Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Mart '09

 
Kategori
Felsefe
 

Hukuk ahlak ve siyaset etkileşimi nedir?

Hukuk ahlak ve siyaset etkileşimi nedir?
 

Oyun oynama yeri hakkını arayamayan çöplükteki bir çocuk 2007


ASLI SEMİZ 20/03/2009 günü okuyucuları için zor bir işe girişmiş: Arthur SCHOPENHAUER 'ın HUKUK, AHLAK VE SİYASET ÜZERİNE adlı eserinin güzel bir tanıtımını yapmış. Arthur Schopenhauer (22 Şubat 1788 - 21 Eylül 1860) arasında yaşamış bir Alman filozof. Onu ilk olarak 1970'lerde Selahattin HİLAV'ın çevirisi ile yayınlanan AŞKIN METAFİZİĞİ adlı eseri ile tanımıştım.

İnsan'nın değerleri, özellikleri, kişilik durumları ile dünya içerisindeki toplumsal ve bireysel yönelerini de irdeleyen Schopenhauer, bir anlamda çağının da tanığıdır. Saygıdeğer Felsefe Hocam Prof.Dr. İoanna KUÇURADİ'nin İNSAN ve DEĞERLERİ adlı eserinde gerekli ve haklı yeri bulmuş olan Schopenhauer tanımlamalarındaki çarpıcılıklar kadar toplumsallıkların kişiye yükledikleri yanında iradenin de sorgulamasını yapar.

Yaşamış olduğu çağdaki değişimler çerçevesinde O'nun hak, hukuk, ahlak ve siyaset konularına değinmeden geçip gitmesi beklenemezdi! Bu açılardan yer yer karamsar olduğu da görülür. İşte Ahmet AYDOĞDU'nun çevirisi ile Almanca'dan dilimize kazandırılan HUKUK, AHLAK VE SİYASET (Say Yay.2009 İstanbul 127 sayfa) adlı felsefi olduğu kadar hukuk sosyolojisi bakımından da belirgin özler taşıyan bu eserin Aslı TEMİZ tarafından saygın bir gazetemizdeki tanıtımını sizlerle paylaşmak istedim.

Böyle bir eserin özü ile olduğu kadar adı ile bile ne kadar büyük anlamlar taşımakta olduğunu sizlerin takdirine bırakıyorum. Yeryüzünde egemen olan ile olması gereken(ler) arasındaki etkileşimin boyutlarına 200 yıl önce Alman Filozofu Arthur SCHOPENHAUER nasıl bakıyordu? O'nun da yaklaşımları ile dün ile bugünü nasıl karşılaştırabiliriz? Gerçekten de feodal düzenden monarşiye daha sonra da cumhuriyet türü demokrasiler geçen Batı için olduğu kadar bizim için de HUKUK, AHLAK VE SİYASET ne kadar neler anlatabilmektedir? Üzerimizdeki etkili güç haklarımızın güvencesi olan HUKUK mudur yoksa (maddi)''güç ya da kudret'' midir?

(Aşağıdaki yazı bir alıntıdır. Aşağıdaki koyulaştırmalar tarafımdan yapılmıştır. Ömer F.)

HUKUK, AHLAK VE SİYASET ÜZERİNE
Arthur Schopenhauer

ASLI SEMİZ:

''Schopenhauer’e göre: Maddi güç, saygıyı elde etmekte tek başına da yeterlidir; ancak böyle bir güç cehalet, haksızlık ve ahmaklık ile nihayet bulur. Bu güce sahip devlet adamı, çok dikkatli olmalıdır. Mutlak güçle donatılmış devlet adamının ana hedefi, maddi gücü ahlak ve zihinsel üstünlüğe karşı galip getirmek ve bunların hizmetine boyun eğdirmektir.

Hukuk, ahlak ve siyaset... Teoride birbirlerine muhtaç, pratikte birbirlerini reddeden; tek tek bakıldığında yozlaşmış, bir araya getirilmeye çalışıldığında ise birbirlerini dışlamış mefhumlar. Bu kavramları bir de, her insanın tabiatında müspet mânâda kötü olan bir şey barındırdığına inanan, pesimistliğiyle malum Schopenhauer ile anlamaya, birbirleriyle olan ilişkilerini çözmeye çalışmak oldukça ilginç bir deneyim. Schopenhauer ‘Hukuk, Ahlak ve Siyaset Üzerine’ isimli eserinde bu kavramlar üzerine düşündürücü fikirler sunuyor.

Schopenhauer’e göre bir insanla diğeri arasındaki farklılık hesaplanamayacak kadar büyüktür. “Her insanın içinde, en başta ve en önde, muazzam bir bencillik barınır, ki günlük hayatta küçük ölçekte ve tarihin her sayfasında büyük ölçekte görüldüğü üzere, hak ve adaletin hudutlarını en büyük serbestlikle ihlal eder.” Her insan, doğasında var olan davranışları yapar. Bir insan nasılsa o şekilde hareket etmek zorundadır; dolayısıyla kusur ve erdem onun eylemlerinde değil, fakat gerçek doğasına ve varlığına izafe edilir. Dolayısıyla Schopenhauer der ki; “Ne olduğumuzu ne yaptığımızdan biliyoruz, tıpkı neyi hak ettiğimizi duçar olduğumuz şeyden bildiğimiz gibi.”

Karakterin doğası sabittir

Bütün bunları göz önüne alan filozof, aynı koşullar altında bulunan kişilerin bir kısmının suç işlemesi, bir kısmının ise suç işlemeyi aklından dahi geçirmemesi karşısında meselenin özünü kişisel, ahlaki karaktere, yani “karakterin sabit” doğasına bağlar. Karakter, hiçbir şart altında değiştirilemez. Bundan dolayıdır ki kişinin ahlaken ıslah edilmesi fiiliyatta mümkün değildir. Mümkün olan, kişiyi korku sayesinde eylemi tekrar etmekten kaçınma konusunda caydırıcılığa itmektir.

Bu düşüncelerle ceza hukukuna el atan Schopenhauer, hapishanelerin ıslah edici alanlar olduğunu savunanları ise hapishanlere giriş izninin ancak önüne geçilmek istenen suçlar sayesinde elde edilmesi sebebiyle alaycı bir üslupla eleştirir. İdam cezası hususunda da çok ilginç fikirlere sahip olan Schopenhauer, bu türde bir cezalandırmanın gerekliliğinden yanadır. Scopenhauer, idam cezasının kaldırılmasını isteyenlere “Önce dünyadan cinayeti kaldırın, ardından idam cezası onu takip edecektir.” diye kafa tutarak, bu suçların cezalandırılmasında bir çeşit ‘kıssasa kıssas’ı savunur.

Hukuk alanında günümüz düşünce tarzına ters olan ama filozofun yaşadığı dönem göz önünde tutulduğunda normal olarak karşılanabilecek çoğu görüşüne, benimsediği devlet yönetimi sistemini de eklemek yerinde olacaktır. Schopenhauer, kendi içinde tutarlı ama uygulamada imkânsız olan tek başlı, tüm yetkileri elinde tutan devlet otoritesi karşısında, Cumhuriyet yönetimine kesinlikle karşı çıkar. Devletin başında, bütün yetkilerin toplandığı bir ‘monark’ olması gerektiğini savunur. “Yeryüzünde hükümran olan hak değil, güç ya da kudrettir” der.

Hak kendi başına güçsüzdür; doğası gereği yöneten kuvvettir. Devlet adamının önündeki sorunun özü, ilki sayesinde ikincinin hâkim olabileceği tarzda kuvvet ile hakkı bir araya getirmektir. Maddi güç, saygıyı elde etmekte tek başına da yeterlidir; ancak böyle bir güç cehalet, haksızlık ve ahmaklık ile nihayet bulur. Bu güce sahip devlet adamı, çok dikkatli olmalıdır. Mutlak güçle donatılmış devlet adamının ana hedefi, maddi gücü ahlak ve zihinsel üstünlüğe ve bunların hizmetine boyun eğdirmektir. Schopenhauer her türlü kanun ve hakkın üzerinde, bütünüyle sorumsuz olan bir gücün gerekliliğini vurgular. Bu, herkesin kendisine boyun eğdiği, daha yüksek türde bir şey olarak görülen bir güç, Tanrının inayetiyle yöneten bir yöneticidir. O’na göre, insanlar ancak bu şekilde yönetilebilir ve zaptedilebilir. Kısaca, Schopenhauer’in benimsediği yönetim tarzı ‘Devlet Benim’ düşüncesi kaynaklı ve yönetileni teba gözüyle gören bir idaredir.

Cumhuriyet yönetiminin sakıncalarını ise, bayağı ve beceriksiz kişilerin yüksek zekâlı ve beceriklilerden elli kat fazla olduğundan dem vurarak, bu kişilerin kendilerini gölgelememesi adına, üstün zekâlı kimselerin yolunu kesip onları saf dışı bırakma hedefine, bu tarz bir yönetim sisteminde daha kolay ulaşabileceklerini belirterek açıklamaya çalışır. Halbuki krallık rejiminde kral, herhangi birinin rekabetinden korkmayacak kadar yüksektedir ve yerine sağlam bir şekilde yerleşmiştir.

Scopenhauer, ‘monarkhia’ ilkesine o kadar sıkı bağlıdır ki, gezegenlerin hareketinde, canlıların organizmasında bile bu sistemi arar. Sahip olduğumuz organlar her ne kadar bütünün hayatta kalmasına çok büyük katkıda bulunuyorsa da ayak takımının önder ve yönetici olmasına izin verilmemelidir.Yönetmek, münhasıran beyine ait bir iştir ve tek bir merkezi noktadan kaynaklanmalıdır. Bu, filozofun ‘nasıl bir devlet sistemi’ olmalıdır’ sorusunun da cevabıdır: “Çokluğun yönetimi iyi bir şey değildir; sadece tek bir yönetici, tek bir kral olmalıdır.” (İlyada, II, 204-5)''

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..