HSYK el mi değiştirdi, yoksa içindeki "ayrık otlarından" mı temizlendi?

Yoksa kimilerinin dediği gibi, "yargı vesayeti" sona erdi; yargı "Hükümetin kontrolüne" mı geçti?  Ben, bunların ikisine de karşıyım.

Çünkü bu tarz yorumlamalar, "yargı üst yöneticileri ya da bazı grupları 'kimin kayığına binerse binsin', tarafsızlıklarını ve bağımsızlıklarını koruyan, bütün baskılara rağmen 'millet adına'  çalışan diğer yargı mensuplarını" incitmez mi?

Bana göre incitir ve bu tarz bir yaklaşımla, onlara da  "belirli bir tarafın yandaşlığını yapma" suçunu da  yüklemiş oluruz...Bu bir haksızlıktır...

x    x    x

Seçimi yapılan HSYK'nın görevleri, Anayasamızın 159. maddesinde açıklanmaktadır. Bu madde, şu ifadelerle başlamaktadır : "Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, mahkemelerin bağımsızlığı ve  hakimlik teminatı esaslarına göre kurulur ve görev yapar".

Maddenin 3. paragrafında da şu ifadeler bulunmaktadır : "Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, adli ve idari yargı hakim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükseltme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenleri hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemleri yapar..."

İşte, HSYK'ye verilen bu görevler -- ki bana göre yetkiler -- pek çok devlet kurum ve kuruluşunda olmayan yetkilerdir.

İşte, yine bana göre bu "yetkiler", bu kurumun, mecrasından çıkıp, siyaset deryasında dolaşan "iktidar" ya da "muhalefet" gemilerine, bazen de okyanuslarda dolaşan "yabancı bandıralı gemilere" binerek onlara "tayfa" olmalarına neden olmaktadır.

Türkiye'de bunun örnekleri çok görülmüştür. Bunları sıralamaya gerek yok. Ancak, yeri gelmişken bunlardan birini, örnek olsun diye hatırlatayım...

-- 28 Şubat döneminde, askerler, yaptıkları darbeyi meşrulaştırmak için yargı mensuplarına bir "irtica brifingi" vermek istermişlerdir...Zamanın Adalet Bakanı, yargı mensuplarının bu brifinge katılmaları için vermez. Bunun üzerine, Genelkurmay Başkanlığı'nın üst düzey bir yetkilisi  şu açıklamayı yapar : "Brifinge 'Cumhuriyet savcıları' gelir, 'Meşrutiyet savcıları' gelmez."  Bu davete katılan "bağımsız ve tarafsız"(!?) yargı  mensupları, kendilerine verilen bu brifingi, tam 3,5 dakika süreyle ayakta alkışlamışlardır.

Böylece, "tarafız ve bağımsız" yargı mensupları ilk kez, siyaset deryasında dolaşan ve yakıtı da, bir kısım medya tarafından sağlanan "askeri bir yük gemisine" binmişler  ve o gemiye "tayfa" olmuşlardır.

Bu tayfalık, "tarafsız ve bağımsız"(!?) yargı üst kurulları yöneticilerinin hoşlarına gitmiş olmalı ki, daha sonraları da yabancı bandıralı gemilerde de "tayfalık" yapmışlardır.

Anayasa'nın, 159. maddesinde, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun bir "yetkisi" daha var ki, bu yetki, en yetkili devlet kurumlarında bile yok.

Aynen şöyle : "Kurul kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamaz".

Bu "yetki", bana Kurtuluş Savaşı sırasında kurulan İstiklal Mahkemeleri'ni hatırlattı...Bu mahkemeler tam yetkili idi. "Kararları tartışılmaz ve temyiz hakkı yoktur. Hakimler, delil olsa da olmasa da vicdani kararlarını kullanırlardı"

Bence, yargı mensuplarının "tarafsız ve bağımsızlığını" zedeleyen, onun bunun gemisinde "tayfa" olarak çalışmasına neden olan, Anayasa'nın, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na verdiği "görev ve yetkiler"dir.

ÖNERİM :

Yargı mensuplarının, "tarafsızlık ve bağımsızlık" statülerinin korunması ve HSYK'nun baskısından kurtarılması için, ya mevcut Anayasa'da ya da yeni yapılacak Anayasa'da, bazı değişikliklerin yapılması gerekir.

Bu değişiklik yapılmazsa, yargının "bağımsızlığı ve tarafsızlığı" hep tartışılacaktır.

Bu ülkenin, "bağımsızlıklarını ve tarafsızlıklarını", her ne pahasına olursa olsun, koruyacak, yalnızca "millet adına" görev yapacak dürüst ve yürekli yargı mensuplarına şiddetle ihtiyacı vardır.

cdenizkent