Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mart '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Hımmmm...

Hımmmm...
 

Neden bilmiyorum ama ne zaman beni asık suratlı görse birden bire yüzü ciddi bir hal alıyor ve cümleleri başka birilerinin cümlelerine dönüşüyor. O andan itibaren bir insana değil de, üzerinde, bağdaş kurup yere oturmuş, ışıklar saçan bir kafaya sahip, huzurlu bir yüzle gözlerini kapamış insanların fotoğraflandığı kişisel gelişim kitaplarından birine bakıyormuşum gibi hissediyorum.

"Evet" diye başlıyor "insanlar hep hayatın aynı gittiğinden yakınırlar. Bize lazım olan tek şey değişiklik." Tanrım Tanrım ve yine Tanrım. Bunu içimden defalarca söylüyorum. Ama o iyi bir arkadaşın yapması gerektiğini düşündüğü şeyi yapıyor ve konuşmaya devam ediyor: "Bence hayatında değişiklikler yapmalısın." "Hımmm..." diye karşılık veriyorum. Şimdi beni baştan yaratmaya hevesli ve oldukça kararlı bir arkadaş duruşunu takındı. Ciddi bir konuşma yapacak belli.

"Hımmm... Ne?" diyor. Saçma sapan bir gülümseme var yüzümde, "kapa çeneni" ile "seni anlıyorum ama sorun bu değil" arası bir gülümseme. Anlatmak istediklerimi yüzümdeki ifadelerle anlatmak yerine sözcükleri kullansam iyi olacak çünkü yüzüm onun tarafından bakıldığında büyük ihtimal pek sersem pek ifadesiz görünüyor. Umurumda mı? Değil. Tek istediğim bu konuşmanın bir an önce bitmesi. Biter mi? Bence bitmez. Benim kararlı ve iyi yürekli arkadaşımın ne zaman susup ne zaman konuşması gerektiğini ölçen o hassas terazisi uzun zamandır bozuk ve hala bir yenisini edinemedi.

Aman pek şahane, şimdi bir de vicdan azabına sarınıp sarmalanmış bir sorum oldu. (Bana ordan bi vicdan azabı arası soru lütfen. Vicdan azabı az sorusu bol olsun. Kırmızı biber dökmeyin pek yakıcı oluyor.) Ben nankör bir arkadaş mıyım? Genel olarak bakınca hayır. En azından ben öyle olduğumu sanmıyorum. Ama şu an için, nankörler sıralamasında ilk 10'a girmem kaçınılmaz. "Bayanlar ve baylaaaaaar bu yılın nankör ödülü adaylarını açıklıyoruuuum. Arkadaşının büyük bir iyi niyetle, hayatına ışık getirme çabalarını zaman zaman iç ses alaylarıyla, zaman zaman asık suratla, zaman zaman da oflayıp puflayarak görmezden geleeeeen..." İlk 3 diyelim. Oradaki yerim kesin. Tanrım Tanrım ve yine Tanrım...

"Hımmm..."

"Hımmm'layıp durma da sana söylediklerimi düşün."

"Düşünüyorum işte"

"O zaman neden sürekli hımmm diyorsun"

"Hımmm'layınca daha iyi düşünüyorum da ondan"

"Hımm..."

"Bak sen de hımmm'ladın."

"Ben <ı>anladım anlamında hımmm'ladım"

"Hımmm..."

"Şu hımmm'lamak konusunu bir tarafa bırak ve hayatında değişiklik yap. Söz ver şimdi bana."

"Ne sözü?"

"Hayatında değişiklik yapacaksın?"

"İyi de neden?"

"Canın sıkılıyor diye."

"İyi de canım sıkılıyor demedim ki ben."

"Demedin ama ben anladım."

"Sahi mi kişisel gelişim uzmanı?"

"Dalga geçmeyi bırak da söz ver."

"Of peki peki..."

"Yarın gelip soracağım ama..."

"Tamaaaaaaam"

Hayatımda değişiklik yapacakmışım. Ne yapayım yani? İşimden kovdursam kendimi? Fena fikir değil. Ama para kazanmak lazım. Kötü fikir. Saçımı sarı yapsam? Olmaz iğrenç olurum. Başka bir kente mi kaçsam? Kaçamam eşya toplamaya halim yok. Eşya toplamadan kaçsam? Boşver üşendim şimdi. Buldum buldum buldum. Yarın bana gelip sorduğunda "Eveeeet ne değişiklik yaptın bakalım?" dediğinde cevap vermeyeyim. O nasılsa başımın etini yemeye başlar ben de şöyle derim: "Değişiklik yaptım ve seni hayatımdan çıkardım." Böylece ben de bu saçma sapan değişiklik yapma işinden kurtulmuş olurum. Hımmm... hayır bu da kötü bir fikir...

BİR SONRAKİ GÜN...

"Evet"

"Evet ne?"

"Değişiklik yaptın mı?"

"Hı hı"

"Anlat"

"Tamam doktor. Tırnaklarıma kırmızı oje sürdüm. Nasıl ama?"

"Evet bunu görüyorum. Dalga geçmeyi bırak da gerçekten ne yaptın?"

"E söylüyorum ve görüyorsun ya; kırmızı oje."

"Sen buna değişiklik mi diyorsun?"

"Hayır ben buna devrim diyorum. Ben kırmızı ojeden nefret ederim."

"Sana söylediğim bu değildi."

"Neden? Bu da pek güzel bir değişiklik oldu. Ellerime bakınca Banu Alkan'ın elleri bana nakledilmiş gibi hissediyorum. Hatta sabah kendimi Banu gibi saçlarımı savururken yakaladım. Bir ara da sabah haberlerini okurken yüzümde onun verdiğin aşırı duygusal tepkilerden biri vardı. Allah muhafaza ya biri görseydi."

"Geç dalganı sen geç. Bir gün sana söylemek istediklerimi anlayacaksın"

"Ne kızıyorsun ya. Değişiklik yap dedin yaptım."

"Benim söylemek istediğim bu değildi diye bir kez daha tekrar edeyim mi yoksa senin o sevimli balık hafızan bunu anımsıyor mu?"

"Evet seni anlıyorum ama sen beni anlamıyorsun."

"Sahi mi?"

"Bana şu kişisel gelişim cümleleri ile konuşma lütfen. Bana neyim olduğunu sor cevap vereyim ve ona göre seç cümlelerini. Ama mümkünse benim anlattıklarımın sana hissettirdiği şeylerin yansıması olsun cümlelerin. Düne dönersek, suratım asıktı çünkü aklıma takılan bir sorun vardı ve çözümleyemiyordum. "Ah Tanrım hayat ne sıkıcı" surat asıklığı değildi o gördüğün. Hem hayat hiç de sıkıcı değil. Hayat garip, tuhaf, süprizli bir şey. Neden canım sıkılsın ki?"

"Hımmm..."

"Bu anladım anlamında bir "hımmm"mıydı yoksa "sana inanmıyorum" anlamında mı?"

"Anladım anlamındaydı"

"Hımmm..."

"Peki bu ne içindi?"

"Teşekkürler anlamında..."

Hımmm....

Resim: Ritva Voutila
 
Toplam blog
: 408
: 1090
Kayıt tarihi
: 17.06.06
 
 

Gazetecilik okudum... Ama gazeteciliği sırf yazabilme serüvenine bir adım daha yaklaşabilmek için ok..