Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Eylül '18

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Hoş Geldin

Hoş Geldin
 

Cumhuriyet Hanımefendisi Güzide ALPER


Yağmur yağıyordu dışarıda. Şimşek ve gök gürültüsü eşliğinde… Yalnızdım evde yalnız, yapayalnız… Pencerenin önündeki koltuğa oturmuş bomboş gözlerle bakıyordum İzmir körfezinin grimavi sularına…

Zaman durmuş, ruhum durulmuştu. Yağmuru düşündüm sonra. Müjdecisi mi baharın, habercisi mi gözyaşının? Birden gökkuşağı belirdi yanımda, yakınımda. Dokunuverecekmişim gibi bir ucuna. Canlıydı renkleri, canlı, capcanlı…

İçimdeki hüznü öteledi. Araladı kasvetimi bir anda. Saydım ebemkuşağının renklerini: kızılötesinden, morötesine… Mutlulukla heyecanlandı kalbim. Öteki ucu (?) öteki ucunu düşündüm sonra. Güneş belirmeye başladı tayfımın ardında. Renkler kaçıştı etrafa. Belirsiz bir geleceği resmediyordu sanki gri bulutlar… Güneş ve bulut bir olmuş gibi toplaşıp bir bir silmeye başladılar o muazzam revnağı...  

“Dur” diye bir sözcük döküldü dudağımdan. Durmadı. Yalvardım içten içe… Dinlemedi. Yarı yarıya aydınlanmıştı artık gökyüzü. Yok olmuştu bir anda gönül köprüsü. “Olsun” dedim. “Ben isteyince; derdi şifa, düşü gülüş eylerim.”

Sehpanın üzerinde duran albümlere takıldı gözüm. Uzandım en eski olana. Bir hazineyi taşırcasına usulca kaldırdım yerinden. O anda; bir fotoğraf, sadece bir fotoğraf karesi düşüverdi kucağıma. Capcanlı anıların, sıcacık dehlizinden süzülüveren bir fotoğraf karesiydi şimdi o.

Yaşama en kırgın olduğum, “neden ben?” sorularıyla yoğrulduğum, beynimin dağlandığı gözümün ağladığı, acılarımın çağladığı anda albümdeki yerinden kopup önüme düşüveren, gözünü gözüm bildiğim, sözünü sözüm saydığım halacığımın gelişinin habercisi o fotoğraf karesi…

Sessizce okşadım fotoğrafı. Kutsal bir emanetmiş gibi ellerimle kavradım. Yüreğime dokundurdum... Sonra yutkundum. Bir hıçkırık boşaldı. Ve böylece başladı içsel söylence:
“Bu geliş, nasıl geliş?
Nasıl bir özlem, nasıl bir sevgi?
Bu nasıl bir diriliş!
Nasıl bir sarış, sarılış ve sarmalayış?
Acımı hafifletmek için mi bunca çaba? Bu geliş, bu seziş…

Ohhhhhh! Ne iyi ettin. Ne hoş ettin! Ve ne çok özlettin!
Hoş geldin! Güzide Halam, hoş geldin!

En güzel ‘hoş geldin’ sesini sende duydum ben.
Gönlünün duru pınarından özleşerek gelirdi ‘hoş geldin’ diyen sımsıcak sesin…

Senin kadar güzel, senin kadar duygulu ‘hoş geldin’ diyemem. Zaten kimse senin gibi ‘hoş geldin’ diyemez. Öyle bir ‘hoş geldin’ dersin ki sen; ‘hoş gelmek büyük iş, ben ne büyük iş başardım’ der gelen. ‘Nadir ve nadideyim’ duygusunu yaşar. Oraya o gelen. Zaten zerafet ve letafet sende buluşur, kıvılcımın gönüllerde tutuşur.

Ahhh o günler, o güzel günler… Mutlu ve umut dolu yıllar…

Kıymetli Halam bilsen ne çok özenirdim ben sana. Seni izlediğimde çoğu zaman kendimi verimli bir ağacın altına oturmuş sanırdım. O ağaç, öylesine bilge bir duruşa sahip ki; gölgesi onur. Meyvesi verimlilik. Ağaca uzan, ne diliyorsan al.

 İşte bu yüzden senin gibi sıcak bakmayı, senin gibi gönülden sevmeyi, senin gibi; üzüntüde, kederde, hastalıkta, sağlıkta, düğünde, bayramda, bebeği karşılamada, askeri uğurlamada velhasıl herkese yetişmeyi, yetişebilmeyi; dilime şükran pınarını, gönlüme bilgelik ışığını yerleştirmeyi diledim ben.

 ‘Ben’ dedim, ‘ben de günün birinde, onun gibi sıcak bakacak, onun gönül dinginliğine ereceğim…’

 Bunu sana söylemedim. Babama söyledim. Babam mutlu bir ifadeyle; ‘İnşallah kızım inşallah’ deyip onayladı.

Aslında seninle doğrudan kan bağımız yoktu. İskenderzade Müderris Abdullah Efendinin biricik oğlu İskender Alper ile evlendiğin için hısımdık. Dedemin dayısı kayınpederindi. Kan bağım olan Perihan halamı sekiz yaşıma dek hiç görmedim. Eniştem Subay olduğundan o vilayet senin bu vilayet benim dolaşıp durdu Anadolu’da.

Neriman halam ile sekiz yaşıma dek birlikteydik. Onunla da güzel anılarım birikti. O bir gün kızının, damadının ve torununun ardına takıldı İzmir’e yerleşti. Bana her daim ‘hala’ dedirten, ‘hala’ diye seslenişimde mutluluk duyan, hala özlemimi canı gönülden gideren hep sen oldun…

Sana; ‘seni çok sevdiğimi’ hiç söylemedim. O zamanlar, insanlar birbirine ‘seni seviyorum’ ya da ‘sana saygı duyuyorum’ demezdi. Bu sözcükler kullanılmazdı. Sevgi, saygı endazeye vurulmaz. Sevgi de, saygı da tüm içtenliği ile bilinir, bildirilirdi…

Bu yüzden ben sana, o hoş karşılanmana gelirken; hep hoş olmayı, hoşluk getirmeyi dilerdim. Gözlerinin parlaklığında, pamuklara sarıp sarmalayan sözlerinin enginliğinde demlenmeyi özlerdim.  Ve ben, hep seni gözlerdim…

Bu defa gönlüm kırgın Halacığım. Ruhum ızdırap girdabında ve yorgun. İçimde kasırgalar kopuyor. Bulutlarım gözyaşlarıma tutunup sel olup akıyor. Zaten sen de hoşluğa değil, nahoşluğuma geldin. Sahi sen, mezarında uyurken kederimi nasıl bildin? Muğla’dan kalkıp, ta buralara nasıl geldin? Yoksa bu diriliş mi? Acımı dindiriş mi?

Hani ortaokulda iş bilgisi dersinde bize bebek çamaşırları, zıbın ve çocuk elbiseleri diktirmişlerdi ya. Sen o zaman bana: ‘bunlardan kaç tane dikeceksin?’ diye sormuştun. Sana ‘annem benim için 10 tane diker’ demiştim. Çok gülmüştünüz. ‘Kardeş istemedin, bunca çocuğu nasıl büyüteceksin?’ dediğinde; ‘onları babama, anneme, sana ve Rahmetli İskender Alper’e benzeteceğim’ cevabını vermiştim. İşte o sözlerim çok büyükmüş! Hem de çok büyük! İş bilgisi dersinde diktiğim giysiler hala sandıkta ama ben onların içini hiç doldurmayacağım…

Kaderim sana benzedi Halacığım. Benim miyomlarım varmış. Yarın ameliyat olacağım. Süreyya Ağabeyim ameliyatımı yapacak, miyomlarımı alacak.

‘Korkma!’ dedi Süreyya Ağabeyim. ‘Korkma!’ ama ‘Korkma!’ demekle korkum dinmiyor. Ne ile karşılaşacağımı bilmiyorum. Ben sağlık korkuları yaşamıyorum Halacığım. Ucunda ölüm varsa; ölüm hak biliyorum. Yaratana teslim oluyorum. Ben eşimi çocuksuz bırakma ihtimalinden korkuyorum. Kendi kaderime başka birini ortak etmekten korkuyorum. Onun da İskender Başkan gibi çocukların başını okşamaya çekinmesinden korkuyorum. Sen üzülmeyesin diye çektiği ızdırabı yaşamasından korkuyorum.

Ve ben bugün yaşamımdaki en büyük kararı verdim. Ben hiç evlenmeyeceğim. Lakin kollarımı bütün çocukları kucaklayacak denli açacağım. Gönlümü gönüllerine katacağım.

Peki, sen? Sahi, sen niye geldin? ‘Bir çocuk değil, bütün çocuklar bizim.’ demek miydi niyetin? ‘Doğaya açıl ve sevgini tüketme’ demek miydi gayretin?’

İçin rahat olsun Halacığım. Yaşama tıpkı senin gibi bakacağım. Olabildiği kadar uzanıp, ulaşabildiğim kadar öze öz katacağım. Sevgim ve şefkatimle tüm canları sarıp sarmalayacağım.”
 

 
Toplam blog
: 3
: 117
Kayıt tarihi
: 13.09.18
 
 

Fen Bilimleri alanındaki eğitiminin getirisi bilgi ve becerilerini Sosyal Bilimler alanındaki edi..