Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Eylül '07

 
Kategori
Dostluk
 

Husen

Husen
 

Anadolu insanının temiz, saf, dostluk dolu, misafirperver kişiliğinden bir örnek sunmak istiyorum bu yazımda.

Tatilimi geçirmek üzere Urfa'dayım.

Hem eski dostlarımı görmek, onlarla hasret gidermek, hem de üzerinde çalıştığım romanın geçtiği Fırat kıyılarını, yörenin deyişiyle "Berferat'ı" yakından görmek için bölgeye geldim. Fırat köylerini gezeceğim, baraj altında kalan köylerin kalıntılarını göreceğim, suların, bulanık suların yuttuğu insan umutlarını, yaşamlarını, onlardan neler alıp götürdüğünü gözlemlemek istiyorum. Buralara gelmişken, yıllarca çalıştığım Siverek köylerini ve köylülerini de görmeden gitmek olmazdı. Aslında batıdan doğuya tatile gitmek biraz tuhaf görünmüyor değil... Birkaç arkadaşım gülerek, "Herkes batıya, sahil kenarlarıne tatile gidiyor, sen bu kuru, kemik gibi tepelere gelmişsin" diyerek takıldı bana. Onlar içimdeki ışığı bilmediklerinden beni anlayamazlardı tabi. Köyleri gezdikten, araştırmalarla ilgili gözlemlerimi tamamladıktan sonra Siverek'e uğradım. Yıllarca emek verdiğim kente... Köylerini adım adım gezdiğim, Karacadağı'nda kenger yediğim, buz gibi zelal sularından içtiğim kente. Bu kente ve bu kentin insanlarına çok emek verdim, helal-i hoş olsun... Onların da çok ekmeğini yedim, suyunu, çayını, ayranını içtim, umarım onlar da helal etmiştir. Siverek, ülkemizin en büyük ilçelerinden biri. il olmayı hak eden, bu hakkını almak için yıllardır mücadele veren bir kent. "Evin yıkıla felek / İl olasan Siverek" diye bir de şiir yazılmıştır bu konuda. Böyle bir özlemdir işte Siverek'in il olma tutkusu.

Siverek'te, kaleden yukarı doğru çıkan meşhur Hürriyet Caddesi vardır. O caddede yürüdüğünüz zaman bir günde bir kişiyle defalarca karşılaşabilirsiniz. Ben de yürüdüm, yol boyunca tanıyanlar durdurup hal hatır sordu. Uzun süre eski dostlarla sohbet ettim, oyalandım sokakta. Belediyeye varmadan tam köşe başında bu kez Husen durdurdu beni. "Hangi Husen?" diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Ben ona "Kucaklı Husen" derim, birçok Siverekli tanır onu. Otuz yaşlarında, ince, uzun boylu, avurtları çökmüş, yüzü zayıf, teni koyu bir genç Husen. Erken yaşında evlenmiş olmalı ki şididen 6 çocuk babası. Burada çalıştığım yıllarda, Taşımalı Eğitim için köyleri gezdiğim bir günde tanışmıştım Husen'le... Cana yakın, dostça tavırları hemen dikkatimi çekmişti. Tanışmadığımız halde zorla koluma girmiş, evine götürüp çay içirmişti o gün. Sohbet ettikçe onu daha iyi tanımaya, anlamaya çalışmıştım. Köylü olduğu kadar, entellektüel bir yapısı vardı. kitap, gazete okuyor, ülke sorunlarını tartışıyordu. diğer köylüler, kuraklıktan, samandan, hayvan yemlerinin pahalılığından, sondajdan konuşurken, o daha iyi bir eğitim ve istihdam alanlarının genişletilmesi için yapılması gereken hususları benimle paylaşıyor, öneriler sunuyordu. Sosyolglardan, psikologlardan, felsefeden bahsediyordu. farklı bir tipti yani.

İşte bugünkü yazımın konusu olan Husen'le Hürriyet Caddesi üzerinde, belediye binasının yanında karşılaştım. Daha doğrusu o geldi sarıldı bana "Canım hocam, sen nerelerdesin? uzun zamandır seni göremiyorum" dedi. tayinimın çıktığından haberi yok anlaşılan. "Husen, ben artık burada görev yapmıyorum, şimdi İzmir'deyim" dedim. Şok olmuş gibi, bir yakınının ölüm haberini almış gibi çöktü, " Ne?" dedi. "Doğru mu diyisen Hocam?" şaşkınlığı uzun süre üstünden atamadı. Sonra koluma girdi, "Bugün misafirimsin, Allah vekil, namusuma bırakmam" dedi. yahu, etme eyleme dememe rağmen kolumdan çıkmadı, hemen bir lokantaya çekti beni. Oysa aç değildim, tüm itirazlarıma rağmen kebap söyledi bana... Etrafımda fır dönüyor, ne yapacağını bilemiyordu. Arada bir "Tamam panik yok Husen, tamam yiyorum" diyorum, nerdeyse lokmalarımı bile o hazırlayacak. Yemek boyunca yine memleket sorunlarından konuşuyoruz, Siverek'teki gelişmeleri sıralıyor bana. Geçen seçimlerden bahsediyor, dün birbirlerine silah sıkan bir baba ile oğulun öldürüldüğü olayı anlatıyor kendisi oradaymış gibi, tüm detaylarına inerek. Artık aşiretten bireye doğru gidilmesi gerektiğini söylüyor. Ben konuştuğum zaman iki elini masanın üstünde birleştiriyor, gözlerimin içine bakıp pür dikkat dinliyor. Yemekten sonra mahcup şekilde kalkıyorum, hiç olmazsa yemek parasını ben vereyim diye düşünüyorum, elimi cebime atıyorum. "Hocam, sen bana hakaret ediyorsun, yapma böyle" diyor. Diretiyorum, kasaya doğru gidiyorum. "Hoca almazlar ki, istersen dene" diyor sırıtarak. "İstersen dene!" denemekte fayda var, kasaya yürüyorum kararlılıkla. kasadaki adam, "Yok, alamam" diyor. "Sizin paranız burda geçmez" sanırım Husen içeri girerken tembihlemiş onu.

Lokantadan çıkınca, "Gel bari bir çayımı iç!" diyorum. Çay bahçesine geçiyoruz. Husen bu kez okuduğu kitapları tanıtıyor, hepsi de daha önce okuduğum kitaplar. Ben de çantandam son romanım "Ağıtsız Kadınlar"ı çıkarıyor, imzalayıp ona veriyorum. Çok seviniyor. dünyalar onun oluyor. "Hocam istersen telefonla ara, sana hangi sayfada ne yazıyor hepsini söylerim" diyor. En kısa zamanda okuyacağını ima ediyor. Anlıyorum, ama anlamazlıktan gelerek takılıyorum ona, "Telefonla sorsam, açar kitabı okursun" diyorum, gülüyor... Kalkacağımız zaman yine elimi cebime atıyorum, sırıtıyor yine "Hoca almazlar ki istersen dene!" diyor. deniyorum. Yine benden para almıyorlar. Ellerim havada kalıyor... Ayrılmak istiyorum, peşimi bırakmıyor. Bana bişeyler yedirip içirmek istiyor. "Husen çok sıkıştım, tuvalete gitmem gerek. Artık gitmeliyim" diyorum. "Başka birşey olsaydı vallahi bırakmazdım" diyor. "Ama ne fayda elimi bağladın" Onu kucaklıyor, ellerini sıkıyor ve koşar adım uzaklaşıyorum. Sesi çok uzaklardan duyuluyor "Hocam, yarın misafirimsin ha unutma!" Gülerek el sallıyorum.

 
Toplam blog
: 107
: 1402
Kayıt tarihi
: 01.11.06
 
 

1970 yılında Siverek'te doğdum. İlk ve orta öğrenimimi Tarsus'ta tamamladım. İstanbul Üniversitesi ..