Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Haziran '07

 
Kategori
Felsefe
 

Hümanizm

Hümanizm
 

Ezoterik felsefe şöyle der; "Siz içte yatanı bilirseniz, dışta olanın paralelliklerini de bulursunuz. Çünkü dışta yatan sonuçtur, sebep değildir; hakiki sebepler içtedir". Hermetik gelenekte de bir ilke vardır: "Aşağıda ne varsa, yukarıdaki gibidir".

Çağlara göre farklı anlamlar yüklenen hümanizm teriminin, etimolojik kökeninde "humanitas" sözcüğü vardır; anlamı "insan doğasına ilişkin özellikler bütünü"dür.
1874 tarihli Littrd sözlüğünde "bir kişinin gelişmesini amaç edinen doktrin" olarak tanımlanmaktadır. Hümanizm, daima insanın gelişmesi, mükemmelleşmesi, özerk ve özgür düşünceli olması gereğini vurgularlar.

Türk Dil Kurumu’na göre Hümanizm; insancılık, insanları sevme ülküsü, beşeriyetçilik anlamındadır. Hümanizm, Antik Yunan’da başlamış, Ortaçağda Avrupa’ da ezilirken doğuda yaşamını sürdürmüş, Rönesans ile birlikte çağımıza ışık tutmaya yönelmiştir. Bu çağda Hümanizm, insana Ortaçağda yitirdiği kişiliğini yeniden kazandırmayı amaçlamıştır. Günümüzde, "İnsancılık" insanın eğitilmesini, bilgi ve becerilerini geliştirerek değerlendirilmesini ve evrimleştirilmesini amaçlar bir duruma gelmiştir. İnsanın yalnızca bireysel özgürlüğü ve mutluluğu açısından değerlendirmek yeterli olmayacaktır; bu değerlerin toplumun gelişimine ve evrimleşmesine de yön vermesi gerekmektedir.

Hümanizm, insanı evrenin merkezi olarak kabul ederken dogmaların yerine şüpheyi koyan düşünce önem kazanmıştır. Bu ortamda burjuvazi gelişerek sosyal etkinliklerine paralel olarak aydınlıkçı felsefenin oluşumunda tarihsel yerini almıştır.

İnsancıl bir yaklaşımı belirten hümanizm, Rönesans Avrupası'nda hem edebiyat hem düşünce alanında ortaya çıkan yenileşme hareketidir. Temeli Rönesans'ta antikçağ metinlerinin incelenmesine dayanan ve XIII. yy’da, İtalya’da ortaya çıkan hümanizm, XVI. yy’a kadar gelişen bir yenileşmeyi belirtir. Hümanizm terimi, çeşitli anlamlar taşır. Bu anlamların biricik ortak noktası, insanoğlu hakkında tam anlamıyla iyimser bir felsefeyi yüceltmesidir. Hümanizm düşüncesine göre insan her şeyin merkezindedir, en değerli varlıktır. Ortaçağda adeta "aşağılık" olarak nitelendirilen insanın kabuğunu kırması ve kendinin ne kadar değerli olduğunu farketmesidir.

"Renaissance" yeniden doğuş demektir; burada yeniden doğan gerçek anlamıyla insanın kendisidir. Yaratıcı insan modelidir. Rönesans, Eski Yunan ve Eski Roma Uygarlığının mirasını koruyan İtalya’da 14. yüzyılda başladı ve 16. yüzyılda tüm Avrupa’yı etkisi altına aldı. Rönesans sözcüğünün anlamına uygun olan bu "yeniden doğuş"un başlıca nedenlerinden biri, Hıristiyan dünyasını egemenliği altında tutan Katolik Kilisesi’nin ortaçağın bitmesiyle baskı gücünü kısmen yitirmiş olmasıydı. Bu baskının hafiflemesiyle birlikte, doğrudan doğruya Kilisenin öğretilerine bağlı kalan, doğayı ve insanları, kalıplaşmış geleneklerin ve dar kafalı bir mantığın sınırları içinde hapseden skolâstik dünya görüşü gözden düşmüştür.

Rönesans’ın Antik kültür arasından derleyip 15. Yüzyıla taşıdığı değerler arasında en önemlileri eski Mısır kültürü ve Hermetizm’dir. Antik Mısır felsefesi, Antik Yunan düşünürleri aracılığıyla Batı Anadolu’ya ve Avrupa’ya taşınmış, oradan da 15. yüzyılda “yeniden doğarak” çağdaş batı kültürünün temelini oluşturan değerler arasında yer almıştır. Hermesçiliğin dinî içerikli üstün insan ideali ve bunu yaratmak için kullandığı bazı pratikler de, daha sonra Rönesans düşünürlerinin hümanizme yapacakları önemli vurguda kullanılmıştır. Rönesans döneminde "Hermetica"lar yirmi iki baskı yapmıştır.

İnsanoğlu, artık esaslı bir düşünür ve kudretli bir eylemci yani mikro anlamda aşırılıklardan uzak, dengeli bir yaratıcı olmak üzere uzun bir yola çıkmıştır. Aydınlanma, Ortaçağın kapanmasıyla başlamıştır ancak altyapısı ortaçağda olmuştur. Aydınlanma, düşünme ve değerlemelerin geleneklere bağlı olmaktan kurtulup insanın kendi aklı ile kendisinin yaptığı denemeler ve gözlemlerle yaşamını aydınlatmaya girişmesidir. Akıl inançtan, bilimi dinden bağımsızlaşmıştır.

Bireyin özgür olması gerekir. Özgür kişilik de ancak lâik bir ortamda gelişebilir. İnsanoğlu bu laik ortamda zaman içerisinde kendi iç dünyasını ve dış dünyayı merakla inceleyecektir.

Rönesans felsefesinin ana eğilimi; kendini her türlü bağımlılıktan kurtarmak, kendine dayanmak ve kendini arayıp bulmaktır. Bütün otoritelerden kendini bağımsız kılmaya, dünya ve hayat üzerindeki görüşlerinde “deney”in ve “akıl”ın sağladığı doğrulara dayanmaya çalışır.

Şu sorular “yeniden” sorulmaya başlanmıştır : “Nereden geliyoruz ?”, “Yaşamın anlamı ne ?”, “Nereye gidiyoruz ?”. “İnsan”ı arayan, “insan”ın özü ile bu dünyadaki yerinin ne olduğunu araştıran çalışmalara rönesansta “hümanizm” adı verilmiştir. Hümanizm, geniş anlamıyla modern insanın yeni hayat anlayışını ve duygusunu dile getiren bir akımdır.

Rönesans’ın ilk adımı, benliğini bulmuş, kişiliğini bulmuş insanı ortaya koymasıdır. Rönesans bireyi statükodan kurtarıp kişiliğini arayan, benliğindeki bütün renkleri ortaya çıkaran, soru soran, sorgulayan insanı yaratmıştır.

Montaigne “Denemeler” adlı eserinde “Ben her şeyden önce kendimi araştırıyorum; benim fiziğim de, metafiziğim de budur” der. Montaigne “kendi ben”inde “insanı” bulmak ister. Kendinde aradığı, “insan doğası” dır. Ona göre sonsuz doğa, her insanda kendini ayrı biçimlerde gösterir. Erdem denilen şey, doğaya göre yaşamaktır. İçgüdüler de, duygular da bu “doğa”nın içindedirler. Ancak bu içgüdülerin ve duyguların “akılla” ayarlanması, dengelenmesi gerekir. Yoksa şiddetli duygular ve ilkel bağlılıklar insanı “doğaya aykırı” yollara götürür. “Doğaya uygun yaşamak, insanın ruh diriliğini sağlar” demiştir.

Ezoterik gelenekte esas olan her zaman insandır. Dolayısıyla “insan” veya “insan-ı kâmil”, ruhani olgunluk yolu diyebileceğimiz ezoterizmde çok önemlidir. İnsanı tanımakla başlanır ve oradan Tanrıyı tanımaya gidilir. Ezoterizmdeki hümanizm, insandaki derin kutsallığı soyutlayan ve kenara atan değil, insana kutsal köklerini veren bir insan severliktir.

Hümanizm, doğanın içinde aklın temsilcisi olan insanı, doğanın en şerefli parçası kabul eder ve ona göre insana önem verir. Bunun ana vasfı da insancıllıktır. İnsanoğlu, zaman içerisinde hümanistliği akılcı ve dengeli olarak değerlendirmiş ve uç noktada materyalist bir uca götürmemiştir.

"Olma"ya giden yol çok şeritli geniş bir yoldur. Yol, çok geniştir ve birçok şeritler vardır; ama aşırılıklara kapalıdır. Yolun neresinden gideceğimiz bize bağlıdır ancak sınırları zorlayamaz ve geriye dönüş yapamayız; gerisi bize bağlıdır.

Akılcı ve hümanist eğitim, insanın aklını kullanmasını sağlayabilir; inanç dünyasını sorguya çekince de, yer yerinden oynar. Aklını kullanmadan, körü körüne sanal kökenli bir inanca kul köle edilen insan, ne zaman düşünmeye başlarsa o zaman insan olduğunun bilincine varır.

"Işık doğudan yükselir" ifadesinde belirtildiği gibi, aydınlanmaya katkı yapan hümanist fikirlerin bazı önde gelenleri Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaş'dır. Yunus Emre’nin en önemli yönü bilinçli bir hümanist oluşudur. Yalnız Müslümanları değil, bütün insanları sever ve mutluluğun ancak böyle sağlanacağına inanır. İnsan kalbini kırmanın, ibadetin bütün yararlarını gölgeleyeceğini ifade eder. Yunus Emre’de Allah sevgisi; dost deyince sevilen varlık, gönülde kurulan Allah-İnsan-Evren Birliği’dir. Bu birlikten dolayı hoşgörü şarttır. Yunus Emre; dil, din farkı gözetmeden tüm insanlığı kucaklayan ve tüm âlemi kardeş sayan bu en yüce hoşgörü mertebesine varan bir hümanisttir ve dinler üstüdür. Humaniter olması gereken dinlerde Tanrı, insanın yargıcı ve efendisi değil, onun gönül yoldaşıdır.

Platon’un "Ey insan, sen bir zaman Tanrıydın, ama unuttun!" sözü çok önemlidir.

Burada “Tanrıydın” sözü şu anlama gelir; “Tanrısaldın, kutsal bir yönün vardı, ama nefsinin tesiriyle bu vasfını kaybettin.”

Cennette meydana gelen olay insanın özgürlüğüne doğru attığı ilk adımdır. Tanrı kimsenin ibadetine ve tapınmasına muhtaç değildir. Onun tek istediği insanın olgunlaşması ve yaratılanı sevmesidir. İnsanın yetkinleşmesi, Tanrı’ dan bir parça olabilme erdemine kavuşabilmesidir. Gerçek erdem sevgidir. Sevgiyi ise kişinin içsel katılımı ve üretici eylemi sonucunda kendi sınırlarından çıkarak, bir başka insanla bütünleşmesi olarak tanımlıyor, Fromm. Ona göre insanın gerçek sevgiyi yaşayabilmesi için önce kendi bireyselliğini yaşaması ve kendi ayaklarının üzerinde durması gerekir.

"İnsanı insan yapan hürriyettir". Hümanizm, insanı baskılardan kurtarma, özgürleştirme dinamiği, iyi insan yaratma iradesi, gelişim, laiklik, değişim ve tolerans gibi değerler ile öne çıkmıştır. Günümüzde de bu model varlığını sürdürmektedir.

Yaşamakta olduğumuz dönem tam anlamıyla Bilgi Çağıdır. Bilim ışıklarıyla donanmış düşünen birey yaratma ülküsü yani “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir gençlik” diyen M. Kemal Atatürk’ün de amacıdır.

Hümanist, kavgaları körüklememeli yatıştırmalıdır. Birey, kendisini öfkeye kaptırmamalı, kendi düşüncesinin en doğru olduğuna inanmamalıdır.

Barışı ve düzeni sağlayacak hareket adamı olmalıdır.

Olgunlaşmış insan, ölçülü ve dengeli olmalıdır.

İnsanoğlunun esas uğraşısı: Hem kendi kişiliğimiz, hem de toplum için, toplum içinde çalışmak ve yaratmaktır.

Hayatı Yüceltmek, İnsanın Kutsal Görevidir!



 
Toplam blog
: 242
: 32770
Kayıt tarihi
: 09.03.07
 
 

21 Aralık 1973, Ankara doğumludur. Lisans ve yüksek lisansını “İşletme” alanında yapmıştır. Araşt..