Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mart '21

 
Kategori
Güncel
 

HOŞGÖRÜ İÇİN BİR ADIM.

(Rüyalar görüyorum, hayrolsun inşallah. Rahmetli annemi gördüm ve de terk edilmiş bir köy her taraf bakımlı, ortada derin bir sessizlik var, kuş sesi bile yok ne garip... sonra mevsim herhalde sonbahar olmalı. Ağaçlarda öyle yoğun ayvalar var ki ben o kadar büyük ve sapsarı ayvaları ömrümde görmemiştim. Bir de güzel kokuyorlar ki, hayrolsun inşallah.)

 

Herkes bir şekilde hoşgörü kültürünün yerine başka şeylerin geldiğini söyler durur, bunda bir şey yok gerçek de aşağı yukarı böyledir. Son çeyrek yüzyılda olağanüstü gelişmeler insanların maddi olarak rahata erdiği demek doğru değil ama sadece tükettiğiyle kendini güçlü hissettiği gerçeğini tüm çıplaklığıyla yaşadığımız bir zaman dilimine denk geldi. Üretimden, bilgiden ve mesleki bilgiden kazanılmayan para nereden kazanıldı? Kimi sektörler canlandı, kimi sektörler ise zaten canlıydı, üzerlerindeki baskının kalkmasını bekliyorlardı ve o sektörler ilgililerine müthiş paralar kazandırmış olabilir ki bu söz konusu zenginlik üretimden alamadığı payı tüketimden alarak bir şekilde göz boyadı.

Her şey çok daha kolaylaştı, çalışmaya gerek yoktu. Piyasalar saman alevi gibi birbirini tetikledi ve buna da en çok matematik bilen insanlar şaşırdılar. Ortalama beş altı bin lira maaş alan insanlar milyonluk evleri ve onları kimlerin aldığını anlayamadılar ve otomatikman eğitimli kesim geri çekilme zorunluluğu hissetti ki ne deseler tersi çıkıyordu. Hayatın bir kimyasal denklem, ya da biyolojik bir deney olduğunu düşünen pozitif bilim bilgisine sahip insanların söyledikleri yanlış çıkınca ortada bir hokus, pokus durumunun olması olağandı. Peki, neydi hayatın olağan akışına uygun olmayan durum ya da durumlar?

Normalde bir insanın hesaplarına erişmek; verilerini aşırmak sıradan insanlar için sahiden de zor bir durumdur. Günümüzdeyse her şeyin dijital bir dönüşüm olduğu ve bu verileri birilerinin mahzeninde sakladığı dilerse sakladığı dilerse sattığı göz önüne alındığında ortaya bir sürü rakamın çıkması gerekiyordu ama şimdilik ortada rakamlar yoktu. Zaten insanlar da rakamlara falan da öyle takılmıyorlardı. Alışmışlardı. Olsa da olur olmasa da olur durumu ya da gerçek bir kuşatılmışlık duygusu ile izole yaşamaya devam ediyorlardı. Büyük şehirler son otuz yıldır fakir mahallelerle zengin mahalleleri birbirinden ayırmakla meşgulken mesleki anlamda, kültürel anlamda hemen her anlamda birbirinin halini anlamayan; birbirine rakip, birbiriyle çatışan küçük alt gruplar oluşturulmuştu.

Alt gruplar, öğretmenler (üst yönetici ve idareciler ayrı bir zümre) sağlıkçılar, ( doktorlar üst yöneticiler ve diğerleri),böyle gruplar eskiden sendikalı işçiler, sendikalı işçilerin yanında çalışan işçisinden borç isteyen müdürler durumu hâsıl olmuştu şimdi ise ilkokul mezunu müteahhitlerin her şeye karar verdiği, en çok parayı kazandığı devirleri de devirmek üzereyiz. Demek ki bir devir var, o devir bir şekilde dünya misali dönüyor ve o şanslı gruptakiler bir ara mutlu olur gibi oluyorlar ki biz halkanın dışında kalanlar onları bambaşka şekillerde algılıyor ve hayal ediyoruz. Bazen boş yere bileniyoruz. Gerçek belki de hiç öyle değil. İnsan böyledir; gücü yettiğine dünyayı zindan eder, gücünün altında ezildiğine ise secde eder. Çoğunlukla bu böyle olmuştur. Secde biraz abartılı gibi gelebilir ancak burada secde eden değil secde ettiren zümre ya da kişide kendisini Allah’ın yerine koyma durumu varsa ve elinde de güç varsa kişi ya yaşama ya ölüm yolunu seçmek zorunda bırakılırsa; onu kim suçlayabilir. (Bizim toplum ve yakın tarihte hayatta kalanlar ve soyunu bir şekilde yürütebilenler açısından yakın coğrafyayı şöyle bir zihnimizde zorladığımızda Osmanlı onca savaşa girerken cephede en ön saflarda savaşanlar şehit oldu aynı şekilde eğer evli değillerse onların soyları da devam edemedi. En azından Galiçya’da, Sina’da ve de Çanakkale’de on beşlilerin soyları, nesilleri kendi şehadetleriyle orada son buldu.)

Tarih boyunca sıradan insana meşgaleler bulan zeki veya oyun kurucu üst sınıfların; aslanların önüne atılan insanları, olimpiyatları ve birbirleriyle sürekli savaşları, yarışmaları teşvik ettiğini bilmemek düşünülemez. Misal Türkiye’de dört büyük takım olmasa da yirmi küçük takım olsa ne olurdu ekonominin hali? Birbirlerinin üzerine enerjilerini bir şekilde nötralize olarak hayatı yaşayan bizlerin rakiplik duygusunun içine kin ve nefret dilini koymaları kitleleri birbirleriyle bir daha barışmamak üzere ayırmış ve düşman etmiştir. Misal öğretmenler; işine gelince hemen herkes önce kutsal diyerek başlar ki gerçekten zor bir meslektir. Sonrasında hemen herkes hem eğitim uzmanıdır, hem eğitim sistemini öğretmenlerin nasıl bozduğundan başlar da anlı şanlı milli eğitim bakanı ve bir uzman sıfatıyla bunu yapar. Evet eskiden mili takım yapma konusunda tecrübesi olan halkımızın mili takım oyuncularını görebilme imkanları ve negatif etkileşimleri mümkün değildir ve söylenen sözler de kırıcı olmaktan uzaktır. Bir kahvehanedeki muhabbetten Avrupa’nın ünlü kulüplerinde oynayan futbolcu nasıl rahatsız olsun? Ama öğretmen öyle mi aynı masada oturuyor yemek yiyorsunuz, ona mal satıyor, evinizi bekâr olduğu için vermiyor ya da ilk kazığı… Yani kısacası “sağlıklı bir toplum inşa etme gayesi olanlar toplumun kitlelerini kütleler halinde birbiriyle dövüştürmezler, barıştırırlar.” Toplum birbirinin desteğiyle ayakta durur, birbirine diş bileyerek, kin güderek değil. Bu gayeyi bilinçli bir şekilde insanların birbirlerine karşı kin ve nefretle dolması için kullananlar isimlerinin önünde arkasında ne olduğunun önemi fazlaca yoktur. “Sınıflar arası savaş değil, sınıflar arası destek, sınıflar arası muhabbet, sınıflar arası anlayış ve yardımlaşma bir toplumu müreffeh mesut bir toplum yapar.” Sınıflar arası kötü ve kırıcı dil iç savaşın ön provasından başka bir şey değildir.

 
Toplam blog
: 2271
: 163
Kayıt tarihi
: 15.10.14
 
 

Bugünün doğrusu yarının eğrisi, dost görünenler düşman ve herşey aslında zıddı olabilir. Büyük ih..