Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Aralık '10

 
Kategori
Öykü
 

Hükmü ayrık kaderin sızısında !

Hükmü ayrık kaderin sızısında !
 

İki gündür durmaksızın yağıyordu yağmur. Böyle günlerde bisikletle gidemezdi okula ve otobüse binmekten de hiç hoşlanmazdı. Babasının nöbetleri olur, düzenli çalışma saatleri olmazdı ve annesinin keyifsizliği de hep yağmura rastlar, arabayla bırakmaya yanaşmazdı! Aslında gerçek nedeni bilirdi. Zorluk çekmesinden hoşlanırdı babası. Böylece, hayatın onu daha kıvamında pişireceğine inanırdı.

Tüm ev­re­ni se­ven, gök­ler­de­ki kuş­la­ra ye­mi­ni ve­ren, do­ğa­yı gü­zel bir şe­kil­de giy­di­ren tan­rım; bü­tün bu ya­rat­tı­ğın şey­ler için sa­na mü­te­şek­ki­riz. Bize ver­di­ğin bu ye­mek­ler için de sa­na şük­re­de­riz. Yer­yü­zün­de­ki bü­tün kul­la­rın­dan ge­rek­li yi­ye­cek­le­ri esir­ge­me.

Duanın bitmesini bekleyemeyecek kadar açtı aslında; ama babası bu konuda çok katıydı. Dua bitmeden yemeye başlanamazdı. Akşam yemekleri bir araya geldikleri tek zamandı. Okuldan eve döndüğünde, annesi ve babası henüz dönmemiş olurdu. Az konuşurdu babası, şakalaşmazdı da. Oysa artık 12 yaşındaydı ve arkadaşlarından duyduğu birçok şeyi o da babasıyla yapabilirdi. Allah'tan her iki dedesi de babasına benzemiyordu. Belki babası da yaşlanınca onlar gibi olurdu. Birkaç gündür babasındaki farklılığı hissediyordu. Annesi de pek keyifli görünmüyordu. Büyükler sormadan konuşması hoş karşılanmıyordu. Terbiyeli bir çocuk ancak söz verilirse konuşurdu. Sınıftaki arkadaşlarına açtığında bu konuyu, kendi evlerinde öyle olmadığını söylüyorlardı. Annesi de, "yemek yerken konuşulmaz." diyordu. Oysa yemekten önce ve sonra da konuşulmuyordu!

Hemen her akşam sebze yiyorlardı. Nasıl bitireceğini düşündüğü brokolinin ilk lokmasını ağzına henüz koymuştu ki, "Ethan, önümüzdeki hafta bu şehirden taşınıyoruz oğlum. Bundan böyle Calgary'de yaşayacağız. Annen yarın okuluna gelerek öğretmenlerinle görüşecek. Sen de arkadaşlarınla vedalaş." dedi, masadan kalkarken babası. Ama beklenmedik bir şey oldu. Yanından geçerken, Ethan'ın saçlarını okşadı. Annesine baktı, gülümsüyordu.

"Babamızın işi ağır ve çok yoruluyor; ama o bizi çok seviyor oğlum." dedi annesi.

Packer Wilson artık kırklı yaşlarına merhaba demiş başarılı bir cerrahtı. Calgary Foothills Tıp Merkezi uzun süredir onu kadrosuna katmak için uğraşıyordu. Edmonton'da doğup büyümüştü ve ayrılmayı hiç istemiyordu aslında; ama yapılan teklife de daha fazla dayanması mümkün değildi. Cyrine bir tanesiydi. Birlikte büyümüşlerdi. Cadılar Bayramı'nda kapı kapı dolaşır, şeker, meyve toplarlardı. O'nu ilk kez 17 yaşındayken hamburgercide öpmüştü. Köfte, hardal ve ketçap kokulu bir öpüşmeydi. Dudaklarını ayırır ayırmaz da bir patates atmıştı ağzına! Cyrine önce ona bakmış, sonra her ikisinin de ağzını silmiş ve tekrar öpmüştü. İkinci öpüşme hamburgerciyi hemen terk etmeleri için yeterince tahrik ediciydi.

Her ikisi de Alberta Üniversitesi'nde okumuşlardı. Packer tıp eğitimi alırken, Cyrine hukukçu olmaya karar vermişti. Okulları biter bitmez de evlenmişlerdi. Henüz işleri yoktu; ama gençlik heyecanları vardı. Önce Cyrine bir avukatlık bürosunda iş bulmuştu, daha sonra da Packer bir varoş hastanesinde çalışmaya başlamıştı. Kazançları çok değildi; ama mutluydular. Evlendikten 3 sene sonra Ethan gelmişti dünyaya. Çok seviyorlardı oğullarını; ama Ethan'ın şanssızlığı; her ikisi de, muhafazakâr ailelerin tek çocukları olan bir anne-babaya sahip olmasıydı.

Foothills'in teklifini Cyrine'e söylediğinde, genç kadın bir süre donuk gözlerle izlemişti kocasını. Edmonton'ı ve işini seviyordu. Calgary'e gitmek de nerden çıkmıştı. Yeniden iş arayacak olma düşüncesi onu çıldırtıyordu. Onlara yetecek kadar para kazanıyorlardı ve neden düzenleri bozulsundu. Ama Packer kararlıydı ve istiyorsa Cyrine Edmonton'da kalabilirdi. O da ayda birkaç kez 300 kilometrelik yolu ailesi için gidip gelebilirdi.

"Hiç öyle kopuk aile yaşantısı olur mu Packer? Biz ailelerimizde böyle bir şey gördük mü ki Ethan'a bu parçalı hayatı anlatmak zorunda kalalım! Daha fazla itiraz etmeyeceğim sana ve Calgary'de iş aramaya başlayacağım. Lütfen sen de Foothills'den -ben iş buluncaya kadar- süre ister misin? Yalnız, şunu bilmeni isterim ki Calgary'de yaşamaktan keyif almayacağım."

Bu tatsız konuşmanın yarattığı kırgınlık hissi sonraki günlerde nispeten azaldıysa da Cyrine'e bir durgunluk çökmüştü. İş başvuruları ve gelişmeler hakkında da Packer'a bilgi vermiyordu.

İki ay kadar sonra mevcut iş yerindeki patronunun da yardımıyla bir alışveriş merkezinin hukuk bürosunda iş buldu Cyrine. Sadece tüketici davalarıyla uğraşmak zorunda kalacağını biliyor ve Packer'a ne kadar kızsa az olacağını düşünüyordu. Calgary'e görüşmeye Packer'la birlikte gittiler. Kendine ve Packer'a itiraf etmekten çekindiyse de devasa bina, harika bir ofis ve çalışma şartları aklını başından almaya yetmişti. Olsun, yine de Packer'a kızgındı. Ailelerinden de uzaklaşmış oluyorlardı ve kendini yapayalnız hissettiğinde gidip annesine sarılamayacaktı!

"Anne, sen nerede çalışacaksın?" dedi bir sabah kahvaltıda Ethan.

"Hani geçenlerde babanla seyahate gittik ve anneannen kaldı ya seninle, Calgary'e gidip bir iş görüşmesi yaptım oğlum ve ben de bir AVM'nin Hukuk Bürosu'nda iş buldum."

"Ya benim okulum?"

"Midnapore'da oturacağız ve senin yeni okulun da Fishcreek. Okuluna bayılacaksın tatlım. Müdür Bn Obraza da merakla seni beklediklerini söyledi. Ve bir güzel habere daha hazır mısın? Yeni evimiz kocaman vee garajın önünde bir de basket potası var."

Çocuk ruhu için ne radikal değişikliklerdi bunlar. Büyükler kararlarını alıyorlar ve çocuklara tebliğ ediyorlardı. Emindi, babası mutlaka bu konuyu annesiyle daha önce konuşmuştu; ama ona her şey olup bittikten sonra söylemişlerdi. O büyüyünce böyle olmayacaktı. Çocuklarıyla her şeyi açık açık baştan konuşacaktı.

Yine yağmurlu bir günde Edmonton'a veda ettiler. Yanaklarını arabanın nemli ve soğuk camına yapıştırdı Ethan.

Yeni evleri gerçekten de büyüktü. Bahçesi de daha genişti. Yandaki evden çıkan bir kız da sanki ona gülümsemişti. Yeni yaşamlarında ilk fark ettiği; babasının daha çok konuştuğu, güldüğü ve bazen de Ethan'ı basket oynamaya davet ettiğiydi. Belki de onları içe kapanık yapan Edmonton'ın puslu havasıydı.

Calgary'e gelmelerinin iyi olduğunu düşünmeye başlamıştı. Annesi de mutlu görünüyordu.

Komşular teker teker, ellerinde keklerle hoş geldiniz demeye geliyorlardı. Ve nihayet yan komşuları da geldi. O güzel kız da annesinin yanındaydı. İsmi Clarice'di. Aynı okulda olduklarını duyduğunda artık Calgary'e gelmiş olmalarının çok doğru bir karar olduğundan emindi.

Annesinin iş yerine gitmeye bayılıyordu. Çünkü bir çocuğun arayıp da bulamayacağı her şey vardı orada. Annesi genellikle mahkemede oluyordu; ama sekreteri Bertha da onu yeterince şımartıyordu. Bir keresinde de annesiyle, babasının hastanesine gittiler. T şeklindeki binanın içinde kaybolduklarını sandılar.

"Dr Wilson ameliyatta efendim. İsterseniz odasında bekleyebilirsiniz." demişti kat hemşiresi.

Binanın 8'inci katında, otoparka bakıyordu babasının odası. Annesininki kadar büyük değildi. Masanın bir köşesinde, annesine sarılı bir resmi duruyordu. Annesine bakmıştı. "Gördün mü oğlum, bak baban bizi ne kadar seviyor." ifadesi vardı yüzünde.

Evet, emindi. Calgary, Wilson ailesine iyi gelmişti.

31 Ekim yaklaşıyordu ve Cadılar Bayramı'nda Clarice ile dolaşacaklardı kapıları. Anne babası da böyle bir çocukluk geçirdiklerini anlatmışlardı. Belki onlar da büyüyünce evlenirlerdi. Çok güzel bir kızdı Clarice. Mutlaka dantelli şoset çorap giyerdi. Bu yaşta bu kadar süslüyse kim bilir büyüyünce nasıl olurdu?

"Efendim Bertha."

"Cyrine, burada iki polis memuru var. Seninle konuşmak istiyorlar."

"Lütfen içeri alır mısın?" dedikten sonra ayağa kalkıp, kapıya yöneldi.

"Bn Wilson. Rahatsız ettik efendim. Bay Wilson'a gittik önce; ama ameliyattaymış. Korkarım size kötü bir haberimiz var."

"Ne, neee!! N'oldu, yoksa Ethan'a mı bir şey oldu? Söyleyin, n'oldu?"

"Efendim, bizimle Rockyview Hastanesi'ne gelmeniz gerekiyor. İki arkadaşımız da Foothills'de Dr Wilson'ın ameliyattan çıkmasını bekliyor. O'nu da Rockyview'a getireceğiz. Oğlunuz bir trafik kazası geçirdi."

"Hayııırrr!! Nasıl, iyi mi? Çabuk götürün beni onun yanına." derken gözyaşlarına boğuldu Cyrine.

"Bn Wilson, üzgünüm; ama oğlunuz olay yerinde hayatını kaybetti. Çarpıp kaçan sürücüyü de üç blok ötede yakaladık. 25 yaşlarında bir genç."

*****

"Lütfen sessiz olun, yoksa salonu boşaltırım." dedi Yargıç McLuskey, çekicini vururken.

Mahkeme salonunu dolduran aile fertleri, Cyrine ve Packer'ın dostları sinirlerine hakim olmakta zorlanıyorlardı.

"Bay Saul Collishaw, olay günü evinizden çok sinirli bir şekilde çıktığınızı gören komşularınız var ki Bn Riley'i de az önce dinlediniz. Ayrıca kanınızda uyuşturucu izine de rastlandı. 13 yaşında bir çocuğu hayattan koparmak nasıl bir duygu, anne-babasını yaşamdan vazgeçecek hale getirmiş olmak, ömür boyu böyle bir vicdan azabıyla yaşayacak olmak nasıl bir duygu?"

Sorunun sonlarına doğru sesi çatlamaya, gözleri dolmaya başladı Avukat Cyrine'in! Oğlunun katili karşısındaydı ve boğazına sarılmamak için kendini zor tutuyordu. Saul ne cevap vereceğini düşünürken, Cyrine arka sıralara döndü. Gözleri Packer'ınkilerle birleşti. İki haftada sanki 10 yıl yaşlanmıştı kocası. Şakaklarındaki aklar artmıştı. Çarpmanın etkisiyle kullanılamaz hale gelen bisikleti düzeltmek için sabahlara kadar uğraşıyor, durmaksızın ağlıyordu. Saul'ü öldürmek sonra da oğlunun yanına gitmek istiyordu. Cyrine onu zorlukla ikna ediyor, kanunlara güvenmesi gerektiğini söylüyordu.

"Birden önüme atladı, duramadım."

"Kamera kayıtlarına göre hızınız 80 km'ymiş. Uyuşuk zihninizle tabii ki duramazdınız." dedi Cyrine, sesini yükselterek.

"Bn Wilson, lütfen kürsüye yaklaşır mısınız?" dedi Yargıç McLuskey.

"Belki de bu davayı bir meslektaşınıza devretmelisiniz. Psikolojinizi hiç iyi görmüyorum."

"Özür dilerim sayın yargıç. Ben iyiyim efendim. Davayı yürütmeye devam edeceğim."

Ethan öleli 4 aydan fazla olmuştu. Her ikisinin de psikolojisi çok bozuktu. Packer o günden beri ameliyatlara girmiyordu. Cyrine de, Edmonton'da edindiği ağır ceza tecrübesiyle oğlunun avukatlığını yapıyordu. Artık karar aşamasına gelinmişti. Son birkaç duruşmada, Saul'ün aslında ne iyi bir genç olduğunu ve kullandığı uyuşturucu nedeniyle o gün bilinçsizce hareket ettiğini vurgulamaya yönelik bir taktik izliyordu savunma avukatı ve 12 kişilik jüri de kısmen etkilenmiş görünüyordu. Saul uyuşturucu kullanmıştı ve hızlıydı; ama Ethan da karşıya geçmek için yaya geçidini kullanmamıştı. Saul'ün anne-babası çok iyi insanlardı ve defalarca özür dilemişler, Ethan'ın cenaze törenini de uzaktan izlemişlerdi. Oğullarının serseriliğinden onlar da yaka silkiyordu. Ne olursa olsun, cezasını çekmeli ve bir ömür vicdan azabıyla yanmalıydı. Cyrine ve Packer böyle düşünüyorlardı.

"Jüri son kararını verdi mi?"

"Verdik sayın yargıç."

"Nedir kararınız?"

"Biz davalı Bay Saul Collishaw'u suçlu bulduk sayın yargıç."

"Lütfen ayağa kalkın."

"Ben, Alberta Eyaleti, Calgary Ağır Ceza mahkemesi Yargıcı Abigail McLuskey; siz Bay Saul Collishaw'u kanunen kullanılması suç olan uyuşturucu madde kullanmaktan, eyalet trafik kurallarını ihlâl edecek şekilde araç kullanarak Bay Ethan Wilson'ın ölümüne sebebiyet vermekten; hafifletici nedenleri de dikkate alarak 19 yıl 8 ay 6 gün ağırlaştırılmış hapis cezasına çarptırıyorum. Cezanız eyalet Spy Hill Hapishanesi'nde infaz edilecektir."

Yanaklarından süzülen yaşları sildi Cyrine. Packer'a döndü. O da ağlıyordu. Annesiyle, babasıyla dostlarıyla kucaklaştı. Ethan artık huzur içinde uyuyacaktı.

Eve gitmeden önce Saint Paul's Mezarlığına uğrayarak Ethan'a müjdeyi verdiler. O gece her ikisi de geceyi Ethan'ın odasında geçirdiler.

"Seni çok seviyordu; ama sen ona sevgini yeterince gösterdiğine inanıyor musun Packer?"

"Evet, belki gösteremedim; ama ben oğlumu çok seviyordum."

"Vicdanım hiç rahat değil. Bir ömür, iyi bir anne olup olamadığımı sorgulayacağım."

Hayatları yavaş yavaş normale dönmeye başlamıştı. Ethan'ın odasını aynı korumaya karar vermişlerdi ve sık sık o odaya gidip oğullarıyla konuşuyorlardı. Sanki o hiç gitmemiş gibi hissediyorlardı. Bazen de yemek yerken yukarıya, "Ethan." diye sesleniyorlardı. Noel'i Edmonton'da aileleriyle kutladılar. "Ethan şöyle yapardı, Ethan böyle yapardı." diyerek buruk tebessümler ettiler.

Oldukça soğuk bir kış geçirdiler. Sık sık Ethan'ı ziyarete giderek, mezarının üzerindeki karları temizlediler. Cyrine bir Hukuk Bürosu'ndan aldığı yeni iş teklifini değerlendirdi. Artık bir avukat ordusunun başındaydı. Eve her zamankinden daha geç gelmeye başlamıştı. Buna, Packer'ın nöbetleri de eklenince birbirlerini hiç göremez oldular. Evli olduklarını gösteren hiçbir şey kalmamış gibiydi.

"Bn Wilson, eşiniz arıyor."

"Packer, bu ne güzel sürpriz tatlım."

"Hayatım, bugün öğleden sonram boş. Hadi bir çılgınlık yapalım, sen de as işi. Ne dersin?"

"Hımmm!! Nereye kaçıracaksınız beni bayım?"

"Sürpriz. Saat 2'de kapıdan alırım seni."

"Tamam canım."

Birinin bu ilişkiye emek vermesi, eski günlerine döndürmesi gerekiyordu.

"Sana inanamıyorum çılgın doktor. Diş fırçam bile yok yanımda." dedi Cyrine, yerden 30 bin feet yükseklikte Vancouver'a uçarken.

"Merak etme güzel avukat, diş fırçalarımızı da aldım, pijamalarımızı da. O ortamdan uzaklaşmalıydık bir tanem. Planlamaya kalksak asla başaramazdık. Güzel bir yemek ve sonrasında güzel bir otelde seviştikten sonra sabah ilk uçakla döneceğiz, ona göre. Yarın 2 ameliyatım var."

Sevdiği adama baktı Cyrine. O'nu ne kadar çok sevdiğini düşündü. O olmasa asla toparlanamazdı. Başını omzuna koydu, ellerini öptü kocasının. 1.5 saatlik uçuşun nasıl bittiğini anlayamadı, şarabını da yarım bıraktı. Taksiyle Pan Pacific'e varmaları yarım saatlerini aldı. Öyle uzun zamandır baş başa bir yere gitmiyorlardı ki. Camın hemen önündeki kocaman yatak etkileyiciydi; ama daha da güzeli mermer banyoydu. Kendilerini küvete attılar hemen. Köpük savaşlarının galibi çıkmadı; ama kahkahaları oteli inletti. Kahkahaların sonu hıçkırıklara ve sonra da gözyaşlarına dönüştü. Katıla katıla ağladılar.

Giyinip çıktılar. Robson Street'te biraz vakit geçirdikten sonra yemeğe gideceklerdi. Cyrine, Blue Ruby'nin önünde epey oyalanınca, Packer karısının elinden tuttuğu gibi içeri girdiler. Pyrrha Seal koleksiyonundan, içinde birbirine bağlı iki kalp bulunan ve üzerinde kabartma "sonsuza dek" yazan bir kolye aldılar. Packer özenle taktı karısının incecik boynuna. Ellisine yaklaşmakta olduğuna kimse inanamazdı. O'nun kadar güzel bir eşi olduğu için çok şanslı olduğunu düşündü.

Akşam yemeği için Vij's Restaurant'ta yer ayırtmıştı Packer. Birkaç sene önce bir konferans için geldiğinde orada yemişti ve çok beğenmişti. Hint yemeklerini Cyrine de severdi. Packer keçi etinden Rajasthani, Cyrine ise hindistan cevizi ve yeşil soğan soslu marine somon yemek istedi. Yanında da Güney Afrikalı Chardonnay ısmarladılar.

"Şerefine tatlım. Seni seviyorum Bn Wilson."

"Ben de sizi seviyorum Bay Wilson."

"Cyrine, çoktandır düşündüğüm; ama sana açıp açmamakta kararsız kaldığım bir konu var."

"Aa!! Meraklandırdın beni Packer. Neymiş o?"

"Aşkım, ikimiz de Ethan'ı çok özlüyoruz. Çok erken kaybettik onu. Ve öyle bir yaşta kaybettik ki yeniden çocuk sahibi olmak için de çok geçti. Ben diyorum ki, evlat edinelim. Hem de bu sefer bir kız çocuğumuz olsun. Ne dersin hayatım?"

Ağzındaki lokmayı zorlukla yuttu Cyrine. Gözlerini kırpmadan Packer'a bakıyordu. Hızla nemlenmeye başladı gözleri.

"Ben artık doğuramam; ama belki sen kendi çocuğuna sahip olmak istersin. Sana haksızlık edemem Packer."

"Yo, yo yoo!! Aman tanrım, neler düşünüyorsun öyle? Ben, ikimizin büyüteceği bir çocuğumuz olsun istiyorum hayatım. Seni çok seviyorum Cyrine. Bir kızımız olması, inan ki ikimize de iyi gelecek."

Otele döndüklerinde saat gece yarısına geliyordu. Öyle ağırlaşmıştı ki ruhları. Öylece uzandılar yatağa. Gözleri tavanda, elleri ellerindeydi.

"Bunun iyi bir fikir olduğuna emin misin Packer?" dedi Cyrine.

"Evet hayatım. İnan, çok mutlu olacağız."

"Peki, ben bu hafta bu konuyla ilgileneceğim. Evlat Edinme Bürosu yanlış hatırlamıyorsam Kensington Road'daydı."

Üç ay süren bir araştırma, inceleme ve uygun çocuk seçimi süreçlerinden sonra 9 yaşındaki kızları Chloe nihayet aralarına katılıyordu. Edmonton'dan tüm aile bireyleri de bu özel gün için gelmişlerdi. Chloe kıvırcık sarı saçlı, mavi gözlü bir çocuktu. 6 sene önce anne-babası trafik kazasında ölmüştü ve Chloe mucizevi şekilde kurtulmuştu. O'nu seçmelerinin en büyük nedeni de buydu. Trafik kazasına bir evlat vermişler, bir evlat alıyorlardı. Hoş geldin Partisi'nde herkesin göz bebeği oldu Chloe. Sanki gerçekten de bu ailenin çocuğuydu.

O'na Ethan'ın odasını verdiler. "Burası senin abinin odasıydı, artık senin odan." dediler.

Çok ılımlıydı. Abisinin okuluna gidiyordu ve öğretmenleri de ondan çok memnundu. Clarice de ona ablalık yapıyor, abisinin en iyi arkadaşı olduğunu anlatıyordu. Eve gelince de annesine yardım etmekten çok hoşlanıyordu. Akşam yemeklerindeki farklılığı içi buruk şekilde izliyordu Cyrine. "Afiyet olsun anneciğim, babacığım." demeden yemeye başlamıyordu Chloe ve Packer da yemek boyunca onunla sohbet etmekten hoşlanıyordu. Bunlar bir zamanlar Ethan'ın özlemini çektiği şeylerdi. Bir gün olsun babasının sıcak ilgisini görememişti. Artık Ethan yoktu ve Chloe de kızıydı. Babasıyla iyi anlaşıyor olması hoşuna gitmeliydi, gidiyordu da.

"Ne kadar iyi bir kızımız var, değil mi tatlım?" dedi bir gece yatakta Packer.

"Evet hayatım. Öz kızımızdan farkı yok. O'nunla ne kadar yakınsın ve bu çok hoşuma gidiyor; ama aklıma Ethan gelince de bir burukluk çöküyor içime. O'nunla hiç bu kadar yakın olmadın."

"Ve Ethan öldüğünden bu yana bunun acısını çekiyorum Cyrine. Ethan'a gerçek sevgimi gösteremeden kaybettim evladımı. Ve Chloe geldiğinde bir söz verdim kendime. Kızıma sevgimi olanca açıklığıyla gösterecektim."

Yıllar boyu bu sevgi hiç değişmedi, çok mutlu bir aile oldular. Chloe onları hiç üzmedi.

Chloe Wilson, anne-babası gibi Alberta Üniversitesi'nden, diş hekimi olarak mezun oldu. Kep töreninde gözyaşlarına mani olamadılar. Ethan da onları izliyordu. Hissediyorlardı.

*****

"Dr Wilson, 3 no'lu ameliyathaneye lütfen."

"Tatlım beni anons ediyorlar, gitmeliyim. Chloe'ye tekrar söyle lütfen. Mike'la bizi tanıştırmak için bu kadar acele etmesin."

Hızla odasından çıktı, asansöre yöneldi. Genç cerrahların imdat çağrılarına alışkındı. Ameliyathanenin kapısında hemşire karşıladı. Yeşil önlüğünü, bonesini giymesine yardımcı oldu; ellerini, kollarını dirseklerine kadar yıkadı, eldivenlerini giydi. İçeri girmeye hazırdı.

"Apar topar çağırdık seni patron; ama korkarım bunun altından tek başıma kalkamayacağım." dedi Dr Boucher.

"Evet, nedir sorunumuz?"

"Hasta 43 yaşında. Bir süre önce nefes darlığı, çarpıntı, ritim bozukluğu, göğüs ağrısı ve bayılma şikayetleriyle geldi. PTCA sonucu anjiyoplasti uygun görülmedi, dörtlü bypass yaptık. Mammariyal arter, safen veni, radiyal arter, epigastrik arter'leri kullandık. Yalnız, sol atrium'da bir sorunumuz var ve papiller adale rüptürü nedeniyle mitral yetmezliği gelişti. Valvuloplasti gerekecek. Hasta, mitral replasmanı kaldıramaz ve komissurotomi öneriyorum. Bu konuda da uzman sensin. Aslında, transmiyokardiyal lazer revaskülarizasyon deneği de olabilirdi. Ha bu arada, adı Saul Collishaw. Spy Hill Hapishanesinde tutuklu."

 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..