıran kötü kokusunu koyuvermişti yine. Dudaklarının arasına kıstırdığı sigarayı yakmadı, arkasından yaklaşacak ayak sesini, o, tırnakları kirli ama zarif elin uzatacağı ateşi bekledi…

Diğer bankların gececileri birer ikişer geldi ama o bankınki gelmedi…

Ertesi gün de gelmedi…

Ertesi gün de…

***

SÜRECEK ./..

 
Toplam blog
: 237
: 361
Kayıt tarihi
: 22.11.06
 
 

1949 Antalya doğumlu, ANSAN üyesi Orman Yüksek Mühendisi, ressam ve öykü yazarıyım. KAKTÜS MEDYA ..