Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Haziran '10

 
Kategori
İlişkiler
 

Hulian'ın Düşleri (Dördüncü Bölüm)

Hulian'ın Düşleri (Dördüncü Bölüm)
 

Öner Samanlı, kadın ve erkek ilişkilerinde aldatılmaları sanatsal olarak gözlemliyor..


SAHİLE VURAN ANILARLA ŞİİRSEL SÖYLEŞİLER…


(DÖRDÜNCÜ BÖLÜM )

Her gece giderim o ateş yakıp da, sıcağında ısındığımız, aydınlığında, kırmızı şarabı içtiğimiz sahile…

Geçen süreçte kumlar yok etmiş görünse de…

Güzel anıların tanığı külleri, elimdeki okaliptüs ağacından kopmuş dal parçası ile eşelediğimde, göz kırparlar tozlu taneli, grili siyahlı, sanki yanmamış bir meşe edasıyla bana…

Sonra soluklanırlar derinden ve hüzünlerime ortak olarak gelirler dile…

Üzülme terk edilişler görecelidir ekseri, dürüstse yaşanılanlar kaygılanma görünür yakında “Sevgilim bak söz vermiştim ya, işte geldim” diye…


Tesellim olurlar, anılarıma saklı sevgilerimin külleri, işte bu tesellilerin umarında her gece…


Aaaaaa,


O da ne..?


Hani olur ya romanlarda, filmlerde, aynen ki, öyle….


Bir şişe var sahilde, kumlar üzerinde….


Aldığımda ellerime üstelik ağzı mantar tapalı, içine özenle rulo edilmiş yazılı kağıtların bulunduğu bir yetmişlik şarabın içilip de boşaltıldığı beyazdan yeşile çalan bir şişe…


Sanılarımca, bir yabancı memleketten atılmış olsa gerek, üzerinde bir kadın eli, kadının elinde kadehi…


Silinmiş olsa da kısmen okunup seçiliyor üzerindeki etiketi…


“ L’amour Vin de Rouge” yazısı ince ve zarif bir kadın elinin resmi üzerinde…


…arsilya diye yırtılmış bir kısmından anlaşılıyor ki, Marsilya….


Biraz daha heyecanım yatışsın istemiyle, “Fidel Amca” Küba’dan göndermese de, onun ülkesinden kaçak yollarla gelen, çikolata kokulu birde puro yakmıştım ya…


Birden içiminde yangın yeri olduğunu gördüm, kumların altından eşeleyerek çıkarttığım küllerin ortasında…


Elimi göğsüme koydum yüreğim yerinde çarpınıyordu…


Eğildim küllerin en ortasına koydum, bastırdım sağ elimin avuç içini kumlara abanarak…


Yüreğim küllerin ortasında atıyordu…


Elimdeki şişe ise hala ışıldamaktaydı…


Evet şişenin ışıldaması, gökyüzünden ay ve yıldızların üzerindeki yansımasıydı.


Fransızca el yazısı ile yazılmış notların göndereni tesadüfi birisinin, tesadüfi birisi ile buluşmasındaki son duraktı burası…


Burası Akdeniz’in en doğusuna en yakın olan durağı…


Orası Akdeniz’in en batısı…


Ve şimdi Akdeniz’in en doğusuna yakın yerde, yolculuğunun son durağında, neler neler anlatılabilmenin gayretiyle çıktığı yolun son uğrağında, belli ki okuyanından da heyecanlı…


Yürek pırpırıltıları ile dizelenmiş anlatımların entelektüel bir Fransız ahenginde sıralanmış dizelenişleri….


Sanki dişleri henüz çürümemiş bir genç kızın, fosforlu gülümseyişinde ışıldayışları….


Bu inci dizelerinin üstelik son okunabilme tarihi de geçmemiş….


Ne büyük bir şans değil mi..?


Ne şanslı şişeymişsin sen ki, kadir kıymet bilecek ellerdesin..!


Ya sokaklardaki peş peşe gezen çöp toplayıcılarının eline geçseydin…


Hadi ağabey okusana yazılanları, amma sıktın be…!


Arkamı döndüğümde, kim o beni izleyen diye, ağaç gölgeleri ve okaliptüslerden üzerime dökülen yaprakların, gecenin dalga sesleri arasında bana sundukları sanımca bir hediye…


“Beni okuyan sen; Bu şişedeki şarabın tamamını birkaç dakika içerisinde içtim, ondan önce de, bir ‘Semilion’ içtiğimi biliyor musun..?


Ama şimdi seni de gördüğümü de, bilmelisin…!


Adım mı..?


Hulian..!


Dillerin var mı senin…?


Yerim o dillerini varsa eğer senin..!


Ne de olsa sen, bir çeyrek asır öncesinin yakışıklı genci, şimdilerinse çılgın adamı, yani namı değer, Konstantinopolis Dükü, “Onners Samanli”… değil misin..?”


Allah’ım aklıma mukayyet ol ne olursun..!


Yoksa ben okurken kendimce, kendime uydurmalar mı sunmaktayım, yoksa gerçek mi okuduklarım..?


“Dillerin var mı senin…?


Yerim o dillerini varsa eğer senin..!


Ne de olsa sen, bir çeyrek asır öncesinin yakışıklı genci, şimdilerinse çılgın adamı…


Yani namı değer, Konstantinopolis Dükü, “Onners Samanli”… değil misin..?”


Yazıyor mu gerçekten, yoksa ben mi uydurnameli döktürüyorum..?


Gözlerim ay ışığının dolunayı olmuş öylesine canlı ve öylesine heyecanlı ki, tekrardan okumak en doğrusu…


Demek ki doğru okumuşum, yazılanlar aynı yazdıklarıma benziyor.


“ Bir adım atsam, sana geleceğim…

Mavi göklerle birleşmişsin,

Yoksa mavinin tonlarını yakalamak mı üzeresin,

Ellerim sende kalabilir, üstelik gittiğimden beri,

Sen benimlesin…


Yakamozlar ışıl ışıl, tıpkı şimdi senin yanında, olduğu gibi,

Son seyredişlerim değil ki seni,

Maviliklerin prensi,

Bir yakalarsam içime alacağım gibisin,

Alsana beni de göklerindeki yere,

Mavilerin arasında sevsene,

Öpüp öpüp, koklasana,

Sen yapmazsan bırak,

Ben sende deneyeyim sevmeyi,

Buralarda yersiz olduğunda benliğim,

Bil ki nedenidir yokluğun…

Haydi birazcıkta bana sunuver,

Mavilerini, maviliklerin döllerini,

Karanlıklarını aydınlatan ay ışığından,

Benim ‘Dolunay Prensesi,

….

….

Ve sen içmedikçe orada en esrik şarabı,

Okursan bu yazdıklarımı,

Günahlarım sana,

Olsunlar hediye….”

Haklısın,

Hem de çok,

Olmuyor, böyle yalın çıplak okunmuyor…

Gece nasılsa daha çok yol almadı üstelik ileriye…


Demek ki sen, ‘Dolunay Prensesi’ sin..!


Belki de; Bu umarlı söyleşi fırtınalarını estiren sahte bir yel değirmeni…


Denize karşıyım…


Akdeniz’e karşıyım…


Akdeniz’in her daim karşısındayım…


Tüm bu karşı duruşların ardında inandığım o ki;


Sevmeli Tanrı’nın yarattığı tüm varlıkları….


Sevmeli tüm yüreği boş kadınlar, aramalı erkeğini, aramalı erkek de Tanrı’nın kendisine eş diye bahşettiği o mükemmel meleğini…


İşte bu düşüncelerin, maddesel çıkarların, tümünü reddetmiş, din taciri olmaksızın sahibi, her şeyin sahibinin, inanmışlığında diyor ki;


Her şeyin kainattaki tek sahibidir her daim, “Yüce Tanrı”…!


Sonra neden haram etsin ki adam gibi içiyor ve insanlık nasibinden uzaklaşmadıkça insana, ol “Yüce Mevla” şarabı…


İşte bu yüzdendir, bu aciz beşerin yıllarca ‘Ey Yaratanım, yaratılmışlığımdaki aczimle samimidir, itiraflarım’ dediği feryatları….


Karanlığa karşı her gece mum yakmak alışkanlıkları…


Sonra her ülkede, dünyanın her yerinde aynı değil mi sevgi..?


Aynı olmasından başkada bir şey beklenemez ki…


Sevmeyi bilenler, sevilirse, kıskanmaz ve kıskanılmazlar ki, çünkü her şeyin ‘eminidir’ doğruyu sevenler…


Sevmeli…


Aldatılmalar, aldatmalar, sözlerinde duranlar, durmayanlar, kalleşlikler, mertlikler olsa da hayatı….


Yalan yahut doğrular söylense de, sevgi ve barışın, zaman ve sabır, bu sabrın körüklediği umar da değil mi, yaşam serüveninin en etkin ilacı…


Görebilmeli içten ve samimi her insan;


İster insanda, ister eşekte, isterse de maralda, en güzeli olan, bakışların ardında saklı olan tüm gerçekleri…!


Bir de sakın korkup da dönmemeli kararlı çıkılan yollardan öyle değil mi..?


Karşınızdakinin kuş kadarcık beyni olması yada olmaması değil ki asıl olanı….


Okyanusun derinliğinden deniz yüzüne hava almak ve masmavi gökyüzünü seyreylemek için seyri seferinden mola vermiş bir avcı bir balığını, işte o küçük beyinli bir ala kartalın nasıl avladığı da göz ardı edilmemeli….


Yüreksiz ve korkak olabilir yaşayan, yüreksizliği ve korkuları da yaşatabilir karşılaşılan, ilacıdır gerçeklerin oysa zaman, her zaman….


Önemli olan, ne kadar doğru olduğundur….


Yürek fırtınalarının değişmeksizin doğruluk rotası, ağızdan çıkan söylemlerin tutarlılığı, kulakların iyi duyması her zaman yerinden…


İyi duyumsarsa iyi kaydedecektir işte o, aklı selim us denilen…


Havagazı, karbongazı, arlısı var arsızı, hırlısı yada hırsızı…


Gökyüzünde oysa belirgin ve tektir ‘Çoban Yıldızı’..!


Ne demiş ol yüce Mevla kulu, Mevlana;


“Ya göründüğün gibi ol,

Yada olduğun gibi görün”


Sevmeli sadakatine sığınarak, yüreklerinde, kokularında gizemli doğru ve yalandan uzak kadınları ve tıpkısının aynısı rotası olan erkekleri…


Üstelik bunları söyleyen ki;


Fransa Hükümetince kendisine evvel zamanın birinde “Devlet Nişanı” verilmiş olan,


Laik ve aydınlık fikirlerinin ışığıyla aydınlanmacı şair ve yazarlığından ödün vermeksizin, Libya’da “Allah Dostu” unvanına layık görülmüş olan,


Muammer El Kaddafi tarafından okuduğu betimlemelerinin, Arapçaya çevirtildiği, “Ben bu zevatta, ‘Ömer Hayyam’ın ruhunu hissediyorum” diyen o diktatörün bile, mutedil yönünü sevgi öğretileriyle ortaya çıkartabilen, “Trablusgarp Şiir Festivali” Sanat Ödülünü alabilmiş ilk “Türk”


Sık sık da, Arap Milletine postasını koyan…!


Amma velakin de, dandikten;


Konstantinopolis Dükü, “Onners Samanli”

Öner SAMANLI


DİPNOT:


“ Yaşama Geldiğinde Zaten Hançerlenmişti Yüreği, İşte Bu Yüzden Suçu Yok Acılarda Kimsenin ”


“Şiirsel Söyleşiler” Betiğinden


*Mustafa Kemal Atatürk’e olan saygın hayranlığın tezahürü…


(Türkiye ve Dünyanın En Kapsamlı Atatürk Sitesi Kurucusu ve Editörü)


http://www.ataturksitesi.com/

Lütfen Ziyaret Ediniz, ettiriniz, internetten tüm mecralara linkini veriniz…!

 
Toplam blog
: 295
: 3087
Kayıt tarihi
: 22.08.08
 
 

Prof.Dr. Öner Samanlı, yıllarını eğitim ve öğretim faaliyetlerine adamış, birçok bilimsel makalen..