Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Haziran '15

 
Kategori
Siyaset
 

Hükümeti hangi partiler kuracak?

Henüz partiler arası görüşmelerin resmiyet kazanmadığı, sadece ortalıkta dolaşan dedikodular üzerinden yorumların yapıldığı bu günlerde böyle bir başlık altında tahminde bulunmak aslında yazarların asla göze alamayacağı, yanılma payı yüksek bir analiz biçimidir. Olsun ben yine de böyle bir riski göze alıyor Türkiye gerçeğinin, oluşacak iktidar tipini -parti liderlerinin bütün itiraz ve karşı çıkmalarına rağmen- belirleyeceğine, bugün kendilerine yakıştırılan hükümet ortaklığına itiraz edenlerin istemeseler bile iktidarın bir parçası olacaklarına inanıyorum. Elbette bu yazıda İktidar partisinin neden kaybettiğini açıklamaya çalışmayacağız. Onu yeri ve zamanı gelince yapmayı düşünüyorum. Seçimle ilgili temel bir tespiti yaparak yorumumuza başlayabiliriz…
 
7 Haziran seçimlerinde iktidar ve muhalefetin merkezî söyleminin “güvenlik” üzerine kurulduğunu hep birlikte gördük. İktidar ve muhalefet içte ve dışta  “güvenlik problemi” olarak gördükleri kişi, grup, organize topluluk ve kurumlar hakkında birbirlerini kıyasıya suçladılar. Türkiye’de bir güvenlik açığının olduğunu, bunun Türkiye’nin geleceğini karartacağını ve mutlaka çözülmesi gerektiğini topluma adeta haykırdılar ve milletten bu ve benzeri problemleri çözmek için iktidar olma ruhsatı istediler. Seçim sonuçlarını hepimiz biliyoruz. İktidar partisi en çok oyu aldı ama tek başına iktidar olma şansını kaybetti. Diğer iki parti (CHP ve MHP) oylarını birkaç puan artırdılar. HDP ise bu seçiminin gerçek galibi oldu. %12.96 oy oranıyla bölge partisi olmaktan çıkarak Türkiye partisi haline geldi. Bu tespiti bu makalenin konusu ve temel güvenlik probleminin çözümü bakımından önemli buluyorum. Bunu aşağıda açıklamaya çalışacağım.
 
Öyle ise peki bu sonuçları nasıl yorumlamalıyız? Türkiye 12 yıl sonra tek parti iktidarından vazgeçerek istikrarsızlığı teşvik eden koalisyon iktidarları dönemine geri mi döndü? Ya da seçim sonuçlarını böyle mi okumalıyız?
 
Yukarıda seçim meydanlarının merkezî söyleminin güvenlik üzerine kurulduğunu parti liderlerinin birkaç ekonomik iyileştirme vaadinin dışında iktidara gelme stratejilerini bu söylem üzerine inşa ettiklerini ifade etmiştik. Öyle ise seçim sonuçlarını “ Türk milleti tek parti iktidarının sağladığı istikrar ve güvenlik yerine istikrarsızlığı ve kaosu seçti” diye yorumlayamayız. Çünkü İstikrarsızlığın ya da siyasi belirsizlik ve kargaşanın ne demek olduğunu son 35 yıldır bu milletten daha iyi bilen yakın çevremizde başka bir topluluk yoktur. Öyle ise Türk milletinin koalisyon tercihinden bir keşmekeş ve istikrarsızlık dönemi açıklaması yapmak yanlıştır. Bu durum tersine Türk milletinin; İktidar ve Muhalefet tarafından dillendirilen bu iç ve dış güvenlik probleminin çözülmesi gerektiği iddiasını ciddiye aldığını, bu problemin tasfiyesi sonucunda yapılacak olan yeni bir sistem inşasının ancak bir koalisyon hükümeti yoluyla çözülmesinin gelecek açısından daha iyi olacağına karar verdiğini göstermektedir.
 
Seçim sonuçlarını kısaca böyle yorumladıktan sonra Türkiye’nin büyümesinin önünde bir engel olarak duran, uluslararası güç merkezlerinin dış politikada bize karşı bir silah olarak kullandıkları, ülkenin “Jeopolitik Hürriyet”ini kısıtlayan problemlerimizi çözme iradesini gösterebilecek koalisyon hükümetinin hangi partiler arasında yapılabileceğinin analizine geçebiliriz.
 
Önce “Jeopolitik Hürriyet” ne demektir onu açıklamaya çalışalım. Jeopolitik teoriler üzerine bir okuma yapıldığında görülecektir ki bu teoriler ve bu teoriler üzerinden geliştirilmiş dış politika stratejilerinin ortak yanının “Kalpgah” olarak tabir edilen ele geçirilmesiyle dünyaya hâkim olunacak bir coğrafyayı hedef tahtasına oturtup onun üzerinden politika geliştirip küreyi yönetmek istemelerinin analizini yapan düşünce biçimleri olduğunu görürüz. Dolayısıyla jeopolitika birçok anlamının yanında bu “Kalpgah”ın ele geçirilmesinden ziyade bu alana hâkim olan toplumun çevreye yayılmasına mani olmak anlamını da taşır. Onun içindir ki bu anlamda büyümek isteyen her toplumun kendi gelişmesine mani olacak çevrelenmesi, durdurulması gereken bir “Kalpgah” coğrafya hedefinin olduğuna şüphe yoktur, Bu nedenledir ki aslında bütün jeopolitik teorilerin hedef coğrafyanın çevresiyle kültürel, ekonomik, siyasi entegrasyonunu sağlayacak bölgesel coğrafi/güç olma hürriyetini kısıtlamaya yönelik olduğu söylenebilir. işte “Kalpgah” olarak tabir edilen coğrafyalar ve bu coğrafyalar üzerinde mukim topluluklar jeopolitik teorilerin düşmanlarıdır. Ve mutlak surette -ne pahasına olursa olsun- gelişmeleri durdurulmalı, aradaki güç mesafesi korunmalıdır. Ya da başka bir ifadeyle bu coğrafyaların ele geçirilmesi bir ideal olarak dış politikada politik düşüncenin merkezine yerleştirilmelidir. Dünyanın küreyi yönetme arzusunda olan gelişmiş toplumlarına baktığımızda bunun böyle anlaşıldığını açık bir şekilde görürüz.
 
Bu açıdan bakıldığında yazılı ve görsel medyada dolaşıma sokulan yeni hükümeti kurma çalışmalarında yapılan analizlerin ekonomik kaygıları ön planda tuttuğunu coğrafyamızın jeopolitik hürriyetini kısıtlayan rakip güçlerin özellikle güney sınırımızda PKK/PYD, Barzani ve DEAŞ(IŞİD) üzerinden geliştirmeye çalıştıkları stratejileri ve bunlara engel olmayı merkeze alan bir dillendirmeyi yapmadıklarını görmekteyiz. Halbuki ülkemizin gelişmesi, büyümesi bu kısıtlamaların uygun yollarla tasfiye edilmesinden, uluslararası güçler tarafından inşa edilen bu setlerin yıkılmasından ve çevremizle kurumsal entegrasyon yoluyla birlikte hareket yolunun açılmasından geçmektedir. Onun içindir ki pragmatik ratıo ile hareket etmesi gereken siyaset eğer gerçekten bir öngörüye sahip ise hükümet kurma çalışmalarında jeopolitik hürriyetimizi kısıtlayan, ülkemizin gelişmesine ket vurmaya çalışan; dini, siyasi, askeri, ekonomik engeller olarak karşımıza çıkan bu problemlerin tasfiyesini kolaylaştıracak bir koalisyonu önceleyecek çalışmalarda ve girişimlerde bulunacaktır. Bu konuda bürokratik desteği de arkasına alacak olan hükümet çabalarını böylece “Rasyonel” hale de getirmiş olacaktır. M. Weber’den bu tarafa biliyoruz ki bürokratik rasyonellik devletin kurumsal hafızasıdır. Onun içindir ki bürokratik tercih ve tembihler siyaseti yönetenler tarafından göz ardı edildilerse bunun bedelini hem toplum hem de kendileri ödemek zorunda kalırlar.
 
Devlet demek kurumlar üzerinden içselleştirilmiş bürokratik akıl demektir. Öyle ise hükümet kurma çalışmalarının son derece akılcı temeller üzerine oturması gerekmektedir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin içinde bulunduğu mecburiyetler partiler istese de istemese de onları koalisyon ortağı yapmaya yetecektir. Başka bir deyişle mecliste grubu bulunan partilerin büyük bir imtihanla karşı karşıya olduklarını söylemeliyiz. 12 yıllık AK Parti iktidarı, bu güvenlik problemini Türkiye’nin gelişmesinin önünde bir engel olarak gördüğü için “Çözüm Süreci”adı altında geliştirdikleri politikalar yoluyla çözmeye çalıştı. Bu süreçte tarihi ve coğrafi tecrübelere uygun olmayan fevkalade yanlış politik girişim ve tarzlar kullanmaları –ki başka birçok nedenle birlikte iktidar olmamakla bunun cezasını ödemiş oldu- bir yana bırakılırsa yapılan çabalar doğruydu.
 
Eğer yeni hükümet bu çözüm sürecinin ikinci etabını hayata geçirebilecek bir mantık üzerine kurulabilirse, Türkiye jeopolitik hürriyetini kısıtlayan onun dış politika siyasetini sakatlayan bu uluslararası belalardan kurtulmuş ve büyümesinin önü açılmış olacaktır. Seçim sonuçlarına baktığımızda toplum olarak bu önemli problemi çözme görevinin HDP’ye verilmek istendiğini görüyoruz. Onun içinde kurulacak hükümet içerisinde mutlaka HDP’nin bulunması gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca HDP’nin bu önemli görevden kaçamayacağını da söylemeliyiz. Merkezîdevletin meclisinde 80 milletvekili bulunan bir parti ülkenin en önemli probleminin- jeopolitik tehditlerin- tasfiyesinde/çözümünde üzerine düşeni yapmak zorundadır. Eğer HDP bu görevden kaçar, PKK üzerinden ülkenin bölünmesini tetikleyecek politik angajmanlara girerse, bu yazı vesilesiyle tarihe not düşelim gelecek seçimlerde HDP diye bir parti Türk siyasetinde olmayacaktır. Onun içindir ki bu hükümeti kuracak partilerin sıralanabilecek birkaç tane daha alternatif olmasına rağmen 1.sırada AKP, CHP ve HDP den müteşekkil bir koalisyon olacağını tahmin ediyorum. MHP ise bu süreçte Ana muhalefet partisi olarak denetleyici bir konumda olacaktır. 2.sırada zayıf bir ihtimal olarak gördüğüm AKP, MHP, HDP bir alternatif olarak sıralanabilir. Burada CHP ana muhalefet partisi görevini üstlenir. 3. ihtimal erken seçimdir.
 
Bu cüretkâr analizi yaparken devleti yöneten siyasal ve bürokratik aklın ülkenin büyümesi ile jeopolitik hürriyet arasında olması lazım gelen doğru orantıyı kavrayabilecek, rasyonel stratejiler geliştirebilecek tarihi/coğrafi/medeni tecrübeye sahip milli iradeler olduğuna bu ülkenin bir vatandaşı olarak hala inandığım içindir… Umarım Yanılmamışımdır…
 
 
 
*Bu yazı yazıldığında Milletvekilleri henüz Mecliste yemin etmemişlerdi.
 
 
Toplam blog
: 30
: 3349
Kayıt tarihi
: 09.08.08
 
 

Çorum doğumluyum, üniversite mezunuyum... tarih, felsefe, sosyal psikoloji, soyoloji,  din. ve si..