Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Eylül '07

 
Kategori
Felsefe
 

Hiçlik deneyimi

Hiçlik deneyimi
 

Hepimizin yaşamında mutlu ya da mutsuz olduğumuz anlar, zor ya da kolay dönemler olur. Gün olur coşku içinde yaşarız. Heyecanımız ile ailemizi, arkadaşlarımızı neşeye boğarız. Gün olur; sıkıntılı, stresli… Bazen öylesine yabancı gelir ki yaşadıklarımız; kaçamadıklarımızı yaşayınca ; kendimizden dahi uzak durmaya çalışırız.

Yaşam; bazen zordur olabildiğince ; dikenlerle çevrili bir patikada yürümek misali…

Bazen ise acımasız olur ; düşüp-kalktığımız; ama kalkarken tutunacak bir el bulamadığımız…

Ve bazen kolaydır yaşam; güneşin yönelişini doyasıya hissettiğimiz…

Aylardan Ağustos… Ağustos ayının son günleri… Ve ben, sonbahar yaklaşırken; bir yandan yazın boğucu sıcağından kurtulmanın sevincini, öte yandan rüzgarla temizlenen havanın serinliğini yaşarken zihnimde; yıllık iznimi kullanmaya başladım. Tüm yılın hayali ile… Güneşle ; sonbahar öncesinde buluşmanın özlemi ile…

Güneşin dünyamızdan uzaklaşırken tenimizdeki yolculuğuna yardımcı olmak; güneşle buluşarak yaşadığımı duyumsamak istercesine…

İznimin ilk sabahını günler öncesinden uykuya ayırmıştım. İstanbul ‘un yaz sessizliğinde; doyasıya gerinerek kalktıktan sonra; yine sessiz ortamda; güzel bir kahvaltı yapmıştım. Kahvaltımı 1970 lerin Unutulmayanlar ı ile renklendirmiş, kendime; maliyeti düşük, keyfi büyük bir armağan sunmuştum.

Öğle sularında evden çıkıp aşağıya indim. Binmek için arabama yanaştığımda; arabamın yola bakan tarafının boydan boya ezilip çizilmiş olduğunu gördüm. Bir an, sinirlenip-sinirlenmeme kararsızlığı beynimde çarpıştıktan sonra; belki bu yaşın etkisi ile sakin kalmayı başarmıştım. Yine de canım sıkılmıştı, üzülmüştüm. Ama bunun için arabesk yapmaya gerek yoktu canım... Kırılmış olan bakalit parçayı bagaja koyarken ; kaskonun bu hasarı karşılayıp- karşılamayacağını düşündüm? Ve hemen Sigortacımı aradım. Sigortacım ; her yıl birkaç kez yüz yüze görüştüğümüz; oturup dertleştiğimiz, hukukumuz olan bir arkadaşım... Cep telefonumla aradım ve kısa bir selam faslından sonra durumu anlattım. Benim sesimi duyduğunda her zaman içtenlikle konuşan; sesi ile coşkusunu yansıtan sigortacım; başkasıyla konuşuyordu sanki; iyi değildi sesi. Rahatsız olup-olmadığını sordum. Yaklaşık bir hafta önce ablasını kaybettiğini söyledi. Bu bilgiyi aldığımda ; bunca yaşın deneyimine rağmen ; süresiz ayrılıklara isyankar beynim beni tali yola sürükledi; ablasının yaşını sormak geldi aklıma ; naifçe, şaşkınlıkla…


Henüz 42 ‘sinde imiş. Trafik kazasından sanmıştım. O bana ; “gözümüzün önünde eridi-gitti. Kanser, iki yılda eritti-bitirdi, biz hiçbir şey yapamadık” dedi. Ablasının on iki yaşındaki kızı; Sigortacımın yeğeni ; henüz üç yıl önce kaybettiği babasından sonra; annesinin ölümü ile hem anasız kalmıştı, hem de babasız…

Şaşkınlıkla bilemedim ne diyeceğimi ; -Ne yapacaksın şimdi?- dedim. Sesimle adeta güçlü olması gerektiğini vurgulamak istercesine…

O bana ; “O artık benim kızım. Yeğenim idi ; oldu öz kızım. Ben ölene kadar da kızım olarak kalacak, var mı ötesi ağabey!..” dedi. Boğazım düğümlendi, sokaktayım; bir tokat savurdum yüzüme ; -bırakma kendini Tarık- dedim özüme ve bırakmadım. Ama tokadımın etkisiyle olsa gerek ; her zaman daha çok yorulan gözümde oluşan damla ; gözümün yaşı inat etti ; dinlemedi beni ve kopardı kendini benden ; komutları veren beynimdeki yeni bilgiye isyan edercesine.

Yaşam ne garip dedim yeni ben ‘e… Aradan geçen dakikalar; beynimdeki saatler sonrasında yüzleşiyordum yeni ben ile... Birkaç dakika önce gözümde büyüyen arabamdaki hasar; yok olmuştu gözümde. Arabamın eziği, arabam, lüks arabalar, modern evler, konforlu villalar, hızlı yatlar, tatlı hayatlar, teraslı katlar, pahalı elbiseler ; yaşamın özü karşısında önemini yitiren, önemi olmayan kandırmacalar.

Neredeyse hemen her zaman ; özümüzü programlayıp gözümüzde büyüttüğümüz, adeta canımızdan tatlı imiş gibi konumlandırdığımız büyük oyuncaklar... Kandırmacalar… Bir çocuğa ; annesinin, babasının, yuvasının verebileceği sıcaklığı, sevgiyi, güveni hangisi verebilir!..

Bir an HİÇLİK hissettim; bugüne kadar hiçliği hissetmemenin bedelini; ağırlığını fark ederek…

Hiçliği düşünmeden, hiçliği hissetmeden var olunamayacağını düşünerek…

Hep var olmaya, güçlü olmaya; güce odaklanan zihnimizin zayıf tarafı olsa gerek…

Belki, kalıplar içinde sıkışan ; arkaik kalan düşünce sistemimizin zincir vurma gereği duyduğu ; yaşam şartlarımıza bağlı olarak dışladığı soyut düşünme gücümüzün yokluğu… Güçlü varsaydığımız zayıflığımız..

Hep, programladığımız şekilde bize geri dönen düşüncelerimiz…


Yaşam; acısı-tatlısı, zorluğu-kolaylığı, sıkıntısı-eğlencesi, sevinci, hüznü, mutluluğu ile bütün olan yolculuk... Bu yolculukta yaşadıklarımızı algılama şeklimiz ; algılama farklılığımız ve kendimizce haklı nedenlerimiz…

Yaşadıklarımızı ve çevremizde yaşananları su duruluğunda görebilmemiz, suyun sakinliğini ön plana çıkararak düşünmemiz ; bunu başarabilmemiz ne kadar da önemli. Özellikle kendi iç huzurumuza ulaşabilmemiz için ; heyecanımızı-coşkumuzu sevincimizde değerlendirmemiz, acı, keder, öfke, kötü durumlar karşısında sakinliği seçmemiz, seçebilmemiz… Hem kendi özümüzü kontrol edebilmek ; huzurlu kalabilmek için önemli, hem de iç huzurumuzun kontrolünü dış dünyanın eline, o yaban ele bırakmamak için…

Hem kendimizi yakından tanımak, sevmek, büyütüp-geliştirmek için önemli, hem de ailemize, dostlarımıza, yakınlarımıza daha fazla özen gösterebilmek için…

İç huzur için en doğrusu bu olsa gerek… Hiçliği hissetme çabası ile özümüze yolculuk yapmak… Bazen acıyı hissederek, bazen sevinci yaşayarak, ama ders alarak; öğrenerek…

Öğrenme yöntemimiz ya da gelişmeyi sağlayan araçlar zaman-zaman acı olsa bile…

Sağlıkla- Sevgi ile kalın;

Sevenlerinizle, Sevdiklerinizle…

Tarık Toraman

21.Eylül.2007

 
Toplam blog
: 38
: 629
Kayıt tarihi
: 21.09.07
 
 

Merhaba, MilliyetBlog 'un ilkeli yönetiminin yanı sıra; sağlamış olduğu sürekli gelişim içindeki ..