Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Nisan '09

 
Kategori
Öykü
 

Hiçbir şey göründüğü gibidir

Hiçbir şey göründüğü gibidir
 

bi saniye! bakar mısın?


Daha evi görmeden ev sahibinin elini sıktı.Islak bir eli vardı ev sahibinin. Bu yüzden kız, elini paltosunun arkasına adama belli etmeden silip kuruladı.

Evi kiralamıştı ve henüz nasıl bir yer olduğuna dair bir fikri yoktu. Ama bu o kadar da önemli değildi. Çünkü ayda 40 Semsiti Altını’na ancak bir kümes kiralanabilirdi; bir ev için daha ucuzu olamazdı.

Kızın okulunu bitirebilmesi için paraya ihtiyacı vardı ve para kazanmak için de okulu bitirmesi gerekiyordu. Ailesi fakirdi ve ona ancak 115 Altın gönderebiliyordu.

Yanında kaldığı arkadaşı, evlenmek üzere olduğundan, ona başının çaresine bakmasını söylemişti. O günden beri kız, hem okuyup hem çalışabileceği bir iş arıyordu. Kazandığı parayla da başını sokabileceği bir yer bulabilirdi. Bir sürü başarısız denemeden sonra, okulunu bitirmeden bir iş bulamayacağı ve böylece parasızlıktan okulunu bitiremeyeceği kısır döngüsüne inanmıştı ki bu ev fırsatı çıktı karşısına.

Ev Semsiti’nin doğusundaydı. Burası şehrin alt tabaka yerlerinden biriydi ama Yankesici Mahallesi hariç. Bu zengin mahallede herkes sigara içiyor, kedi eti yiyebiliyor, geçimlerini hırsızlık yaparak sağlıyor ve en önemlisi de evlerinin görünür bir yerine ülkenin anayasasını asmıyorlardı. Bu çok büyük bir suç olmasına karşın, hiçbir güvenlik görevlisi bu mahalleye giremiyor ve bu insanları tutuklayamıyordu.

Bir süre dar sokaklarda yürüdükten sonra eve geldiler. Semsiti’nin büyük otellerinin 100-200m. arkasında, tren istasyonuna yakın ve Yankesici Mahallesinin tam sınırında bir apartmanın teras katıydı.Terastan körfezin bir bölümünü tüm güzelliğiyle görmek mümkündü. Aslında evin Yankesici Mahallesi’nin yanında olması ve tek odadan ibaret oluşundan başka kötü bir yanı yoktu görünürde. 40 Altın gibi ucuz bir kira kızda şüphe uyandırmıştı:

- Niçin kiraya verme gereği duydunuz burayı bayım? Diye sordu ev sahibine.

- Niçin mi? dedi gülerek adam. Çünkü ben oturmuyorum, boş duruyor ve paraya ihtiyacım var.

Ne yapacaksa ayda 40 altını? Ama kısa aylarda işine yarayabilirdi. Mesela 9-10 çeken aylar için hiç fena sayılmazdı. Ama yine de 40-45 çeken ayları düşünürsek komik bir paraydı bu!

Adam cebinden kocaman bir anahtar çıkarıp demir parmaklıklı kapıyı açtı. Ardından ilkine göre daha küçük bir anahtarla evin ahşap kapısını açtı. Kız, odaya ilk adımını atar atmaz evin ucuzluğuna dair tüm şüphelerine cevap bulmuştu. Tüyler ürperten bir manzaraydı gördüğü. Tavandan bir sürü ip ve ağ sarkıyordu. Bunların üzerindeki böcekler, daldan dala atlayan maymunlar gibi geziniyor, oyun oynuyorlardı. Yerdeki fareler de belki bir böcek daha düşer diye dört gözle bekleşiyorlardı. İçlerinden biri yere düşen bir böcek yakalarsa hemen kaçmaya çalışıyor ve yakalandığı yerde bir aç fareler kümesi oluşuyordu. Adam ellerinin tersiyle ipleri ve ağları itti, ardından ”Hop! Hop!” diye bağırarak farelerin sağa sola kaçışmalarına sebep oldu.

Kapıdan girer girmez tam karşıda sarı-beyaz bir televizyon vardı. Onun solunda da muska şeklinde bir kolye duvara asılıydı. Kolyenin altında ise oldukça çirkin bir kadının resmi asılıydı. Kızın resme bakışlarını fark eden adam atıldı:

- Kayınvalidem. Onun eviydi burası. Endişelenmenize gerek yok. Resmi odadan çıkartabiliriz...

Kısa bir sessizlikten sonra adam konuyu değiştirmek için :

- Bak bu yatağın, bu da çalışma masan, dedi yumuşak sesle.

Odada bu yatak ve çalışma masasından başka duvara çakılmış bir raf ve kalın parmaklıklı camın olduğu tarafta bir soba vardı. Böylece iki adım atacak yer kalmıyordu içinde yaşayan biri için. Kız tüm bu gördüklerinden sonra çıldıracak gibi olduysa da okulunu bitirebilmek için başka çaresi olmadığından susması gerektiğini düşündü ve her şeyden memnunmuş gibi görünerek sordu:

- Hepsi iyi de, şu fare ve böcekleri ne yapacağız ?

- Adam eğri burunlu, şaşı gözlü yüzünü gererek eksik dişli ağzından kesik kesik sesler çıkarmaya başladı. Kız, “herhalde gülüyor” diye düşündü. Gülmesi bitince adam:

- Ne o, korktun mu? diye sordu.

Kız sessiz kalmayı tercih etti.

- Korkma onun da icabına bakarız.Terasta bir varil zehir var.

Terasa çıkıp varili odanın kapısına doğru sürüklediler. Adam, kısa bir süre sonra odadan ayrı bir yerde bulunan tuvaletten bir hortum bulup getirdi ve varilin içine sarkıttı. Ardından zehri emerek hortumdan çekti ve odaya doğru püskürtmeye başladı.

O sırada istasyona varmakta olan bir tren, yaşlılıktan sırtları çoktandır ağrıyan ve kendisini zorlukla taşıyabilen rayların üzerinde acı acı fren yapıyordu. Rayların bu acıklı inlemeleri, odadaki böcek ve farelerin son nefeslerinde çıkardıkları sesleri bastırmaya yetmişti.

Odayı havalandırma işlemi sona erdiğinde yatağın, masanın, sobanın, rafın ve televizyonun üzeri en az yerdekiler kadar ölü hayvan doluydu.

- Tamam işte! Kurtuldun onlardan. Kendin temizleyemezsen arkadaşlarını da çağır ama sakın dışarıdan bunları temizlemesi için yavru bir fil satın alma.Tamam mı? dedi adam. Yavru filler pislikleri çekerken odanın zeminini de mahvediyorlar.

- Tamam, ben temizlerim, dedi kız. Zor olmasa gerek.

- Güzel. Keşke herkes senin gibi işten kaçmayan biri olsa. Karım bana hiç yardım etmez. Bütün yaptığı arkadaşlarıyla toplanıp serserilik yapmak, eve gelince de yan gelip yatmak.

- Anlıyorum bayım. Ama bütün kadınlar eşiniz gibi değildir.

-Tabii ki. Ama bütün Yankesici Mahallesi kadınları öyle işte. Şu resimde gördüğün var ya, nefes alırken Yankesicilerin en zenginlerinden biriydi. Ama yine de karım ve ben, onunla birlikte bu evde otururduk. Çünkü başka bir yerin uğursuzluk ve felaket getireceğine inandırmıştı bizi. Varını yoğunu hep burada otururken kazanmış....

Kız adamın anlattıklarını hiç merak etmemesine rağmen nezaket gösterip dinliyormuş gibi yapıyordu. Adamın gevezeliği üzerindeydi:

-Derken bir gün anne öldü ve biz de buradan taşındık. Onun mirasıyla da musluklarından süt akan bir ev satın aldık. Uzun yıllar hırsızlık yapmadan yaşadık. Ama gitgide altınlarımız eriyordu. Biliyorsun, hırsızlık gitgide artıyor ve kişi başına düşen altın sayısı gitgide azalıyor. Önceden bunu pek önemsemiyordum ama yolda yürürken elimdeki yemek paketine saldıran insanlar türedikçe halimizin ne kadar değiştiğini düşünmeye başladım.

Eee... Çocukların okul masrafları da arttı. Derken bu evi kiraya verelim de 3-5 altın kazanalım diye düşündük.

Kız bir an olsun onu susturabilmek için konuşmaya çalıştı:

- Aynı dertler benim başımda da var. Açıkçası bu kadar ucuza evinizi kiralamasaydım, okulumu bırakıp annemin ve babamın yanına dönecektim.

Adam onu duymamış gibi konuşmasına devam ediyordu...

Artık kız da nezaketi bırakmış, adamı dinlemiyordu ve dünyanın içinde bulunduğu hali düşünüyordu:

“İnsanlara bak! Artık hiçbir şeyi paylaşmak istemiyorlar. Herkes Yankesici Mahallesi’nden bir yer kapıp altınlarına altın katmak için uğraşıyor. Sokaklarda bunca aç insan varken nasıl o altınları gönül rahatlığı ile harcıyorlar bilemiyorum. Bu pislik adamın elindeki yemeğe saldıranlar insan! Evet insan! Ve onlar aç, üşüyor. Halbuki her yer yiyecek dolu bu dünyada ve herkese yetecek kadar sıcak yer var. Nasıl oluyor da insanlar musluklarından akan sıcak süt birkaç gün kesildi diye problem çıkarıyor veya arabasını bir üst modelle değiştirebilmek için onlarca aç insanın elindeki birkaç altını gözünü kırpmadan alabiliyorlar, anlamıyorum...

-... değil mi? diye sordu adam. Kız bu soruyla irkilip “evet” diye yanıt verdi ne için dediğini bilmeden. Adam sanki bu “evet” cevabını beklermişçesine sustu. İnanılmaz ama gerçekten sustu.

Kısa bir sessizlikten sonra kız ilk kirasını verme vakti geldiğini anımsadı:

-Bu arada unutmadan size şu 40 altını vereyim.

Altınları uzatırken aklına Devlet Zaman Tahmin Odası’nın bu aya ait yapmış olduğu tahmin geldi. Ayın 23 çekeceği açıklanmıştı ve daha 21 gün kalan parayla idare etmek zorundaydı.

-Sağ ol kızım, hadi kendine iyi bak.Bana ufaktan yol göründü. Adam altınları almıştı ya, artık kıza dostça yaklaşıp gevezelik etmesine gerek yoktu. Kızın da bu durumdan pek şikayet edeceği söylenemezdi.

-İyi günler bayım, dedikten sonra merdivenlerden inen adamın arkasından kısa bir süre baktı ve kapının önünde duran valizini alarak odaya girdi.

Bir an önce odayı temizleyip kalan eşyalarını almak için arkadaşının evine gitmesi gerekiyordu. Ardından da ders çalışacak biraz zaman kalmalıydı kendisine.

Terasta bulduğu çalıdan yapılmış eski bir süpürgeyle bütün pislikleri çantasından çıkardığı çöp torbalarına doldurdu. Her yeri pırıl pırıl yaptıktan sonra kapıları kilitleyip eski evinin yolunu tuttu.

Eski evinin kapısını anahtarıyla son kez açarken bir hüzün kapladı tüm bedenini.

Kalan eşyalarını topladıktan sonra arkadaşıyla vedalaşmak için onun odasına gitti.

-Gidiyor musun? diye sordu arkadaşı başını okuduğu dergiden kaldırmadan.

-Evet. Fena sayılmayacak bir yer. Gittim, gördüm ve kiraladım.

-Hayırlısı olsun.Görüşelim yine. Sıkıldıkça gel. Ha, bir de.... Şu kedini de götürüyorsun, değil mi?

Kız kediyi çok sevmesine rağmen ona bakmanın zor olacağını düşünüyordu.

-Ama ben de zor bakarım. Biliyorsun, okula gideceğim, ders çalışacağım ve çok altınım yok. Üstelik o kedicik hasta, özel ilgi ister.

-O zaman ölsün burada, ne yapalım! Böyle dediği yetmezmiş gibi acı acı da gülümsüyordu.

-Nerede o? Diye sordu kız, çaresizce.

-Kafesine koydum, dedi arkadaşı. Arka odada. Aslında götürmen için hazırlamıştım.

Kız arka odadaki kedinin yanına doğru gitti.

-Canım benim, küçüğüm. Hastacık mı oldun sen? Bakamayacak mıymış bu cadı abla sana? Gel bakalım, seninle yeni evimize gidelim.


Yeni evinin kapılarını açtıktan sonra saatin yediye gelmekte olduğunu fark etti.

O vakitler Yeşiller Partisi iktidardaydı. Kötü giden işleri biraz yoluna koyma çabası ile anayasaya birkaç madde eklemişlerdi. Buna göre her akşam yapılan kontrollerde evinde çöp bulunduranlardan 90 Altın ceza kesilecekti. Kızın böyle bir cezayı ödeme şansı olmadığından hapis yatması gerekebilirdi. Bu yaşayacağı en büyük felaket olurdu.

Akşam altıda meyve kabukları ve diğer yiyecek artıklarını toplamak için çöp kamyonu geçerdi. Altı buçukta cam ve kağıtları toplarlar ve en son yedide de kalan çöpler atılırdı. Doğru saatlerde doğru çöpleri atmayanlar da cezalandırılırdı.

Son çöp arabaları da geçtikten sonra Toplu Çöp Toplama Arıtma ve İşletme Dairesi memurları evleri rasgele dolaşır ve kontrol yaparlardı. Bu işlem bazı günler hiç yapılmaz ama bazı günler de gece yarısına kadar sürdüğü olurdu.

Kız çöpleri eline alıp sokağın yolunu tuttuğunda camlara toplanmış insanlar ve boş sokaklar dikkatini çekti. Bu saatlerde herkes çöpünü atmış olur ve camlara çıkardı. Eğer bir kişiyi sokağa çöpünü bırakırken görürlerse, fotoğrafını çeker ve Daire’ye şikayet edip ödül kazanırlardı.

“Demek ki geç kalmışım” diye düşündü kız. Oysa saati yediye beş vardı.

Karşı evin camında elinde fotoğraf makinesi ile bekleyen adama doğru seslendi:

-Bayım, son kamyon geçti mi ?

-Bu akşam 15 dakika erken geçti. Ne oldu kaçırdın mı? Adamın ağzının suları akmaya başlamıştı. Bunu gören ve ellerinde makine ile bekleyen diğer sokak sakinleri, adamın ağzından bir damla sokağa damlasın diye hevesle bekliyorlardı.

Herkes kötü değildi. Kızın içinde bulunduğu durumu gören bir bayan balkonundan ona doğru seslendi:

-Az daha biz de kamyonu kaçırıyorduk kızım. Ama üzülme. Seyyar çöpçüler el arabalarıyla dolaşıyorlardır. Umarım birini yakalarsın. Ama onlar da fiyatlarını dün akşamdan beri on üçten on beşe çıkarmışlar diye duydum.

-Öyle mi? Teşekkür ederim size o zaman, diye bağırdı kız balkondaki kadına doğru ve süratle seyyar çöpçü aramaya koyuldu.

Birkaç dakikalık koşuşturmadan sonra “Kağıt, cam on beş! Gerisi on dööört!” diye bağıran bir çöpçüye rastladı.13, 5 altına anlaştıktan sonra evinin yolunu tuttu.

”Herkesin evinde bir hayvan beslemesi gerekir” kampanyasından aldığı küçük kedicik onu bekliyordu. Durumu pek iyi görünmüyordu ve o gün günlerden Cuma olduğu için “Pazartesi’ye kadar yaşamayabilir” düşüncesiyle onu veterinere götürmeye karar verdi.

Hafta sonu klinik ücretle çalışıyordu. Onu tedavi ettirecek yeterli altını olmadığından ek mesai bitimi olan saat sekize yetişmeliydi. Elinde kafes, içinde kedisi koşa koşa evden çıktılar. Kliniğe ulaştıklarında yorgunluktan başı dönüyordu ve saat sekize bir vardı. Hemen içeri girip veterineri buldu ve onu muayene etmesini istedi.

-Sakin olun bayan. Tabii ki ederiz, dedi veteriner, elindeki çayı yudumladıktan sonra. Siz içeri geçin, kediyi masanın üzerinde sıkıca tutun, ben geliyorum.

Kız kendisine denileni yaptı. Veteriner çayını bitirdikten sonra ağır adımlarla kızın yanına geldi:

-Yalnız bu saatten sonra ücretli muayene, biliyorsunuz değil mi?

-Ama ben sekize bir kala geldim buraya. Sekizden sonra değil mi ücretli muayene? Diye karşı çıktı kız.

- Evet ama şu an saat sekizi bir geçiyor, dedi veteriner gayet pişkin bir ses tonuyla.

- Peki ne kadar olur ücretli olsa? Diye sordu kız çaresiz bir şekilde.

-Kırk beş altın.

-Kırk beş altın mı?! Ama o kadar param yok ve bu hayvan iki gün yaşayamaz. Ne olur bir dakikayı problem yapmasanız. Siz bir hayvan sever değil misiniz? Kız yalvaran bir ses tonuyla adamı ikna etmeye çalışıyordu.

-Sevgili kardeşim, suçu benim üzerime yıkma ne olur. İnsanlar ölüyor bu yüzden. Doğanın kanunu bu. Şimdi paran yoksa...

Adam sözünü bitirmeden kız bağırmaya başladı:

-Kahretsin! Elinizde olan bir şeyi niye yapmıyorsunuz? İşinizi sevmiyorsanız ne diye bunu seçtiniz?

-Sakin olun bayan, diyerek kızı kolundan sertçe tuttu ve nefesini duyabileceği hizaya kadar eğilip gözlerinin içine bakarak, bu hiçbir şeyi çözmez, dedi.

Kız kendini tutamamıştı ve sinirlenmişti ama gerçekten bu hiçbir şeyi çözmeyecekti.

-Bir kol saatim var onu vereyim peki, olur mu? diye sordu kız ümitlenerek.

-Bak! Burada makbuz kesiyoruz hanımefendi. Ne yazayım makbuza? “Eski bir kol saati” mi?

-O eski değil! diye itiraz etti kız. Babam almıştı okul için bana... Satsanız elli altından fazla eder.Üstü de size kalır.

-Ne yani rüşvet mi teklif ediyorsun?! dedi genç adam. İş iyice çıkmaza girmişti.

Kız kendini tutamayıp ümitsizce ağlamaya başladı:

-Biliyorum iki saat boş boş oturacaksın burada. Lanet olsun! diye bağırarak kapıyı çarptı ve evin yolunu tuttu. Artık iki gün boyunca dua etmekten başka çaresi kalmamıştı.


Bir yandan ders çalışırken bir yandan da kedicikle ilgilenmeye çalışıyordu. O gece birçok tren geldi geçti istasyondan. Fakat raylardan biri artık inlemez olmuştu. Besbelli ki sırtındaki ağrılara dayanamayıp ölmüştü.

Cumartesi biterken kedicik artık hiçbir şey yemiyordu. Arada bir iniltiyle karışık miyavlamaya benzer bir ses çıkarıyordu. Kız her saniye onun için Tanrıya yalvarıyordu. Bir yandan da ağlamaktan kan çanağına dönen gözleri ile ders kitaplarını okuyup anlamaya çalışıyordu. Kediciğin yemek yemesi gerektiğini düşünerek bir şırıngaya süt doldurup ağzından içeri damlatmayı denese de yavru kedi bunu kabul etmiyor, “yapma ne olur” der gibi iniltiler çıkarıyordu.

Sadece kırk sekiz saat uykusuz geçmişti, ona kırk sekiz yıl gibi gelse bile... Sonunda pazar akşamı olmuştu ve kız artık yorgunluğa yenik düşüp uykuya dalmıştı.

Rüyasında Brokoli’deki sevgilisini gördü. Önceki buluşmalarında olduğu gibi bu defa geleceklerinden ümitsiz değillerdi. Kız sevgilisine geçen sene 117415 puan alarak kaldığı, oysaki 117418 ortalama ile geçilen dersinden bu defa 200000 puanın üzerinde bir not aldığını anlatıyordu. Sevgilisi de ayda 3000 Altına beşli priz yapan bir fabrikada iş bulmuş ve evlenme planı yapar olmuşlardı. Dudakları mutlu bir şekilde titriyor, adeta rüyasında gülümsüyordu.

Sabahın ilk ışıkları gözüne vurduğunda, birden uykuda olduğunu ve odanın küçük camından süzülen Pazartesi güneşinin, kalkması için onu okşadığını fark etti. Pazartesi’yi ilk defa bu kadar çok seviyordu. Hemen yatağından kalktı. Kediciği veterinere götürmeliydi. Ama onu, son bıraktığı yer olan kucağında göremedi. Yataktan aşağı atlamış ve odanın kapısının önünde can vermişti. Yattığı yeri pisletmek istemiyordu çünkü...

Bir süre ağlayamadı.

O sırada bir papatya kuşu, camın önündeki parmaklıklara konmuş, balinaların neslinin tükenmesinin 27. yıldönümü nedeniyle yapılacak anma törenine hazırlanan sağır ve dilsizler okulu öğrencilerinin prova yürüyüşlerini merakla izliyordu.

Aynı anda caddenin başından, sağır ve dilsiz çocukların arkasından, freni patlak bir kamyon yokuş aşağı bağıra çağıra geliyordu.

Salı günü güneş yine aynı yerden doğdu...

 
Toplam blog
: 30
: 777
Kayıt tarihi
: 01.11.08
 
 

Elektronik mühendisiyim. Peyote'de İlkbahar adlı romanın yazarıyım. Özel bir şirkette iş birimi müdü..