- Kategori
- Eğitim
Hukuk Fakültesinde Yaşananlar
Türkiye'nin bir üniversitesinin hukuk fakültesinde yaşanan olaylara birilerinin göz yumma-ma-sı gerekiyor. Çünkü; o üniversitedeki hukuk fakültesinde Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi ana bilim dalı öğretim elemanının görevine son verildi.
Bu işin şakası şu yüzden yok. Gelecekte adâlet dağıtmaya ya da adâleti savunmaya aday gençler, bu ana bilim dalındaki en ehil hocalarını kaybettiler. Onun yerine ilâhiyat fakültesinden başka bir hoca görevlendirildi.
Bu görevlendirmenin öznesi, -akademik liyâkat ve ehliyet prensipleri ihlâl edildiğinden-, bir ilâhiyat fakültesi hocası olamaz. Daha doğru ve bilimsel bir ifâdeyle, Kara Avrupası hukuk sisteminin benimsendiği bir ülkede bir İslâm ilâhiyatçısı, hukuk fakültesinde, hukuk felsefesi ve hukuk sosyolojisi dersi verme-me-lidir.
Aman ha, yeni hocanın ilâhiyatçı olmasından ötürü, bahane aradığımı , her fırsatta kutsal dinimize saldırı için pusuda bekleyen kitleden olduğumu sakın düşünmeyin. 2007’den beri yazmakta olduğum Milliyet gazetesindeki bu sayfalardaki yüzlerce köşe yazım, sanırım bu hususta yeterince tatminkâr olacaktır.
Ne acıdır ki, güyâ yargı reformu teklifinin TBMM Adalet Komisyonu’nda kabûl edildiği bugün (08.10.2019) yargının müstakbel mensubu olan hukuk öğrencilerinin profesyonelce eğitilmesine düşürülen bir gölge, bu ülkenin bir üniversitesinde gerçekleşiyor.
Sorun şu ki, Türkiye’deki hukukçu akademisyenler arasında bu konuya sesini çıkaran eleştiren yok. Bir kişi hâriç.
Kral çıplak diyen kişi ise ulusal, uluslararası ve hattâ uluslarüstü düzeyde adını 21.yüzyıl hukukçu akademisyenler tarihine altın harflerle daha şimdiden yazdırmış olan Prof.Dr. Kemal Gözler’den başkası değil.
6 Ekim 2019 tarihinde ilk kez yayımladığı makalesinde bu konuyu etraflıca ve diyalektik bir yöntemle ele almıştır. Öyleki, şu cümlesiyle durumun fecaat boyutunu çok çarpıcı şekilde ifade etmiştir: “O hocanın hukuk öğrencileri karşısına çıkıp, hukuk felsefesi dersini nasıl verdiğini merak ediyorum.”
Aslında sâdece bu da değil, durum bu kadar ciddî iken ve aslında içten içe böyle ciddî bir muhalefet de oluşmuşken, öğrencilerin karşısında ve hattâ daha ilk derste o hocamızın nasıl bir saygınlığı olacak?
Olacağı şu: Hoca öğrencilerinin nezdinde "kendi bindiği akademik saygınlık dalını" istemeden de olsa kesecek.
Vize ve final sonuçları fakültenin ilân panolarında açıklandığında, "doğru bir değerlendirme" yaptığı konusunda özellikle geçer not almayan öğrencilerini iknâ edebilecek mi?
Bir matematik hocası, kimya dersi anlattıktan sonra, bir de üzerine kimya sınavı yapsın. Geçer not vermediğinde itiraz eden öğrenciye karşı haklılığını ne kadar koruyabilirse, ilâhiyatçı hocamız da haklılığını işte tam da o kadar koruyabilecektir.
Bu yanlıştan bir an önce dönülmeli. İş daima ehline verilmeli. Kim olursa olsun.
Alınmaca gücenmece yok.
Sabrın sonu ile