Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Mayıs '11

 
Kategori
Deneme
 

Homo homini lupus.

Homo homini lupus.
 

Balık avlayan ayı.


Yaz geldi sayılır artık, benim mangal partileri de et ağırlıklı olmaktan balığa döner. Kışın o soğuklarda Rusya'da, sebze-meyve ile yani daha sağlıklı yiyeceklerle beslenmek yerine herkes gibi ben de ete abanıp tam bir etobur olarak yaşıyorum. Ayılar soğuğu görünce kan dolaşımını yavaşlatıp uykuya yatıyorlar ya işte ben de ete yüklenip tembelliğin de dibine vurduktan sonra camdan dışardaki soğuk havaya bakıp televizyonun karşısına yatıyorum. 

Gerçi her ne kadar ''Okumak cehaleti götürür, eşeklik baki kalır'' derlerse de ben gene de umudumu kesmeyip uzun kış günlerinde bolca da kitap okumaya çalışıyorum. Yalnız okudukça farkediyorum ki hayat ciddiye aldığın ölçüde yaşanmaz hale geliyor. Yani kendini kasıp her şeyi yargılar, sorgular, eleştirel gözlerle bakarsan, bu niye böyle olmuş daha iyisi olamaz mıydı, yapılamaz mıydı dersen gittikçe daha mutsuz olmaya başlıyorsun. O yüzden sağa sola fazla bulaşmadan bildiğini yapıp, karda yürüyüp izini belli etmemek en iyisi ve en rahatı. 

Kurtlar da malum karda yürüyüp izini belli etmeyen canlılardan. Köpekler karda yürürken nereye bastığına dikkat etmezken kurtlar ise arka ayaklarını mutlaka ön ayaklarını bastıkları yere basarak yürürler. Hatta sürü halinde olsalar bile neredeyse bir ip gibi dizilen kurtlar önündeki kurdun ayak izlerine basarak yoluna devam ederler ve bir süre sonra kardaki izlere bakan birinin oradan bir kurt sürüsünün geçtiğini anlaması imkansız hale gelir. Bir de kurtlar en çok otobur memeliler ile beslenirler ki bu noktada da insanoğlunun farklı bir tercihi olduğunu söylemek oldukça zordur. 

Kışın Rusya'da asfalt yoldan araba ile gittikten bir süre sonra orman yoluna sapıp arabayı parkedip üç beş dakika da yürüyerek piknik alanına ulaşmaya çalışırken herkesten biraz arkada kalmayı tercih ederim ki daha önce basılıp sertleşmiş karlara basayım, kara gömülmeyeyim diye. Malum ilk Türkler, Tengri(Tanrı) tarafından gönderilen Asena adında bir dişi kurdun ilk hükümdarlarının annesi olduğuna inanmış ve kurdu da kutsal saymış olduklarına göre benim de etobur olup karda pikniğe giderken önden gidenlerin izlerine basarak yürümem çok da garipsenecek bir durum olmasa gerek. 

Yazın ise uzun kış uykusundan uyanmış ayılara dönüyorum. Su kenarlarına inip balık avlıyor ve avımı mideye indiriyorum. Tek farkımız ayı pençesini kullanırken ben oltamdan yararlanıyorum ama olayın özü itibarıyla aslında aramızda pek de fark yok. 

Hem kurttan hem de ayıdan etin ya da balığın nasıl yeneceği konusunda bir parça farkımız var ve olması da doğal tabi. Ben mangala atıp kızartmadan yemeyi pek tercih etmezken onlar çiğ çiğ yiyorlar. Ancak insanoğlu da bu konuda kendi içinde ayrılmıyor mu? Restorana gittiğinizde bile garsona siparişinizi verdiğinizde size sormaz mı, ''Etiniz nasıl pişsin, az mı çok mu?'' diye ya da japonlar çiğ balıktan suşi yapmazlar mı? 

Bugün öğleye doğru arkadaşlar, dün gece avladıkları balıklarla geldiler. Hadi mangal yapalım. Tamam yapalım. Mangalın başına geçtim, kömürü özenle yerleştirdim, araya çalı çırpı sokuşturup, kibriti çaktım. Ufaktan tutuştu ama başında durmak lazım. Mangal yapmak, ocakta sütü kaynamaya bırakmaya benzer. Nasıl beklersin beklersin de kafanı çevirince süt taşarsa, mangal yaparken de hep başında durmak gerekir. Bir an olmadık zamanda kömür alev alır eti yakar, o yüzden elde bir bardak su ile durmak gerekir ki aşka gelen ateşe bir parça su döküp sakinleştirmek için. Bazen de kömürler tam köz hale geldi derken sönüp gider. Kısaca işinin başında olacaksın, duracaksın. 

Tüm hazırlıkları tamamladım ardından da yelpazelemek için kalın bir dergi, gazete benzeri bir şey alayım istedim. Eski gazeteleri koyduğum yere uzandım ve elime ilk takılan şeyi çektim. Sonra yürüyüp mangalın başına gittim baktım biraz yellemek gerek, ufaktan yelliyordum ki elimdeki dergi dikkatimi çekti. 2009 yılından kalmış Türkçe Newsweek. Ateşe baktım her şey yolunda açıp dergiyi incelemeye başladım. 

Bizde akil adamların yapacak daha iyi işleri yokmuş gibi birbirlerine laf sokmalarına her zaman şaşırmışımdır. Belki dünyada da bu böyle ama işte ben kendi yurdumun insanını daha yakından biliyorum ya, o yüzden bana çok garip geliyor. Binlerce sayfa kitap okumuş, makaleler, kitaplar yazmış bazıları üniversitelerde makam mevki sahibi olmuşlar, ancak artık aşmış olmaları gerekirken nasıl bir ruh hali ise birbirlerine çocuk gibi laf yetiştirmeye çalışıyorlar. Bilimsel tartışmalar falan değil kastettiğim bildiğin sidik yarışı. 

Mehmet Ali Kılıçbay köşesinde Celal Şengör'e dur durak bilmeden giydiriyor. Celal Şengör, ''Marx'ın söyledikleri zırvadır'' demiş. Kılıçbay da bir hesap yapmış, bu sözü edebilmek için Şengör'ün yemeyip içmeyip 300 gün Marx'ın yazdıklarını okuması gerekir ki sonradan böyle bir yargıya varabilsin. Marx'ın yazdıklarını Sovyetlerin ancak 30 bin sayfadan oluşan 45 cilt halinde toparlayabildiklerini, bu yazıları okuyup, test edip yanlışladıktan sonra böylesine büyük bir laf etmenin dünyaca bilinen, tanınan bir jeologun işi olmadığını yazıyor. 

Kılıçbay yazısının sonunda da Şengör'ün ''Daha 14 yaşımdayken 2. Dünya Savaşı'na dair 149 cilt kitap okumuştum'' cümlesine takılıyor. ''Derslerine çalışacak, oyun oynayacak, başka kitaplar okuyacak ve bu arada 149 (indirimli satışlardaki fiyatlar gibi, neden 150 değil?) 2. Dünya Savaşı kitabını devirecek. Karşımızda bir dahi var. Dahiler biz ölümlülerden farklıdırlar.'' diyerek kafa geçmeye devam ediyordu. 

 

Aklıma ''Homo homini lupus'' tümcesi geldi. ''İnsan insanın kurdudur''. Avlanmayı seviyor, yemekten de hoşlanıyoruz. Hayatı birbirimize zorlaştırmakta da üstümüze yok. Yapıcı olmak yerine vandallığı seçiyor, yıkıp yakıyor sonra yaktığımız ateşlerde de avlarımızı kızartıp yiyoruz. 

 
Toplam blog
: 344
: 1122
Kayıt tarihi
: 22.07.09
 
 

Okur yazarım. Okur yazarlıktan kastım, okuduklarımı yazmamdır ki, bu yazılarımı genellikle 'kitap..