Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ocak '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Hoş geldin otuz iki

Hoş geldin otuz iki
 

Pencere kenarı...


http://www.youtube.com/watch?v=zW82hLhHP-k

“Usulca inlere sığınmak düşer aklıma, karakışlarda…

Ateşim dumansız arayışlarda…”

Öyküler yazdım çeşitli zamanlarda, çeşitli zamanlar(ım)a dair… Yazdığım öyküleri mi yaşadım, yoksa ben öyküler yaşadım da bunları mı yazdım, bilemedim… Ama yazdım; ama yaşadım…

‘Söylediğin gibi olmayı beceremiyorsan, olduğunu söyle’ derdi annem; ben henüz bu sözün ne anlama geleceğini bile idrak edemediğim yaşlarda. O en çocuk halimle anlayabildiğim kadarıyla, “İyi bir insan ol evladım” gibi bir şeydi benim için. Hayat bana “her zaman” ‘özü sözü bir insan’ olma şansı verdi mi; tabi ki hayır… Ama hayatım boyunca asla yalan söylemediklerim oldu ve onları korudum. Sözlerim gibi bir insan olabilme gayretinden hiç vazgeçmedim; başarıp başaramadığımı da bilmiyorum ama annemin (hâlâ) gelip de alnımdan öpmesi teselli ediyor beni.

Tam da şimdi gözümün önüne gelen o çocukluğumu severim (ve özlerim)…. Belki hayatın bu denli kirli tarafına bulaşmadığı için, belki bunca kirliliğe tanık olmadığı için henüz. Daha önce de söyledim: Büyümeyi ben istemedim; ama başka şansım da yoktu…

Genelde güzel sözler duymaya alıştım çevremdeki insanlardan; ama şımarmamak için kendime bile tekrar etmekten imtina ettim tüm bu sözleri; buraya da yazmayacağım. Zaman zaman ezildim bu sözlerin altında, yine de hiç kimseyi hayal kırıklığına uğratmamak için uğraştım. Başarılı oldum mu; bunu da bilemiyorum…

Mülkiyet tutkusundan kaçındım hep. Dünyevi hiçbir materyal, hırs, elde etme arzusu çekmedi ilgimi. Ama ilgimi çekenleri yakalamak için yanlış bir yüzyılda yaşadığımı anladım yıllar önce.

“Hastayım, yorgunum, seni bekliyorum

…zaman akışta”

 

Geride bırakılan yılların ardından oturup “envanter” çıkarmak adettendir aslında. “Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var” kıvamında, bir bir sıralanır ‘şu hayattan öğrendiklerimiz’… Oysa ben de (tıpkı diğerleri gibi) yeni bir şey öğrenmedim hayata dair. Benden öncekilerin öğrenip de anlatmaya çalıştıklarını, kendim yaşayarak gördüm. Hayat aynı dinamizminde akıp gidiyordu ve biz, sırayla farkına varabiliyorduk bazı şeylerin… Yaşlanmak/yaş almak, böyle bir şeydi demek ki…

Anason dolu kadehin sayısını artık kestiremediğimiz saatinde gecenin (yoksa sabahın mı); yargılanacakları, sorgulanacakları, hesaplanacakları bir bir sıralıyorum içimden. Evet, salt içimden. Çünkü en samimi yolculuk, “iç”e yapılandı; samimi olmaya ihtiyacım vardı.

Tıpkı o reklamdaki gibi ezberletilmiş bir cümleydi aslında: Önümüzdeki maçlara bakacağız. Geride kalanı tekrar tekrar oynatması anlamsızdı “Uğurcuğum’un”… Zaten tüm deneyimlerimiz (en azından çoğu), uğursuz zamanların izdüşümüydü düşümüze… Düşmelere ağlamak, anlamsızdı şimdi…

“Sussam, dilime yazık
uçmamak, kanatlarıma”

 

Ah o yazarlar…. Benim söyleyeceklerimi benden önce söyleyen yazarlar… “Hayatta sadece benim dizlerim kanamadı, benim de kanattıklarım vardı elbet”… Ömrümüzün her an kırılmaya teşne çakırkeyif fay hattında, kanattığımız dizler geliyor aklımıza en çok. Bir film karesini kafamıza göre dondurmaya benzemiyor hayat ve bunca süre sonra pansuman da yapılamıyor o kan süzülen dizlere. Bağışlasın beni kanattıklarım…

Hayır; yeni yeni kararlar da almadım hayata dair. Milli Eğitim Bakanlığı’nın müfredat programı gibi bir süreç değildi çünkü hayat dedikleri. En fizik beklentili teneffüs saatlerin ardından, beklenmedik boş derslerle fiziksel bir temas kurabiliyordunuz çünkü. Hem, bu hayatın Bakan’ı da bendim, bakmayanı da… Hiç değilse baktığımı görmek istedim, yer yer mutedil boş bakmalarıma rağmen…

“Gün yine acıya çaldı bir yerde
ve zaman akışta...”

 

Tıpkı az sonra vedalaşacağım gibi anason beyazı son kadehle, vedalaşmak üzereyim bir yaşımla daha. Anacığım sancılı şekilde kıvranmalarına son verip kucağına alacak beni; 5 saat sonra, 32 yıl önce…

Ve ben, 32 yıllık bir ömrü geride bırakmış olacağım ilk kez (her sene 31 Ocak’ta farklı yıllık bir ömrü ilk kez geride bırakışım gibi)…

Ve şimdi herkese söylenecek tel söz: iyi ki doğdunuz; benimle aynı yüzyılda…

“Usulca inlere sığınmak düşer aklıma karakışlarda
sarısız, umarsız arayışlarda”

 

Öyküler yazdım çeşitli zamanlarda, çeşitli zamanlar(ım)a dair… Yazdığım öyküleri mi yaşadım, yoksa ben öyküler yaşadım da bunları mı yazdım, bilemedim… Ama yazdım; ama yaşadım…

“Hastayım, yorgunum, seni bekliyorum

…zaman akışta”

Dipnot: Şile buluşması için o kadar güzel sözler söylendi ki; ben ne söylesem yavan kalacaktı. Bana sadece teşekkür etmek düştü, tüm güzel insanlara…

 

 
Toplam blog
: 70
: 1618
Kayıt tarihi
: 23.07.06
 
 

Milliyet Blog'un ilk yazarlarındanım. Uzun yıllar gazetecilik yaptım, sonra bir sabah uyandım ki ..