Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Aralık '20

 
Kategori
Edebiyat
 

HİKMET’Lİ YAZILAR

 

Mavi Liman

Çok yorgunum, beni bekleme kaptan,

Seyir defterini başkası yazsın.

Çınarlı, kubbeli, mavi bir liman,

Beni o limana çıkaramazsın...”

Nazım Hikmet Ran

*

"Yirmi yaşında şiirler yazıyorsanız, bu yirmi yaşında olduğunuzu gösterir, kırkında şiir yazıyorsanız, bu şair olduğunuzu gösterir."      Francis Carco

*

Hayyam Zamanında İran Hükümdarı Kimdi?

 

Nazım Hikmet’in Bursa Cezaevi’nde kaldığı sırada bir müfettiş cezaevini denetimdedir… Nazım Hikmet’in yanına getirilmesini ister… İşte o olay.

1938 yılında orduyu ayaklanmaya kışkırtmak suçundan 28 yıl ceza alan ve 12 yıl cezaevinde kalan Nazım Hikmet, 1950’ye kadar İstanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa cezaevlerinde kaldı. Bursa’da kaldığı dönemde ise Adalet Bakanlığı’ndan gelen heyetle bir anısı vardır…

Bursa Cezaevi denetimine Adalet Bakanlığı’ndan bir müfettiş gelir. Bir kaç gün denetim yaptıktan sonra müdüre:

-Nazım da buradaymış, çağır da görelim nasıl biridir? Der. Nazım’ı odaya getirirler.

Müdür koltuğuna iyice kurulan müfettiş Nazım’ı tepeden tırnağa süzer ve:

-Demek Nazım Hikmet sensin. Der. Nazım’a oturması için yer göstermez. Kısa bir konuşma sonrası:

-Gidebilirsiniz” der. Nazım tam kapıdan çıkarken durur ve müfettişe:

-Ömer Hayyam adını duydunuz mu? Diye sorar.

Müfettiş hemen atılır:

-Kim bilmez ki Hayyam’ı…

Nazım:

-Ömer Hayyam zamanında İran hükümdarı kimdi? Diye sorar. Müfettiş şaşırır! Nazım konuşmasını sürdürür:

-Görüyorsunuz, sanatçıyı anımsadınız ama hükümdarı anımsamadınız. Yıllar sonra beni dünya anımsayacak ama dönemin Adalet Bakanını ve sizi kimse anımsamayacak.!Der ve çıkar.

Müfettiş yaptığı yanlışı anlar. Nazım’ı geri çağırır ama Nazım koğuşunun yolunu tutmuştur, asla geri dönmez.

Sahi, o dönemin Adalet Bakanı kimdi?

 

***

Yer altı Edebiyatı ve Orhan Kemal

 

Bursa cezaevinde Nâzım Hikmet, Orhan Kemal’le aynı koğuşta kalmaktadır. Koğuş masasının üzerinde Orhan Kemal’in (asıl adı: Mehmet Raşit Öğütçü) bir roman başlangıcını görür ve okur. Ayağında takunyalar koşarak avluya çıkar Nâzım Hikmet… Orhan Kemal’e soluk soluğa sorar:  “Siz mi yazdınız bunu?”. Orhan Kemal çekinerek: “Evet” der. Nâzım Hikmet büyük bir coşkuyla: “Birader, neden bahsetmediniz bundan. Siz nesir adamısınız! Hikâye yaz, roman yaz!” diyerek o gün bir romancının doğuşunun muştusunu verir!

26 Eylül 1943 Pazar sabahı Orhan Kemal’in cezası biter, hapishaneden ayrılır. Ayrılmadan birkaç gün önce Nâzım Hikmet’e bir şiir yazar, ona okur ve bu şiir Nâzım Hikmet’i ağlatır!

 

Nâzım Hikmet'e

Sen,

“Promete’nin çığlıklarını

kaba kıyım tütün gibi piposuna dolduran adam”,

Sen benim mavi gözlü arkadaşım;

kabil değil unutmam seni.

26 Eylül 1943

Seni yapayalnız bırakıp hapishanede,

bir üçüncü mevki kompartımanda pupa yelken

koşacağım memlekete.

Ve tren

bir güvercin gibi çırpınarak istasyona girecek,

gözü yaşlı bir genç kadına

beş senenin ardından

kocasını getirecek.

O dem ki boş verip istasyon halkına,

yanaklarından öperken sevgilimi,

sen neşeli mavi gözlerinle bakacaksın

içimden bana.

O dem ki yürekten her şey atılacak,

ekmek, kin, hasret,

fakat Nâzım Hikmet,

sen şu kadar kilometre uzakta kalmana rağmen

aydınlık yüreğimin duvarına dayayıp sarı saçlı başını,

batan bir yaz güneşi hüznüyle ağlatacaksın arkadaşını.

Günler geçecek,

ekmek derdi çökecek omuzlarıma.

Fabrika, makinalar, tezgâhım…

Sana şekerkamışı, portakal yollayacağım.

Karım yün çorap örecek.

Her hafta mektup yazacağız.

-Askere almazlarsa eğer.-

Unutabilir miyim seni?

Tahtakurusu ayıkladığımız hapishane gecelerini

ve radyoda şark cephesinden haber beklediğimiz

müthiş anların küfrünü!

-Radyonun yanındaki duvara

Kurşun kalemiyle abus insan yüzleri çizmiştin.-

Unutabilir miyim seni?

Hâlâ beton malta boylarında duyuyorum

takunyalarının sesini!

Unutabilir miyim seni hiç?

Dünyayı ve insanlarımızı sevmeyi senden öğrendim,

hikâye, şiir yazmayı

ve erkekçe kavga etmeyi senden!

Orhan Kemal

***

Cezaevinde Ressam Balaban...

 

Bursa Cezaevi’ne 1942 yılında yeni bir mahkûm gelir: Adı İbrahim Balaban, suçu cinayet... Bu mahkûm bir köylüdür; sadece çobanlık, tarım işçiliği ve taş kırma işini bilir. Kendi düğününde evini basan bir hasmını öldürmüştür. Nazım Hikmet, bu köylüde bir yetenek, bir cevher görür ve onu resim yapmaya yönlendirir. 

İşte, Türk Resim Sanatı’nda “Köylü Ressam” olarak bilinen ve 2019 yılında 98 yaşında ölen İbrahim Balaban; Nazım Hikmet tarafından fark edilmiş, resim yapmaya yönlendirilmiş ve teşvik edilmiştir. 

Tıpkı Orhan Kemal’in, öykü ve roman yazmaya yönlendirilmesi ve Türk Edebiyatı’nın önemli bir yazarı olması gibi...  Edebiyatımızda ve sanatımızda böylesi ilginç yaşam öyküleri var.

 

Sen Mutluluğun Resmini Yapabilir misin Abidin?

Abidin Dino, Nazım Hikmet Ran ve çok sevdiği eşi Vera, Paris’te bir otel odasında kalmaktadır. Nazım Hikmet, gecenin bir yarısı eline kalemini almış eşi Vera’ya “Saman Sarısı” adlı şiirini yazmaktadır. Eşi Vera çoktan uyumuştur. Nazım ve Abidin, otel odalarının penceresinden Sen ırmağını gören çatı katındaki otel odalarının pencerelerinin başında oturmuşlardır. Abidin de bir yandan bir şeyler çizmektedir.

Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?

İşin kolayına kaçmadan ama

Gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil

Ne de ak örtüde elmaların

Ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolaşan kırmızı balığınkini

Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?

1961 yazı ortalarındaki Küba’nın resmini yapabilir misin

Çok şükür çok şükür bugünü de gördüm

Ölsem gam yemem gayrının resmini yapabilir misin üstad?

 

Abidin Dino mutluluğun resmini yapmadı. Çünkü o da biliyordu ki, tek bir kare ile somutlaştırılamazdı mutluluk denen kavram. O mutluluğu sözcüklerle anlatma yolunu seçti. Yaşanmışlıklarının beraberindeki arzularının, hayallerinin içinde olduğu bir şiirle... İşte şiir:

 

Mutluluğun Resmi

 

Kokusu buram buram tüten

Limanda simit satan çocuklar

Martıların telaşı bambaşka

İşçiler gözler yolunu.

İnebilseydin o vapurdan

Ayağında Varna’nın tozu

Yüreğinde ince bir sızı.

Mavi gözlerinde yanıp tutuşan

Hasretle kucaklayabilseydim

Seninle, bir daha.

Davullar çalsa, zurnalar söyleseydi

Bağrımıza bassaydık seni Nazım,

Yapardım mutluluğun resmini

Başında delikanlı şapkan,

Kolların sıvalı, kavgaya hazır

Bahriyeli adımlarla düşüp yola

Gidebilseydik meserret kahvesine,

İlk karşılaştığımız yere

Ve bir acı kahvemi içseydin.

Anlatsaydık

O günlerden, geçmişten, gelecekten,

Ne günler biterdi,

Ne geceler…

Dinerdi tüm acılar seninle

Bir düş olurdu ayrılığımız,

Anılarda kalan.

Ve dolaşsaydık Türkiye’yi

Bir baştan bir başa.

Yattığımız yerler müze olmuş,

Sürgün şehirler cennet.

İşte o zaman Nazım,

Yapardım mutluluğun resmini

Buna da ne tual yeterdi;

Ne boya…

 

Abidin Dino

***

 

Cevriye

 

Cevriye bir hayat kadınıdır. Her gün bir veya birkaç adamla birlikte olur, hayatını kazanmaktadır...

Yine böyle bir gün birlikte olduğu adam tarafından çok kötü dövülerek gecenin bir yarısında sokağa atılır...

Baygın bir vaziyette kaldırımda yatarken bir adam bunu fark eder ve yardımcı olmak için kaldırmaya çalışır... Cevriye baygındır, her yeri yara bere içindedir, adam Cevriye'yi kucağına alır evine götürür...

Adamın evi tek oda ve bir mutfak ve banyolu ufak bir bekâr evidir... Odanın bir köşesinde tek kişilik bir yatak, pencere kenarında küçük bir çalışma masası ve sandalye, masanın üzerinde kitaplar, kalemler birde daktilo ve kâğıtlar bulunmaktadır...

Adam kendi yatağına Cevriye'yi yatırır kendisi de masada uyuklar. Sabah olur adam kalkar bir çorba yapar eczaneden ilaçla merhem alır, Cevriye'yi kaldırır. Cevriye uyanıp kendine gelir tanımadığı bir adam ve bilmediği bir evde bulmuştur kendini...

Adam, lütfen rahat olun, korkmayın der...

Ben sizi dün gece kaldırımda yatarken buldum, durumunuz iyi değildi alıp evime getirdim çorba pişirdim, çorbanızı için sonrada yaralarınıza merhem sürelim der...

Cevriye birçok erkek tanımıştır hiç bir erkek, babası ve erkek kardeşleri dahi kendisine böyle sevecen ve kibar davranmamıştır. Adamdan etkilenmeye başlamıştır.

Birkaç gün daha o evde adamla kalmış, adam kendisine yemekler pişirmiş yaralarına merhem sürüp ilaçlar içirip iyileşmesini sağlamıştır.

Bir gün adam dışarı çıkmış Cevriye evde kalmıştır. Masanın üzerindeki kitaplara bakar, daktilo ile yazılanları okur, yazılanlar çok hoşun gider bayağı etkilenir. Bunları o yazmış olmalı, ne kadar duygulu şeyler yazmış, ne kadar ince ruhlu birisi diye düşünür.

Bugüne kadar tanıdığı erkeklerden çok farklı üstelikte baya yakışıklı ve çekici diye düşünür.

Cevriye içinden kendi kendine ne o adama âşık mı oluyorum yoksa? Der...

Âşık olsam da oda beni sever mi ki der...

Böyle düşünceler içinde iken akşam olmak üzeredir adam hala gelmemiştir, adamı merak etmeye başlamıştır...

Kendi kendine mırıldanarak ilk defa bir erkeği böyle merak ediyorum, aşk bumu acaba der...

Cevriye bu duygular içinde iken kapı açılır gelen o adamdır. Telaşlı bir şekilde selam verip içeri giren adam valizini çıkarıp eşyalarını içine koymaya başlar...

Cevriye sorar ne o acilen bir yere mi gideceksin nedir bu telaşın...

Adam evet gidiyorum bir daha görüşemeyiz belki der...

Cevriye nereye diye sorar...

Adam çok uzaklara diye cevap verir...

Cevriye ya ben ne olacağım diye sorar.

Adam ben bu evin bir aylık kirasını vermiştim istersen bir ay burada kalabilirsin der...

Adam valizin toplamıştır telaşlı bir şekilde kapıya doğru yönelir Cevriye'ye hoşçakal küçüğüm kendine iyi bak der ve kapıda çıkıp merdivenlerden hızla inerek sokağa çıkar, Cevriye pencereden adamın arkasından sokaktan kaybolana kadar üzgün gözlerle bakar...

Cevriye hiç bu kadar kendin yalnız hissetmemiştir, hayatında hiç bir erkek kendisini bu kadar etkilememiştir.

Böyle kederler içinde akşam yemeği bile yemeden yatağın içine ağlayarak sabahı zor etmiştir...

Cevriye artık iyileştiğini ait olduğu İstanbul sokaklarına geri dönmesi gerektiğini düşünerek evden çıkar. Tarlabaşı'ndan Taksim'e doğru yürüyüp Emek sinemasın yanındaki kitapçının önünden geçerken gözü gazete stanlarına takılır... Gazetenin birinde o adamın kocaman bir resmini görüp tam sayfa "Vatan Haini NAZIM HİKMET Rusya'ya Firar Etti " yazısını okur ve olduğu yere çöküp kalır...

Sunay Akın

***

NOT: Nâzım Hikmet; 15 Ocak 1902 Selanik’te doğdu. 3 Haziran 1963’te  (61 yaşında) yaşama gözlerini yumdu! Şiirleri tüm dünya insanının dilinde…

*

 

 

 
Toplam blog
: 782
: 1295
Kayıt tarihi
: 18.08.08
 
 

Kırşehir Erkek İlköğretmen Okulu'nu, İzmir Buca Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümünü, İstanbul Çapa M..