Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Haziran '10

 
Kategori
İlişkiler
 

Hulian'ın Düşleri (Beşinci Bölüm)

Hulian'ın Düşleri (Beşinci Bölüm)
 

Öner Samanlı,ilişkilerdeki aldatmalarda en önemli sorun yalanla başlar dedi...(Gazeteler)


SAHİLE VURAN ANILARLA ŞİİRSEL SÖYLEŞİLER…

(BEŞİNCİ BÖLÜM )

Her gece giderim o ateş yakıp da, sıcağında ısındığımız, aydınlığında, kırmızı şarabı içtiğimiz sahile…

Geçen süreçte kumlar yok etmiş görünse de…

Güzel anıların tanığı külleri, elimdeki okaliptüs ağacından kopmuş dal parçası ile eşelediğimde, göz kırparlar tozlu taneli, grili siyahlı, sanki yanmamış bir meşe edasıyla bana…

Sonra soluklanırlar derinden ve hüzünlerime ortak olarak gelirler dile…

Üzülme terk edilişler görecelidir ekseri, dürüstse yaşanılanlar kaygılanma görünür yakında “Sevgilim bak söz vermiştim ya, işte geldim” diye…


Tesellim olurlar, anılarıma saklı sevgilerimin külleri, işte bu tesellilerin umarında her gece…


Aaaaaa,


O da ne..?


Hani olur ya romanlarda, filmlerde, aynen ki, öyle….


Bir şişe var sahilde, kumlar üzerinde….


Aldığımda ellerime üstelik ağzı mantar tapalı, içine özenle rulo edilmiş yazılı kağıtların bulunduğu bir yetmişlik şarabın içilip de boşaltıldığı beyazdan yeşile çalan bir şişe…


Sanılarımca, bir yabancı memleketten atılmış olsa gerek, üzerinde bir kadın eli, kadının elinde kadehi…


Silinmiş olsa da kısmen okunup seçiliyor üzerindeki etiketi…


“ L’amour Vin de Rouge” yazısı ince ve zarif bir kadın elinin resmi üzerinde…


…arsilya diye yırtılmış bir kısmından anlaşılıyor ki, Marsilya….


Biraz daha heyecanım yatışsın istemiyle, “Fidel Amca” Küba’dan göndermese de, onun ülkesinden kaçak yollarla gelen, çikolata kokulu birde puro yakmıştım ya…


Birden içiminde yangın yeri olduğunu gördüm, kumların altından eşeleyerek çıkarttığım küllerin ortasında…


Elimi göğsüme koydum yüreğim yerinde çarpınıyordu…


Eğildim küllerin en ortasına koydum, bastırdım sağ elimin avuç içini kumlara abanarak…


Yüreğim küllerin ortasında atıyordu…


Elimdeki şişe ise hala ışıldamaktaydı…


Evet şişenin ışıldaması, gökyüzünden ay ve yıldızların üzerindeki yansımasıydı.


Fransızca el yazısı ile yazılmış notların göndereni tesadüfi birisinin, tesadüfi birisi ile buluşmasındaki son duraktı burası…

Burası Akdeniz’in en doğusuna en yakın olan durağı…

Orası Akdeniz’in en batısı…

Ve şimdi Akdeniz’in en doğusuna yakın yerde, yolculuğunun son durağında, neler neler anlatılabilmenin gayretiyle çıktığı yolun son uğrağında, belli ki okuyanından da heyecanlı…

Yürek pırpırıltıları ile dizelenmiş anlatımların entelektüel bir Fransız ahenginde sıralanmış dizelenişleri…

Sanki dişleri henüz çürümemiş bir genç kızın, fosforlu gülümseyişinde ışıldayışları…


Bu inci dizelerinin üstelik son okunabilme tarihi de geçmemiş….


Ne büyük bir şans…


Ne şanslı şişeymişsin sen ki, kadir kıymet bilecek ellerdesin..


Ya sokaklardaki peş peşe gezen çöp toplayıcılarının eline geçseydin…


Hadi ağabey okusana yazılanları, amma sıktın be…!


Arkamı döndüğümde, kim o beni izleyen diye, ağaç gölgeleri ve okaliptüslerden üzerime dökülen yaprakların, gecenin dalga sesleri arasında bana sundukları sanımca bir hediye…


“Beni okuyan sen; Bu şişedeki şarabın tamamını birkaç dakika içerisinde içtim, ondan önce de, bir ‘Semilion’ içtiğimi biliyor musun..?


Ama şimdi seni de gördüğümü bilmelisin…!


Adım mı..?


Hulian..!


Dillerin var mı senin…?


Yerim o dillerini varsa eğer senin..!


Ne de olsa sen, bir çeyrek asır öncesinin yakışıklı genci, şimdilerinse çılgın adamı, yani namı değer, Konstantinopolis Dükü, “Onners Samanli”… değil misin..?”


Allah’ım aklıma mukayyet ol ne olursun..!


Yoksa ben okurken kendimce, kendime uydurmalar mı sunmaktayım, yoksa gerçek mi okuduklarım..?


“Dillerin var mı senin…?


Yerim o dillerini varsa eğer senin..!


Ne de olsa sen, bir çeyrek asır öncesinin yakışıklı genci, şimdilerinse çılgın adamı…


Yani namı değer, Konstantinopolis Dükü, “Onners Samanli”… değil misin..?”


Yazıyor mu gerçekten, yoksa ben mi uydurnameli döktürüyorum..?


Gözlerim ay ışığının dolunayı olmuş öylesine canlı ve öylesine heyecanlı ki, tekrardan okumak en doğrusu…


Demek ki doğru okumuşum, yazılanlar aynı yazdıklarıma benziyor.


“ Gökyüzü mavilerden,

En koyusunda bir mavi bu gece,

Yaşananlara, acılara, acılardan tatlara,

Sanki bulutlardan bir pamuk tarlası,

Bulabilirsen işte yüreğim,

Oralarda saklı…


Bir bedeli mutlak olmalı mı,

Olmalı mı yaşamda sevdanın,

Acılardan arınmışlığın uzağındayız da,

Bir değil, belki binlerden de çok,

Bilinmedik bedeli var,

Görmesek de yaşanılandaki uzağı…


Raflarında satılık olmasa da,

Etiketi bulunmasa da,

Satıcısı belirsiz,

Alıcısının bizler olduğu,

Bedeli var bilinsin bilinmesin,

Bedeli var mutlak,

Görülsün yada görülmesin…!


Sonra, ben bugün var,

Yarın yokum ki istesen de,

Asla bulamayacaksın

Dönsen de gersin geriye,

Mumla arasan da,

Şanzelize’ye,


Mavilerin arasında sevsene,

Öpüp öpüp, koklasana,

Sen yapmazsan bırak,

Ben sende deneyeyim sevmeyi…


Sen bir anlatımlık öykü değilsin ki,

Üstelik Prometeus’tan da,

Almadım ki yangınlardaki ateşimi,

Sadece yaşandığın hem gecelerde,

Üstelik de gündüzlerin sürecinde,

İç çekişlerinin bebeksi yüreğindesin,

Sen uzak adalarda zincirli misin de,

Bende, neden böyle, uzağımsın..?

Haydi birazcıkta bana sunuver,

Mavilerini, maviliklerin döllerini,

Karanlıklarını aydınlatan ay ışığından,

Benim sende var olamadığım,

Karanlıkları ışıtmaya

Dolunayımın Prensi,

….

….

Ve sen içmedikçe orada en esrik şarabı,

Okursan bu yazdıklarımı,

Günahlarım sana,

Olsunlar hediye….”

….

….


Haklısın,

Hem de çok,


Öncelerde olmuyordu, yalın çıplak okunmuyordu…


Gece şimdi istediğince hızlı ya da yavaş yol aladursun…


Nasılsa birkaç sayfa daha okunmalarda, gece şaraba ortak meze tadı.


Demek ki adın senin;


Hulian,


Demek ki sen,

Dolunay Prensinde,

Yavuklusun,

Bizim tabirimizle..!


Bu umarlı söyleşi fırtınalarını estiren sahte bir yel değirmeni de değilsin o zaman.


Benimde yersiz, ‘Sanço Panço’ oluşlarım gereksiz.


Üstelik sorsalar bu saatlerden sonra yazdıklarını okuyan arkadaşın kim diye,


‘Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim’ deseler de sana, yorulmayacaksın..!


Denize karşıyım…


Akdeniz’e karşıyım…


Akdeniz’in her daim karşısındayım…


Tüm bu karşı duruşların ardında inandığım o ki;


Sende bil ki, Hulian;


İnsan insan gibi anılmak istiyorsa eğer, asla yalan söylememeli…


Biliyorum tüm anneler memeli, anneler ise asla ve asla yalandan gömlek giymemeli…


Üşürler, sonra emziremezler kesilince sütleri, ağlatırlar kesinlikle bezden bebekleri…


Sende katılır mısın bu sözlere,

Katılmazsan eğer, gel istersen, “Gece Karası” şarabı birlikte içmeye…


Hulian;


Ben kadında erkeğine sevgisini sınamak için bir öykü yarattım, yıllar önce.


Bu öyküm de geçiyor, bir kentin sahilinde…


Bir erkeğin ölümlü sonunun hazin öyküsüdür o…!


Tarlalarda doğru ekilse de insanlar için tohumlar, doğru biçilemez ise, olur hayvan yemi…


Sana onu sonra yazar ve atarım, “Gece Karası” şarabının bittiği bir şişeyle…


Hulian;


Bak şimdi sana karanlıkta göz kırpacağım…


Bakalım fark edebilecek misin..?


Hulian;


Öğretmen olduğumda buralarda, Melendiz Dağının eteklerindeki bir köyde, masal anlatırdım çocuklara…


“ Uzak diyarları birinde,

Kavşak Deresi akarmış,

Bu derede aslanlar,

Boğdurulurmuş padişah olan kediye,

Birde orada yaşarmış,

Büyük bir yalancı,

Her gün kırk fili yutarmış ama,

Yine de doymazmış karnı..!”

Hulian;

Sevmeli Tanrı’nın yarattığı tüm varlıkları….

Sevmeli tüm yüreği boş kadınlar, aramalı erkeğini, aramalı erkek de Tanrı’nın kendisine eş diye bahşettiği o mükemmel meleğini…

Bulunduysa o melek, asla bırakılmamalı…!

İşte bu düşüncelerin, maddesel çıkarların, tümünü reddetmiş, din taciri olmaksızın sahibi, her şeyin sahibinin, inanmışlığında diyor ki;


Her şeyin kainattaki tek sahibidir her daim, “Yüce Tanrı”…!


Sonra neden haram etsin ki adam gibi içiyor ve insanlık nasibinden uzaklaşmadıkça insana, ol “Yüce Mevla” şarabı…


İşte bu yüzdendir, bu aciz beşerin yıllarca ‘Ey Yaratanım, yaratılmışlığımdaki aczimle samimidir, itiraflarım’ dediği feryatları….


Karanlığa karşı her gece mum yakmak alışkanlıkları…


Sonra her ülkede, dünyanın her yerinde aynı değil mi sevgi..?


Aynı olmasından başkada bir şey de, beklenemez ki…


Sevmeyi bilenler, sevilirse, kıskanmaz ve kıskanılmazlar ki, çünkü her şeyin ‘eminidir’ doğruyu sevenlerin nefesi…


Sevmeli…


Aldatılmalar, aldatmalar, sözlerinde duranlar, durmayanlar, kalleşlikler, mertlikler geçici olsa da hayatımızda, derhal uzaklaşmalı ….


Çünkü yaşam fani, ölüm ani, doğruluktur bunun en etkin ilacı…


Görebilmeli içten ve samimi her insan;


İster insanda, ister eşekte, isterse de maralda, en güzeli olan, bakışların ardında saklı olan gerçekleri…!


Bir de sakın korkup da dönmemeli kararla çıkılan yollardan öyle değil mi..?


Yürek fırtınalarının değişmeksizin doğruluk rotası, ağızdan çıkan söylemlerin tutarlılığı, kulakların iyi duyması ve de;


Her zaman yerinden okunmalı notalarından her güzel şarkı…


Gökyüzünde oysa belirgin ve tektir


Hulian;


Çobanlığı olmasa da, ‘Çoban Yıldızı’..!


Ne demiş ol yüce Mevla kulu, Mevlana;

“Ya göründüğün gibi ol,

Yada olduğun gibi görün”

Sevmeli sadakatine sığınarak, yüreklerinde, kokularında gizemli doğru ve yalandan uzak kadınları ve tıpkısının aynısı rotası olan erkekleri…

Üstelik bunları söyleyen ki;

Fransa Hükümetince kendisine evvel zamanın birinde “Devlet Nişanı” verilmiş olan,

Laik ve aydınlık fikirlerinin ışığıyla aydınlanmacı şair ve yazarlığından ödün vermeksizin, Libya’da “Allah Dostu” unvanına layık görülmüş olan, “Trablusgarp Şiir Festivali” Sanat Ödülünü alabilmiş ilk “Türk”

Sık sık da, Arap Milletine postasını koyan…!


Amma velakin de, dandikten;


Konstantinopolis Dükü, “Onners Samanli”

Öner SAMANLI

DİPNOT:

“ Yaşama Geldiğinde Zaten Hançerlenmişti Yüreği, İşte Bu Yüzden Suçu Yok Acılarda Kimsenin ”


“Şiirsel Söyleşiler” Betiğinden


*Mustafa Kemal Atatürk’e olan saygın hayranlığın tezahürü…


(Türkiye ve Dünyanın En Kapsamlı Atatürk Sitesi Kurucusu ve Editörü)

http://www.ataturksitesi.com/

Lütfen Ziyaret Ediniz, ettiriniz, internetten tüm mecralara linkini veriniz…!

 
Toplam blog
: 295
: 3087
Kayıt tarihi
: 22.08.08
 
 

Prof.Dr. Öner Samanlı, yıllarını eğitim ve öğretim faaliyetlerine adamış, birçok bilimsel makalen..