Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Mart '08

 
Kategori
Özel Günler
 

Hiiii! 35 oldum...

Hiiii! 35 oldum...
 

Bu gün benim doğum günüm. (Yaş günü demek daha doğruymuş gibi geldi bana ama!) Ammaan deliye her gün doğum günü... Bayram mıydı yoksa? Hah! yaşlılık belirtileri başlamış.

Yahu, hiç doğum günü yazısı yazmadım(gerçi şimdi yazmak çok mu gerekli bilmiyorum ki).
Peki, şöyle neşeli şeylerden bahsedeyim. Ya da artık ben size gerçekleri açıklayayım (bu gerçek kimin umrunda olacaksa artık? Hah! bu da başka bir yaşlılık belirtisi...
Bu arada profilimdeki yaşımı 35 yapmak için çaba sarfettim ama olmadı. He he he! 34'te kalmaya kararlı. Olsun, nasıl olsa hep 28 olacağım. Doğan görünümlü şahin gibi... (Bu söz böyle miydi?)

Gelelim şu gerçeklere.

Dönelim eski yıllara( fonda arabesk bir müzik!!!). İlk vukuatımı hatırlamayacak kadar küçük olduğum için ailem her fırsatta hatırlatır. 6-7 aylıkken, eve benden önce gelen kediye patronun kim olduğunu gösterip, evden_bir daha dönmemek üzere_ attırdığım (ne suçum var ya, hatırlamıyorum bile) olay... Kediyi boğmaya çalışmışım ama neden, sorun neden? Emziğimi ısırmış. Hiç tahammülüm yoktur emziğimin ısırılmasına...

İkinci vukuatı hatırlıyorum ama hala masum olduğumu düşünüyorum. Canım babannem bana bir önlük ve pembe panterli bir çanta almıştı. Okumaya öyle hevesliyim ki her sabah erkenden kalkıp okulun yolunu tutuyorum( ev okulun bahçesinde, bildiğiniz lojman). Babam 1. sınıf öğretmeni, benim yaşım tahminlere göre 2. Babamın sınıfında terör estiriyorum. Babamdan önce sınıfa girip ödev kontrolu yapıyorum, ödevini beğenmediklerim çeşitli cezalara maruz kalıyorlar. En sonunda çocuklar beni şikayet etti, o gün de tesadüf herkesin defterini yırtmışım. Babam beni sınıftan attı. Ha! sanmayın okul hayatım sona erdi. Çok azimli bir çocuk olarak, okul hayatıma başka bir sınıfta, o sınıfın öğretmeninin oğluyla, derste kamyon, araba, çivi, çekiç gibi oyuncaklara devam ettim... Sonra O'da bizi sınıftan attı. Nedenini sormayın o konuda çok suçluyuz (suça iştirak ettim ama fikir asla benim değildi).

Şehre geldiğimiz yıllar, sokaktaki erkek çocuklarını döverek, mahalle sakinlerinin sakinliklerini bozarak geçti işte.
Bir ara kuzenimin veteriner olma sevdası ve benim de bilime katkıda bulunma hevesim yüzünden bayağı sıkıntı çektik. Şöyle ki; hemşire olan halamın çantasından enjektör ödünç alıp, kurbağalar üzerinde deneyler yapıyorduk. Bacaklarından su enjekte edilen kurbağaların yürüyemediklerini kanıtladık. Yine ikiye bölünen solucanların iki tane olarak yaşamaya devam ettiklerini de okula gitmeden öğrendik. Ama içine su enjekte edilen solucanlar patlıyordu. Nedenini anlayamadık.
En son arı kovanı deneyimizde arıların ayaklanması sonucunda yaşadığımız haksız olay bilime daha fazla katkıda bulunmamızı engelledi. Kuzenim de veteriner olmaktan vazgeçti de bu pis işlerde asistanlık yapmaktan kurtuldum. (Solucan bulmak kolay iş değildi ki).
Ya ne korkunç bir çocukmuşum. Yazdıkça farkettim. Annem o yıllarda 3,5-4 yaşlarında olduğumu söylüyor, sanırım bu da ailelerimizin suçu. Kurbağaları rahat bıraktık en nihayetinde. Daha doğrusu mecbur kaldık. Olay bir yaz tatili kaplıcada geçmekte. Tüm aile tatilde, çadırımızı kurmuşuz. Mutlu mesut... Ana! o da ne, bir aile gelip çadırlarını tam önümüze kurmazlar mı? Kurarlar... Dereden topladığımız yüzlece kurbağayı o çadıra bırakmaz mıyız? Bırakırız... Sonrasını sormayın, küçük kız kardeşim(ki hiç suçu yoktu, sadece poşet tutucuydu), kuzenim ve ben iyi bir ceza almıştık. O yıl kurbağlara dokunduğumuz son yıldı...( prens olur mu diye öptüğümde olmuştu ama sonra o masalın yalan olduğunu anlamıştım)...
Tabi bizim kuzen, kardeşim ve benim maceralarım son bulmadı ama cani ruhlu olduğumuzun düşünülmesi tehlikesine karşı gizli tutulmaktadır...
Biraz büyüyünce küçük kız kardeşimin aslında bir canavar olduğunu öğremecektim. Ve bunu sadece ben bilerek, kimseye kanıtlayamayarak geçecekti günlerim. Annem işten gelince şekil değiştiriyordu. Hayaletten korukuturdu beni. Sorda okuldan eve geldiğimizde hemen evden yiyecek birşeyler alıp sokağa çıkardı. Acı durum o anlarda ortaya çıkardı tabii. Ben eve giremezdim, hayalet olduğunu söylerdi. Aç bilaç yalvarırdım, bana da yiyecek birşeyler getirsin diye ama nafile. Neyseki ona birşey yapmayan hayaletin, bana da birşey yapmadığını anladığımda bu işkence de son bulmuştu (ne salakmışım!)...
Ha! bu kardeşim, defterimin arasına isimsiz mektuplar da bırakırdı, öğretmenim görsün de bine dövsün diye. Rüşvetciydi aynı zamada şantajcı... Yani bütün harçlığımı alırdı anlayacağınız... Bir hatamı yakalamasın. Zaten sürekli arıza bir çocuğum, hiç zorlanmıyordu aslında...
Bir ara maç günleri stadyumda su satardım, bardağı 50krş... İyi para kazanıyordum ama her akşam annemden yediğim dayak olmasa köşeyi dönecektim. Su satmama deliriyordu. Sürekli çığlık atıp; 'Sen ne biçim çocuksuuuuun' diyordu. Sahi ben ne biçim çocuk muşum? Yaa birde inşaatların 2-3 katlarından kumların üzerine atlardım. Benden iyisi yoktu bütün çocuklar 3 ya da 4 e çıkmaya korkardı. Ayağıma çivi battığı gün o sporu bırakmıştım. Bir de adımı beğenmez, yeni tanıştığım çocuklara adım 'Suzan' derdim (hakikaten bi tuhafmışım).

Neyse, biraz daha büyüyelim ve hooop liseli kumral kız...(Hadi fonda neşeli bir müzik olsun). Bir kanki buldum kendime deli dolu yaşadık o yılları. En önemli vukuatlarım arasında , hastane, postane, tüm resmi kuruluşlarda gülme krizi geçirip( ki oralardaki ciddiyet ve sesizlik nedenimiz) atılmak. Sınıfta da bu durum çok fazla vukuu bulurdu ama başarılı bir öğrenci olunca ve hocalara tüm şirinliğinle bakıca atılmaktan kurtuluyorsun. Neyse okulda civciv, bızdık, salak gibi lakaplarım vardı. Hepsini anladım da niçin civciv derlerdi anlamadım. Maşşallah boylu posluydum ve hiç sarışına benzemiyordum. Haa bir de benim kanki Zehra ile o resmi yerlerde şu tarzda konuşurduk; ''döyle bakalım Ali Daaan...'' Hiç yorulmadan saatlerce... Bazan numaradan kavga edip dikkat çekerdik. Sanıyorum psikolojik problemlerimiz vardı. Gerçi bir kez babam beni psikoloğa götürmüştü (arkadaşıydı, aklı sıra ben ona konuşacağım) adam bir daha gelmemi istememişti.
Unutmadan bir vukuat (ya niye olay demiyorum ben, cidden yaşlandım 2.Abdülhamit'in sınıf arkadaşı gibi konuşur, yazar oldum) daha var ki hala gülerim. Hergün okul çıkışı adet üzere ben, benim kanki Zehra, diğer kanki Vildan karakolun önüne giderdik. Ve hergün kapının önündeki polis arabasının altına eğilip bakar dururduk. Bir gün polis amca dayanamayıp sordu; ''neye bakıyorsunuz siz böyle hergün'', Ben cevap veririm;'' arabanın altı var mı yok mu diye bakıyoruz'', polis amca;'' ee varmıymış peki?'', Vildan cevap verir,şaşkın bir ifade ile;'' siz altsız araba gördünüz mü hiç?''... He he he!!! Ordan kovulunca o eğlencemiz de bitmişti... Ama eğlence isteyelim biz, her an yeni olaylarla bulurduk bir eğlence...
E sonra büyüdüm işte... Büyüdüm mü?

Böyle geçti günlerimiz işte... Dilimde bir şarkı;''


Böyle gelmiş böyle
Böyle geçer dünya
Günlerimiz bitecek
Bir gün saya saya

Seneler koşuyor
Gülüp ağlatıyor
Bir yol bak aynaya
Ömrümüz geçiyor
Bir kez bak aynaya
Ömrümüz geçiyor

Neşe, keder
Hepsi geçer
Bize kar kalan
Nedir bu dünyadan
Bize kar kalan
Nedir bu dünyadan

Böyle gelmiş böyle
Böyle geçer dünya
Günlerimiz bitecek
Birgün saya saya

Daha dün çocuktuk
Sokaklarada koştuk
Yarın belki göç var
Bu dünya olamaz ya

Seneler koşuyor
Gülüp ağlatıyor
Bir yol bak aynaya
Ömrümüz geçiyor
Bir kez bak aynaya
Ömrümüz geçiyor

Böyle gelmiş böyle
Böyle geçer dünya
Günlerimiz bitecek
Bir gün saya saya



 
Toplam blog
: 90
: 875
Kayıt tarihi
: 19.05.07
 
 

 Ama hayatın farkındayım. Hem güzel, hem acı. İyi midir farkında olmak? Yoksa iyi midir farkında ol..