Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Şubat '16

 
Kategori
Ankara
 

HOŞGÖRÜ ÖLDÜ MÜ?

Toplumlar yaşayış şekillerine uygun olduğu düşünülen şehir düzenine geçmişler, kırsal ve köylerde nüfus günden güne azalırken yoğunluk günümüze kadar geldi. Doğal süreçte büyük şehirler daha da büyürken, köy ve kasabalar küçüldükçe küçüldü.

Özellikle Ankara’da yaşayan biri olarak trafikte insanların ne derece gergin oldukları araba kullanımlarından tutun da metroda, otobüste kısaca hayatın her anına sirayet etmiş durumda. İnsanları bu kadar gergin olmaya iten sebepler nedir?

Dinsel, kültürel, toplumsal, psikolojik kısacası ne derseniz toplumda insanların bu kadar gergin olması tedavi edilmesi gereken bir hastalık.

Öyle ki, kimisi ilimsiz bilim yapmış üzerinde eğreti dururken, kimisi emeksiz bol para kazanmış kurulmuş son model arabasının koltuğuna dünyaları kendisinin yarattığı hissine kapılmış gibi, yüzünde kibir.

Diğer tarafta tüm gün çalıştığı halde karnını doyurabilen ancak gelecekten umutsuz kimseler. Bir kısmı evine dönüyor, eli boş, diğer bir kısım da evine dönüyor gönlü boş, kimi doludizgin yolculuğunu tamamlıyor onun da kalbi yüreği boş. Kimi “seçimlerden” medet umar, kimi “seçimlerinden” ceza çeker, suçu başkasında arar.

Nefsine söz geçirmez, ömrünü boş işlerde geçirir, parasını boşa harcar, kendisine en çok güvenenlere borç takar, kimi ise tüm kötü alışkanlıklara abone olmuştur da façayı düzeltmekle durumu kurtarmaya çalışır.  Kısacası anlamsız yorumlar artırılabilir ancak bunlar gerçekte bilimsellikten uzak sadece yorum olarak kalacaktır. Ancak; aşırı gerginliklerin toplumda patlamalara, tatsızlıklara “suç ve cezalara” sebep olabilecek, patlamalar, boşalmalar her an yıldırım gibi bazen de tamamen suçsuzların, masumların cezalandırılmasına sebep olacaktır.

Trafik özellikle toplumsal arızaların en iyi gözlendiği bir arena. Bugün yaya geçidinde kırmızı ışıkta durmuş bir araç, yeşil ışık yandığında ortada kalan iki kadına söylenip duruyorsa ve yaya geçidinde durmanın suç olduğundan habersiz olduğundan mı bunu yapar yoksa gerçekten içini kaplayan kötülükten dolayı, kendisinden başkasının doğru olduğunu düşünmediğinden mi? bunu kestirmek gerçekten de çok zor. Ama bildiğim kadarıyla hepimizin en büyük hatası çok “ikiyüzlü” olduğumuz ve hata ararken ise hep başkasında aramamız.

Kendimizde ben de dâhil “ben hatalı olabilir miyim?” durumu en az işimize gelen ve en az işimize geldiği için de genellikle de tercih etmekten özellikle kaçındığımız ama bu sayede durumu fark etmeden daha da berbat hale getirdiğimiz gerçek arızalarımızdan belki de en önemlisi. Kendi hatalarımızı düzeltmek için kendimize bir şans dahi vermediğimiz gibi “hata” nedir ondan dahi haberimiz yok. Ya da hata bizde kesinlikle olmayan olması mümkün olmayan şey diye tanımlıyoruz.

Genellikle çok şikâyet ediyor ancak şikâyet ettiğimiz her şeyi biz de yapıyoruz. Az çalışıp çok kazanmak istiyor, hep bizim dediğimizin olmasını, fırsatı elimize geçirdiğimizde acımasız olurken, “fırsatı eline geçmişlerin” acımasızlıklarından şikâyet edip duruyoruz. Fırsat denilen “kör olasıca” ise bir türlü geçmiyor ki elimize. 

Fırsatı büyük nimet kabul etmeyi biliyoruz da büyük fırsatın ne olduğundan haberimiz yokmuş gibi davranıyoruz. Hâlbuki belki de en büyük fırsat ölümlülerin yaşadığı ve nefes aldığıdır, sağlıklı olduğudur. Mutlu olmak için onca neden varken mutsuzluk prensibimiz oluyor. Güneşi değil bulutu seçip, aydınlık bekliyoruz.

Tanıdıklarımızdan çok tanımadıklarımıza güveniyor, gerçek hayatı çoğu zaman ıskalıyoruz. Zaman ise hep azalıyor, artacağına. Küçük ikramiyeler yerine her Cumartesi ikramiye bekliyoruz. Sanki bundan önceki ikramiyeler bizi sonsuza değin mutlu mesut etmiş gibi. Gerilmiş bir yay gibi mutlu olmayı bekliyoruz. Ya beklediklerimiz sahte, ya da biz sahteyiz.

 

 
Toplam blog
: 2271
: 163
Kayıt tarihi
: 15.10.14
 
 

Bugünün doğrusu yarının eğrisi, dost görünenler düşman ve herşey aslında zıddı olabilir. Büyük ih..