Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ekim '13

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Horoz bile kesemezsin!

Tam tamına on gün gecikmiş bir yazıdır; 4 Ekim, hayvanları koruma günü…

İlle de anlatmam gereken bir hikayem var, anlatmazsam çatlarım!

Hikayemiz taa kırk beş yıl öncesine dayanıyor; İzmir’in Karşıyaka ilçesinin Bostanlı mevkiinde bir mahalledeyiz… Beş yaşımdayım, kız kardeşim dört…

Oturduğumuz ev üç katlı, orta katta oturuyoruz, rahmetli Fatma Teyze’ler ise karşı tarafımızda oturuyorlar; onlarınki tek katlı ve bahçe içinde…

Çocuklarından çılgın Ayşe yaşıtımız, arkadaşımız; Fatma Teyze ise güzelliği ayrı, kilosuna rağmen, sevecenliği bir başka güzel; bildiğiniz bal yani!

Bahçelerindeki koca dut ağacı altına kurulmuş desenli muşamba örtülü masada ne kahvaltılar ettik, ne İzmir’in meşhur akşamüstü çaylarında ne börek-çörekler yedik…

Akşamüstü çayları; yanında gevrekleri, börek-çörek ve kekleri ile bir seremoniydi; mesela annem, en olmadı ince dilimlediği ekmekleri ikiye böler, bir yarım dilime peynir-reçel sürer, diğer dilime salça, bir diğerine kimyon-tuz karışımı, sonuncusuna da bal sürer, taze meyve suyu ile yedirmeden yaz akşamüstlerinde sokağa salmazdı!

Bir başka ayrıntı da arılardı!...

Nasıl üşüşürlerdi reçellere, bala…

Bir kahvaltı sofrası sonunda Fatma Teyzelerin kurt köpeğinin üstüne oturuverdi yanlışlıkla kardeşim Nilgün; bilerek oturmadı tabii ki, oyun oynarken dengesi mi bozulmuştu, ne?

Köpek de ısırıverdi!

Haydi bakalım; o zamanlar karından kuduz iğnesi yapıyorlar, kırk gün!

O oldu, ikiz gibi büyüyen biz iki kız kardeş köpeklerden acayip korkar olduk!

Sırf köpekler mi? Kedilerden de!... Canavar gibiydiler!

Annem anlatıp dururdu: Yok köpeği varmış da, çok severmiş de; kedileri de varmış da… Aslında zarar gelmezmiş onlardan da…

Bebek kedileri annem biberonla emzirirse emzirsin, bize ne!

Yalanım yok; ne kuş alabildim elime, ne civciv. Köpek hadi neyse, kediden de korkulur mu? Hem de nasıl! Bilmeyen anlamaz!...

Bahçeli evlerde yaşıyorduk, irili ufaklı örümceklerle tanış olmamak imkansızdı; ıyykkk, ödümüz kopardı!

******

Yıllar böyle akıp giderken bir sokağa girdim diyelim, sokağın sonunda bir köpek var, korkudan beş sokak sonrasına kadar yürürdüm.

Hiç unutmam dar bir yoldan gidiyordum, yaşım on sekiz falan, süslü bir hanımın elinde bir tasma, tasmanın ucunda minicik bir fino… Karşı karşıya geldik, bekliyorum ki tasmayı çekip bana yol açsın. Hareket yok karşı tarafta; “Çok korkuyorum!” dedim, “lütfen tutar mısınız?”

Amanın süslü hanım bir dellendi, bir azarladı beni: “Ufacık köpekten nasıl korkarsın!”

Cılız bir sesle “korkuyorum ama…” dedim, bir başka şey demesine gerek yoktu, bir aşağılar bakışı vardı ki içime oturdu!

“Tut köpeğini, korkuyorum dedim ya!” diyemedim, pustum kaldım ama hala hatırlamam da boşa değil elbet!

******

Yıllar yılları kovaladı, her çeşit hayvana karşı korkum azalmadı, derken… Aşık olup da evlendiğim adamdan bir çocuğum olmasına rağmen boşanmak durumunda kaldım. Karafatma gördüğümde “Yetişşş” dediğim adam kalmayınca, tam da o sırada Yüzde Yüz Düşünce Gücü kitabının “Korkuları yenmek” bölümünü okuyorken önümden geçen karafatmanın bir test olduğunu düşünüp, ani bir hareket ile elime gelen ilk bez ile üstüne atlayıp, balkondan dışarı attım!

(Kullandığım bezi de attım, o başka!)

(Başka bir detay daha: Boşandığım kocam ısrarla “Al bu kitabı oku!” diyordu, okuyasım gelmiyordu… ”Okunacak bir kitap” dese, okurdum, o başka!... Aynı konu “Erkekler Mars’tan, Kadınlar Venüs’ten kitabı için de geçerli! “İlle de oku!” denildiğinde okumuyorsun da, içinden geldiği zamanda okuyor ve çok da yararını görüyorsun… Haa, bunları okuyup da “İstersen oku” demek yerine “Oku bak bunları” diyorsa, kendine pay çıkarmayıp da yalnızca sana yüklendiğini de düşünebilir insan, da… Neyse, o bölümüne fazla girmeyelim, her iki kitaptan da çok yarar gördüğümü söyleyeyim.)

Bir daha asla aşık olmam derken “Büyük konuşma!” diyen bir güç hıncını aldı mı? Hem de nasıl!

Otuz sekiz yaşımda yeniden aşık oldum, hem de nasıl… Neyse, detaylar buraya sığmaz, bir başka zaman anlatırım.

Adamın köpeği var, İngiliz Pointer cinsi, yani bir çeşit kuzu! Tanımadan bilemezdim, tabii ki!

Ben adama aşık, adam bana, oğluma durumu anlatırken köpek mevzusu açılıyor; oğlum da ille de köpek eve gelsin diyor!

Eee, gelsin! (Bana bakar mısınız?)

Köpek eve geliyor, kuzu ya resmen, kuzu…

Ben ki köpek fobisi yüzünden yıllarımı sokakların önünü-sonunu takip etmekle geçirdim, Dak eve geldiğinde elimi uzatıp: Merhaba! Dedim…

Tabii ki bir şanstı Dak, öylesine sakin, sevecen…

******

Bir keresinde de yeni kurt yavruları almaya gittik, eve getirdik, birlikte yıkadık; ayak parmaklarımı hafifçe ısırmak istediklerinde ölesiye korktum!

Bilemedim yavruların böyle oyunlar edeceğini…

******

Köpek korkumu yenme konusunda aşkın ve ikinci kocanın hakkını yiyemem!

Bir şekilde o evlilik sona erdi, hoş yaşanmışlıklar yanında nahoş anılar da kaldı ama köpek fobimi yenme konusunda her daim teşekkürüm bakidir!

Üstünden bir zaman daha geçince bir yavru köpek sunuldu, oğlum ısrar etti, oğlumun da psikolojik sıkıntıları vardı; olurdu-olmazdı derken yirmi sekiz günlük bir kızımız oldu; adını Maia koyduk!

Nasıl diyeyim size, bir pandanın minyatürü gibiydi… İlk aldığımız akşam iyykkk diyor, başka bir şey demiyordu; titriyordu… Öyle minikti ki koynuma yatırayım derken boynuma yerleşti; kıpırdamadım bile uyanmasın diye…

Sabah, seninki bir uyandı, sanki gece iyykleyen o değilmiş gibi, şöyle bir gerindi ve patileri seramik zemin üzerinde birer tarafa kayarken boynunu bir kaldırıp da “Hevv” dedi!

Allahım, nasıl bir acayip güzel duygudur bu; bir garip canlıya öyle bir güven veriyorsun!

******

Ayakkabılarımızı kemirdi, eşek, mobilyalarımızı… O’na nasıl kızabiliriz, meğer doğaları öyleymiş, bilseymişiz keşke!

Öyle bir sınırsız sevgi ki tanınmazmış meğerse… (Çocuk sevgisi dışında)…

Nasıl bir bağ; şimdi anlatmaya kalksam ooo ne çok uzun sürer, bilen biliyordur zaten, bilmeyenler için tek önerim: bebecik bir canlıya sahip çıkın; çocuğunuz dışında… (Bir başka canlıya sahip çıkmaya niyetiniz yoksa, ne olur, çocuğunuza sahip çıkın, en azından…)

İnsanın içi gidiyor; öyle seviyorsun, yani! O’nun da içi gidiyor, beş dakikalığına yok olsan, döndüğünde ayak parmaklarını yalıyor resmen!

Bir kez insan dışında bir canlı ile yakın temas kurduktan sonra bir diğer insan dışı canlılar da paylarına düşenleri alıyorlar!

(Ya da insan dışı bir başka canlıyı sevmeye başlayan insanın sevgi potansiyeli artıyor!)

Kedileri acayip sever oldum; örümcekleri öldüresim gelmiyor; ilaçlama yapıldığından dolayı ortaya çıkan karafatmaların debelenmelerini gördükçe içim acıyor!

İnsan dışında bir canlıyı sevmeye görün; sevgi şelalesi boğar sizi… Öyle yoğun bir sevgidir ki ne bir örümcek öldürebilirsiniz artık, ne de bir karafatma!

Gözü gözünüze değen hiçbir canlıya kıyamazsınız; gözünüzün görmediğine kıyamamak da sonraki aşamadır; hiç et yememek!

Bu bağlamda sebze de, ot da yememek gerek gibi bir kavram çıkıyor karşımıza ki evrenin denge unsurunu da yok saymamak gerek!

******

Hem et ye, hem de hayvanları koru! Hem ot ye, hem de doğayı koru! Garip bir durum; paradoks, yani!

Gözü gözümüze değmeyen hayvanların etlerini yemek daha kolay sanki; lakin insan dışı bir canlı besliyorsan kolunun altına kafasını koyan, poposunu ille de yatarken sana yapıştıran…

Ne kurban kesebilirsin artık, ne de horoz kesme adağında bulunabilirsin; ve hatta terliğin bir karafatmanın üstüne dahi kalkamaz artık ve hiçbir minik örümcek öldürülmeyi hak etmez!

 

http/twitter.com/Gulgunkaraoglu

gulgun_2006@hotmail.com

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..