Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Aralık '06

 
Kategori
Sivil Toplum
 

Hukuta ötenazi

Hukuta ötenazi
 

Hukuk ötenazisinin yaşadığı bir ülkedir artık Türkiye !

Ya su da yanarsa? Sanırım böyle bir söz vardı. Şimdi biz suyun da yandığı bir noktaya geldik demek ki? Bir avukat, Behiç Aşçı hukuku gerçekleştiremeyeceğini anlayınca ölüm orucuna yattı... Televizyonlarda haber olmadı bile...
Çünkü Medya bu ölüm bekleyişine haber değeri vermedi... Yok, birilerini kızdırırız, reklam almayız endişesinden filan değil üstelik... Bu haberleri aydınlatan bir kamera uzaktan kumandanın gazabına uğrayacağı için...

Bir anlık reyting düşmesi bile medyanın göze alamayacağı bir kayıptır yaşadığımız şu geleceği bulanık zaman diliminde...Biz de Medyanın gösterdiği "şeyler " üzerine oluşturacağız artık tüm yargılarımızı, ve değer yargılarımızı...

Kimin umurunda kameranın arkasında olup bitenler. Kamera artık nereye çevirirse merceğini orası aydınlanacak...Gerisi karanlık...Karanlık, gerçeği saklamak isteyenlerce en sevilen,birinci tercihtir. Ondan sonra gelen alacakaranlıktakiler ise bu karanlığa kendi suçlarını saklarlar daima...Ve biz boşluğun rengi olduğunu henüz keşfedemediğimiz asla şeffaf olmayan bir ölü beyazda, aydınlıkta yaşadığımızı sanarak izleriz işte böyle bize iletilen her şeyi...

İzlerken inanırız; inanırken de aldanırız...Bir kısır döngüde yuvarlanıp gider hiç bir güç noktasında bireysel olarak değil kabul; ama toplumsal olarak bile varlığını ortaya koyamadığımız insan hayatımız...

Bir insanın hayatı bu bağlamda insanlık oluşturacak bir bütünün parçası olamıyorsa, evrenin içinde, bu gezegende kendi F tipi tek hücresinde yaşayan tek hücrelilerden biridir o zaten... Eğer kameranın sağında solunda arkasında kalacaksa insanlık; ve önünde sadece kendisine biçilen rolleri oynayan soytarılar; bu soytarıları kahraman yapan düzmece olaylar olacaksa; Behiç Aşçı'nın ölüm orucu onun gerçekten de ölmesini isteyenler için kazanılmış bir utanç zaferi olacaktır...Kanlı ellerindeki ekmeklere yağ sürecektir.

Hukukun bittiği, suyun da yandığı bu noktada; Nazım ın ünlü mısraları geliyor aklıma..."Ben yanmazsam, sen yanmazsan, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa."
Ama bunun bir çare olması çok kuşkulu artık...Nazım o zamanlar kameranın bu inanılmaz gücünü tasavvur bile edemezdi...Onun söylediği yangınlar, kulaktan kulağa, cılız telsizler aracılığıyla, radyo haberleriyle bile olsa, içindeki ateşi tüm dünyaya bir şekilde duyurabiliyordu...O kutsal yangınlardan çıkan küller dünyanın bütün rüzgarlarıyla kıtadan kıtaya gidebiliyordu. Daha dürüst bir dünyaydı... Medyanın bu denli canavara dönüşmediği bir dünyaydı. Hiç kimse bir ülke bombalanırken, bir hapishane içinde vahşetler yaşanırken; yemek masasında bardağına su koymuyor; o anda deterjanın bitmiş olduğunu düşünmüyor; ya da masanın altına saklanan bir CNN muhabirine gülmüyordu...

Biz gerçeklikleri canlı canlı yaşarken bütün duyguları ölen bir insan türü haline geldik...Alacakaranlıktakilerin zaferi bizim bomboş beyinlerimizde hergün yeni bir görsel macera yaratırken; bizler de "arkası yarın" açlığı ve merakıyla sadece seyretmeyi öğrendik.

Hele çocuklarımız: onlar bu maskeli vahşetlerden oyunlar yarattılar; ekranların karşısına geçip zaten varolan, doğuştan gelen merak, empati, haksızlığa isyan duygularını oyunlarda harcayıp bitirdiler...Barodaki avukatların tamamı yürüse bile Behiç Aşçı'nın avukatı olamazlar artık.. Çünkü hukukun avukatı olmak durumundadırlar bu eylemleriyle. Kaçı yapar bu kahramanlığı ?

Aslında hiçbir şey yapılamaz haksızlıklar karşısında bütünleşmedikçe...Televizyonu kapatıp bize sunulan tüm görüntülerin arkasında olanları düşünmeli, beynimizin kendi belleğine tuttuğu bir kameradaki 12 eylülleri, Selimiye, Ümraniye zindanlarında çürüyen genç bedenleri; tüm enerjisi emilmiş; şok üstüne sok görmüş, vaktinden önce yaşlanmış yaralı ruhları ve daha daha nicelerini gözden geçirmeliyiz.

…Ancak o zaman hafızamızın ölüm uykusundan uyanmasını, görmese bile yapılan canavarlıkları beynimizin bütün bilgisini kullanarak düşünmesini sağlayabiliriz...Ama bunu sadece bir kişi yaparsa, o bir kişi bütün bu gerçeklerin karşısında duramayacağını hissedecek, yaşamıyla duyuramadığı sesini ölümüyle duyurmak isteyecektir...

Behiç Aşçı'nın ölüm orucuna son verilmesi için sağır bir toplumun kulaklarını çığlıklara açması, televizyon yaygaralarından oluşan o uyustucu tıkacı çıkarıp atması ve gözlerini de bu çığlıkların nedenlerine çevirmesi gerekir...
Duyarsızlığı hergün son derece ilkel yayın politikalarıyla perçinlenen, insani duygularını dizi kahramanlarına yönlendiren ve böylece gerçek varlıklarının misyonunu unutan, yargısız infazlar ve linç soytarılıklarıyla, hukukun kendi içlerindeki ilkel adalet eylemleriyle varolduğunu sanan bu toplumda; allah korusun, Behiç Aşçı nın ölümü bir hukukçunun sadece kendisinin değil, çaresiz kalmış bir hukukun da ölümü olacaktır...

Bu insanlık dramının…tüm dünyayı yerinden oynatması gereken bu ÖTENAZİNİN, bizim ülkemizde olması; belki yüzyıllarca savunmamız gereken bir büyük suç olacaktır...

Aydınlarımızın da bu tür suçlara karşı bir tek söz etmemiş olması, bu konularda en duyarlı olacağını umut ettiğimiz bilim ve sanat insanlarımızın bile yalnızca kamera önünde söylenebilecek yasak savma sözleri, bir avukatın müvekkilleri adına sesini duyurmak için ölmeye yatmasının tam tersi bir anlayışın artık kan dolaşımımıza girdiğinin kanıtıdır.. Medya imparatorluğunun kamerasının önünden onların bile çekilme cesaretini gösterememesidir. İnsanlık sözcüsü olması gereken bu insanlarımızı artık kameralar mı takip ediyor yoksa onlar mı kameraları takip ediyor, artık bilemeyiz ki...

Şimdi o kameralar yeri ve zamanı geldiğinde Behiç Aşçı için de bir şeyler yapacaktır, hiç merak etmeyin...Onun, ölürse eğer, ağlayan ve bu saçma işlere bulaşmaması için ona kaç kez yalvarmış olan yakınlarının görüntüleri için montaj odaları ayarlanmıştır. Spiker öksürüğünü temizlemektedir...Kameraya malzeme olan görüntülerin ilk anda uyanan, bu nedenle arkası pek te gelmeyen duygular yaratması ilk koşuldur bu alemde.

..Behiç Aşçı için üzülürken; onun yakınlarının feryadı bize onun ne kadar aptalca davrandığını da düşündürtecektir. F tipi cezaevlerinde olup bitenleri de belki bir dizi yapılırsa; oraya düşen bir azılının nihayet cezasını bulduğu duygusuyla izleyeceğimizden kuşkunuz olmasın.

Otoritenin kim kaparsa onun olduğu bir toplum yapısında, o otorite kendini hiçbir zaman merhamet olarak gösteremez...Nasıl ki göstereceği görüntülerin tutturacağı reytingle kasalarına para girecek olan bir TV medyasının savunu alanına düşünce suçlarının, ölüm orucuna yatanların girmeyeceği gibi...Bilmem ne fenerinin bulup karnını doyurduğu açlar neyimize yetmiyor...Boyumuzdan büyük işlere karışmayalım...

Soyadı Aşçı olan birinin kaderin hangi noktasında inanılmaz bir karamizah rastlantısıyla ölüm orucuna yatması; belki de bu dünyada ölümlerle de doyan bir canavar neslin varoluş basamaklarından tırmandığını göstermelidir bize...
İçimden öyle sözler taşıyor ki; Ben de avukatı olayım Behiç Aşçı'nın...Hatta ona karşı savcı da olayım...Diyeyim ki; "sadece yaşamak insana bir zafer şansı verebilir. Bir umut verebilir. Hem bu noktada senin kaybın ,yani suyun yandığı nokta kimbilir kaç kişi için bir vazgeçme noktası olacaktır...Adalet tanrısının kefesine koyduğun, ilk anda muazzam olan ağırlık kaç saniye daha ağır basabilir ki ? Bu kefede senin gibi ölenler hep unutuluşun sis rengi bulutlarıyla kucaklanıp bir sis kadar hafifler, kamera öteki kefeye sahte adaletlerin, düzmece hukukun görsellliği renkli davalarını getirir koyar...

Evet Bekir Aşçı, bir lokma ekmeğin olayım, daha nice sözleri söyleyecek olan ağzına hayat öpücüğü gibi o ekmeğin tadını getireyim...İnsan yaşadıkça yaşatabilir savaşını ...Hele senin gibi kendisiyle birlikte hukuk ötenazisi yapan biri kendi adına ateş kesmiş, ve bütün ateşleri söndürmüş olarak veda eder hayata...İçinde olduğumuz ve senin ardında kalan; bize şaşkın ve suskun bakacağımız yeni boşluklardan başka birşey vadetmeyen hayata...

 
Toplam blog
: 94
: 608
Kayıt tarihi
: 04.10.06
 
 

1950'lerden sonra doğan her dünya insanı gibi, ardında pek çok takıntıyla gelen geçmiş zamanı, bilim..